Paylaş
Bu hafta köşemi bir tasarımcıya ayırdım. Uzun bir söyleşi olduğu için bir konu alabildim ve Pozitif ayrımcılık yapıp bir erkek tasarımcı olan Şafak Çak’a yer verdim.
Nedenine gelince, 2008 yılında “İslami Burjuva”nın aşırı lükse düşkün olduğunu ifade eden söyleşi vermişti Çak. Swarovski taşların perdelerde ve parkelerde kullanıldığını, yatak odalarındaki palmiyeleri, şatafatlı mimberleri vs. anlattığı söyleşinden sonra küçük çapta bir kıyamet kopmuştu.
Benim merak ettiğim husus aradan geçen uzun yıllar sonrası “İslami Burjuva”nın lükse olan düşkünlüğünde değişim olup olmadığıydı.
Bizi ofisine davet etti ve sorularımızı cevapladı. İslami Burjuva’nın Mimarı olarak lanse edilen Şafak Bey, tasarımcı olduğunu ve bugünlere nasıl geldiğini anlattı. Bakalım hikayesini sevecek misiniz?
Ayrıca; İki Kafadar bu hafta modern çağda yaşayıp eski kafada olanlar için güzel bir yazı hazırladı. Göz atmanızı öneririm.
…………………..
Önce merak ettiğim bir şey sorarak başlamak istiyorum; Tasarımı yaptığınız evlerin kapısını kapatıp arkanızı dönüp gitmek zor gelmiyor mu?
Benim şöyle bir kuralım var. Müşteri ile anlaştıktan an sonra 3 boyutları çizip bitiriyoruz. İşin en heyecanlı kısmı bu, müşteri “Benim hayallerimdeki ev işte bu!” diyor. Ondan sonra biz kapının anahtarını değiştiriyoruz ve 3 ay veya 6 ay neyse bu süre boyunca müşteriye bu evi hiç göstermiyoruz. Bilirsiniz bizde müşteri sürekli merak eder, ne oldu diye. Biz eve gelmelerine izin vermiyoruz. Çünkü evin çizimi bittikten sonra bunun geri dönüşü pek yok. Kurallar ve disiplinler başta konulmadığı zaman acaba onu öyle mi yapsaydık oluyor. Çevreden duyulan sözler etkiliyor, “Acaba şöyle mi yapsaydık?” diyorlar.
Ev bitince müşteriyle birlikte giriyor ve anahtarı teslim ediyoruz. İşte o an çok acıklı. Kâğıtta gördüğünün daha iyisini karşısında bulunca müşteri de duygusallaşıyor, siz de yaşıyorsunuz. Genelde arkanızı dönüp gitmiyorsunuz. Çünkü bu sefer onun akrabası geliyor. Arkadaşı geliyor, dolaylı yoldan birileri geliyor. Biz de ev evi getiriyor. Ve müşterilerimizle ilişkilerimiz devam ediyor.
2009 yılındaki söyleşinizde İslami burjuvazinin aşırı lükse düşkün olduğunu söylemiştiniz. Parkelerde swarovski taşlar filan. Bugün aynı mı yoksa sadeleşme var mı?
Parkelere taş koymayı da ben çıkardım. O dönemde bir lüks aşırı tüketim furyası vardı ama şimdi durum böyle değil.
Şafak Çak, üst kesime hitap eden bir tasarımcı mı?
Öyle görünüyor, farkındayım. Bu, Amerika’da yaptıklarımdan kaynaklanıyor. 6 senedir Jennifer Lopez’le çalışıyorum ve hâlâ devam ediyorum. Ben mimar değilim, iç mimar değilim, mimarlık eğitimi almadım. O yüzden kendime tasarımcı diyorum. 2000 senesinden 2008’e kadar basına röportaj falan vermedim.
Haddimi bilirim açıkçası. 2008 senesinde Aktüel dergisi geldi ve söyleşi yaptık. “Muhafazakâr insanların evi var mı?” diye sordu, ben de o zaman Florya’da bir ev yapıyorum. Namaz odalarında hidrolik sistemler falan vardı. Bunlar yazılınca bir anda çok tepki çekti. “İslami burjuvanın mimarı” diye kapaktan çıktım. O dönemde muhafazakâr insanların hayatları çok merak ediliyordu.
Bu röportajdan sonra korkunç bir süreç başladı. Hatta Ahmet Hakan “Bana bir tane yaptığı evi göstersin dişimi kırarım.” diye yazdı ama hâlâ o diş kırılmadı.
Sonra Lopezler, Paris Hiltonlar geldi. Dikkat çektim sonra Alman Stern dergisi büyük büyük kapaktan röportajlar verdim. En son da bu günlere geldik.
Hakkınızda yazılan olumsuz yazılar büyümenize engel olmamış?
Bunlar her zaman artı olarak döndü bana. “Hakkında bu kadar şey yazılan kimdir?” diye merak edildim. Ben de elimde ne proje varsa asıldım o dönem.
Stern dergisi “Bu adam hem İslami burjuvanın mimarıyım diyor, hem de Amerika’da Paris Hilton’a iş yapıyor. Bu nasıl bir tezat?” diyerek geldi bana. Jennifer Lopez, bana gelmeden önce günlerce araştırmış beni.
Yazılanların bana negatif dönüşü piyasada “pahalı mimar” olarak algılanmam oldu. Bunu kırmak için de bir tane odanın dekorasyonu ile uğraşıyoruz.
Müşteri kitleniz hep zengin insanlar mı?
Bizim yaptığımız iş, her ne kadar pahalı gibi gözükse de aslında biz bütçeye göre hareket ediyoruz. Yani biz bir yerde koskocaman binayı yapıyoruz ama başka bir yerde de sadece bir odayı yapıyoruz. “Bir salonu yaptırmak istiyoruz.” ya da “Bir küçük tuvaleti yaptırmak istiyoruz.” diyene de biz servis veriyoruz.
Orta halli bir insan size gelse evimi veya odamı yaptırmak istiyorum dese?
Yaparız. Hatta bununla ilgili başka bir birimiz var. Hatta bunu yapmadığımız gün; ben, bittiğim gün olarak görüyorum. Çünkü benim Amerika’da da birçok projem var. Amerika’da on liraya yaptığım işi, Türkiye’de beş liraya yapıyorsam; adama derler ki, “Dön oraya git.”
Yani emekli maaşı alan veya aylık geliri 2000’lerde olan insanlar da geliyor mu? Hayatınız boyunca hep işleriniz çok mu iyiydi?
Ben 2005 yılında iflas ettim. Sonra büyük riskler alarak tekrar çıktım. Bugün hâlâ kredi kullanmam, kredi kartına taksit yapmam mesela. Bu süreçte çok şeyler öğrendim. Uzaktan bakınca işte “çok güzel evler yapıyorsunuz”, “çok güzel insanlarla birliktesiniz” olarak görüyor ama bunun bana dönüşü her sene bir ameliyattır. Çok stresli bir işim var ve çok çalışıyorum. Bir yıl Safrakesesi, bir yıl böbrek, dalak, mide... Bu senenin modası beynimde, 2,5 cm likit ur var. Zararlı bir şey değil ama niye olsun?
İlginç müşterileriniz oluyor mu?
Gaziantep’e çok iş yaptım. Geçenlerde bir müşteri bilet gönderdi davet etti gittik bizde. Adam sürekli selfie çekiyor. Ama bir iki değil, devamlı. Neyse ertesi gün oldu adam ortada yok. Sonra dedim ki, “Herhalde bu adam benimle tanışmak istedi, bunu da bu şekilde yaptı.” Aslında adam benim vaktimi çaldı, beni kullandı. Şimdi bize gelen teklifleri ciddi bir araştırmaya gidiyoruz. “Gerçek mi değil mi, ne var elinde?” diye.
Peki, sizce tasarımda “yetenek mi, eğitim mi?”
Kesinlikle yetenek. Ben her zaman televizyonun prodüksiyon kısmında olmak istemişimdir. Öyle bir merakım vardı. Ben 4 yaşındayken 12 yaşındaki in lego yapıyordum. Çok önemli bir gösterge. Benim annem babam cahil insanlar değillerdi ama bunu göremediler. Ben lisede çok kötü bir öğrenciydim, sınıfta kaldığım vakit turizm lisesine beni verdiler. Bu çocuğun fiziği düzgün resepsiyonda çalışır. O dönemde böyle düşünülüyordu. Şimdi ben mimarlık fakültelerine gidiyorum. Çocuğun önüne objeyi koyuyorlar, “Bunu düzgün çizersen benden geçer not alırsın.” diyor. Bu, dünyanın en aptalca eğitim sistemi. Amerika’da öğrencilere “Beyninde ne var onu çiz.” diyorlar, “Beyninde ne var onu görmek istiyorum.” diyor.
Ben çizemem mesela, Allah öyle bir yetenek vermemiş. Nasıl tasarlıyorsunuz derseniz, kapıdan girdiğim zaman bir evi karşındakinin doneleri ile boş evi bitirebilirim. E bunu da çizebilen adama aktarıyorum, o da kâğıda aktarıyor. Bu konuda kendimi engelli gibi görüyorum.
İnsanların alım gücünün yükselmesi ile tasarıma ilgilerinin artması bağlantılı mı?
Kesinlikle ekonomi ile alakalı. ‘90 ile 2000 arasındaki on sene, insanlar parayı bulduğu an araba alırlardı. Zengin adam göstergesi araba idi. Şimdi o arabalar alındı. Bizdeki arabalara bakın büyük bir çoğunluğu 2010 ve üstüdür, yurt dışında bizdeki gibi yeni arabalar yok. Herkes buna doydu, artık sıra evde. 2000’den sonra mobilyacılar iş yapmaya başladı. 2010’a geldiğimiz vakit insanlar anladı ki mobilyacılar alınınca bir şey değişmiyor. İnsanlarda o göz yok. Her şeyin en güzelini birleştirdiğinizde dahi ortaya çıkan tablo şık olmayabiliyor.
Sonra mimarlar ve iç mimarlar ortaya çıktı. Bunlar okuyup geldi ama işin marangoz tarafını bilemedi, çünkü deneyim yok. Deneyim olmayınca müşteri de mimar ile marangoz arasında kaldı. Kavgalar çıktı. 2012 senesinde bir senede kapanan iç mimarlık ofisi 7200’dür. Bu, korkunç bir rakam.
Sahibini tanımadığınız bir mekânın tasarımını alır mısınız?
Almam. Son zamanlarda şöyle prensibim var. Talepte bulunan insanla randevulaşırım, giderim yeri görürüm. İkinci aşama ya evime ya da dışarıda yemeğe davet ederim. Çünkü karşımdaki insanı tanımam, bağ kurmam gerekiyor. Genelde ben kendi evime davet ediyorum. Çay, kahve içip aile ilişkisini görmek gerekiyor. Çünkü hiç tanımadığın bir insanın evini başarılı bir şekilde yapmana imkanınm yok. Öyle insanlar geliyor ki, mesela adam siyah beyaz ve tonlarını seviyor, kadın mor ile pembeye takık. Para pul konuşmadan önce müşteriyi tanımaktan yanayım.
Müşterileriniz arasında siyasetçiler var mı?
Yok.
Bir mekâna girdiğiniz de ev veya ofis, o mekân sahibi hakkında fikir sahibi olur musunuz?
Evet kesinlikle.
Yanıldığınız oluyor mu?
Hayır, hiç olmuyor. Zaten ilk önce oturduğu evi görmek isterim ben. Ama hep şöyle derler, “Aman bu eve bakmayın, bu ev beni yansıtmaz.” derler. Ama hemen anlarım. Çok küçük şeylerden bile anlarım. Odada dantel örtü üzerine koyduğunuz şekerlik ile anlarım ben. Bütün format çıkar ortaya. Tarz belli olur.
Müşteri seçer misiniz?
Valla ben müşteri seçiyorum. Ben karşımda takipte yapmayan, net müşteri seviyorum. Ne istediğini bilen ve benle frekansı tutabilecek müşteri seviyorum ben. Kararsız, benim vaktimi çalacak müşteriyi yoruyor.
Ünlülerin evinin aynısını hiç tarzı olmadığı hâlde görmeden isteyen oluyor mu?
Evet oluyor. Ama ben kibar yolla “Aslında senin hayalin o değil, böyle daha güzel olur.” diyerek çeviriyorum. Eşit yaptığım hiç bir şey yok. Bir yaptığım şeyi bir daha asla yapmam. İş ahlakı bu.
ESKİ KAFA
Siz de modern çağın eski kafalarından iseniz, buyurun; bu hafta sizi Osmanlı döneminde atların satıldığı At Pazarı'na götürelim.
O zamanlar tek bir kahvehanenin bulunduğu bu meydanda bugün birçok kafe mevcut. Lezzetli tatlıları, taze çayları, çeşit çeşit şerbetleri ve içine çeken konsepti ile Eski Kafa ise yıllardır uğrak mekânımız oldu Fatih'te.
"Hadi Eski Kafa’da bir çay içelim, olmadı muhallebi de yeriz." diyerek çok güneş batırdığımız nice günlerimiz olmuştur burada.
"Eski deliklerden yeni bakışlar" sloganı ile yola çıkan Eski Kafa, farklı kesimlerden insanları ağırlıyor. Bilgisayarınızı alıp saatlerce oturabileceğiniz bu kafede, güler yüzlülük ve samimiyeti en güzel şekliyle buluyorsunuz.
Bazen taş bir masada yemek yiyor, bazen de ahşap bir masada çay içebiliyorsunuz. Organik ürünlerle yapılan yemekleri de en az çayları kadar güzel. Bazen soğuk kış günlerinde yanan közle, bazen de müzik aleti ile gelen gençlerin şarkıları ile ısınıyorsunuz.
Zamana ayak uyduramayanların kafesi Eski Kafa. Geç uyuyanların, geç kalanların, ama hayatı kaçırmayanların…
Paylaş