Yüzde 60 İvedik Yüzde 40 Şahan’ım

Recep İvedik mi? "Ha o mu?" yapıyordum. Bu kadar ilgisizdim. Evet, hiç şüphesiz ortada bir başarı vardı ama benim de izlemeyi kafaya koyduğum o kadar film vardı ki, sıra Recep İvedik’e zor gelirdi. Zannederken ben...

Geçenlerde televizyon kanallarının birinde oynadı. Ve ben tuhaftır, Can Dündar’ın Mustafa’sında kapıldığım hisse kapıldım, "Nesine takıyorlar?" "Niye bu kadar abartıyorlar?" "Bu adamdan ne istiyorlar? Fıstık gibi film" dedim. Valla öyle. Çekimleri çok beğendim, kamerayı müthiş modern buldum. Ve tabii Recep İvedik, evet o kıllı, ilkel, varoş, kaba saba, küfürbaz, osurgan, geğirgen adam... İnanılmaz komik. Salondaki kanepede Alya ve sevgilim uyurken, ben yanlarında kahkahalar atıyordum. Saçmasapan şeyler geliyor karakterin başına, o kadar saçma ki, gülüyorsunuz. Bunun adı da absürd komedi oluyor. Ben, bugüne kadar okuduklarımın kurbanı olmuşum. Meğer bir de okuduklarına aldırmayan, ya da okumayıp filmi izleyenler varmış. Onlar haklı arkadaşlar!
/images/100/0x0/55eb69bdf018fbb8f8bf7d03
Gelmiş geçmiş en büyük izlenme oranı, gişe, reyting, artık adı her ne ise... Ve bir sürü hakaret, horlanma, itilip kakılma... Siz nasıl açıklıyorsunuz bu durumu? Kafanıza bir domates atmadıkları kaldı!

-Normal karşılıyorum. Herkes her şeyi içinde bulunduğu koşullara göre değerlendirir. Benim tarafımdan farklı görünüyor, onların tarafından farklı görünüyor. Abartacak bir durum yok.

Amma olgunsunuz! Bu kadar eleştiri gelince, insan bir "hadi len!" demez mi?

-Benim arkadaşım olursun, sosyal hayatta görüşürüz, "Hadi len!" derim. Ama ben şimdi bir gazeteciyle konuşuyorum.

Ne hissediyorsa onu söyleyecek samimiyette insanlarla da röportaj yaptım ben...

-Yanlış anladınız. Şov dünyasının içinde, şov dünyasıyla ilgili konuşma yaparken sinirlenmemeyi tercih ediyorum. Durum bundan ibaret. Her şeyin saçma olduğu bir dünyada neyi eleştireyim? Ama evet, özel hayatımda, "Bu ne ya! Hadi saçmalamayın!" dediğim oluyor.

BİRBİRİNE HAKARET EDEN YARIN İŞ YAPAR

Peki ne bu düşmanlık? Meyve veren ağaç taşlanır mı?


-Yok ya. Bu camiada kimse kimseye düşman olmaz. Bugün birbirine hakaret edenler, yarın iş yaparlar, birbirini överler. Burası iş dünyası. İş dünyasında düşmanlık olmaz. Çok samimiyet aramayacaksın. Hiçbir şeyi de çok ciddiye almayacaksın.

İyi de bazı filmleri beğeniyorlar, Çağan Irmak’ın filmi mesela, göklere çıkarıyorlar. Peki sizinkiyle niye uğraşıyorlar? Hırsızın hiç mi suçu yok sizce?

-Benim için önemli olan sinemaya gidenlerin mutlu ayrılmasıydı. Bunu önemsedim. Ve güldürmek istedim. Dolayısıyla, medyadaki her şeyi bildiğini sanan 10 köşe yazarının filmi yerden yere vurmaları umurumda değil. Çok beğenmiş olsalardı da umurumda olmayacaktı.

Neydi eleştiriler: "İçinde zeka yok, küfürle güldürüyor..."

-Olaya bilimsel yaklaştım. Filmin içindeki cümleleri saydım, 10 bin 718 kelime kullanmışım. 2 tane küfür var, 158 tane de "Seni gidi sincap, konuşma lan, koyim" gibi argo var. Yüzdeye vurduğun zaman filmin yüzde 1.2 gibi bir oranı ediyor. Ama işte moda oldu, "Recep İvedik’te çok küfür var, küfürle güldürüyor" deniyor. Küfüre karşı olduğum da sanılmasın, trafikte, işte, maçta, karşılaştığımız her saçma olayda küfrederiz. Küfrü küfür gibi değil, bağlaç gibi, virgül gibi kullanırız. Bazılarının ağzına da yakışır küfür.

"Hiç aldırma bunlara, sen kulağını tıka, yürrüüü" diyen kim var size? Kim sizi dolduruşa getiriyor ?...

-Önce ben kendim. Sonra arkadaşlarım, sevgilim, kardeşim.

"Hepimiz Recep İvedik’iz!" diyen bir arkadaşım var...

-Haksız değil. Karakterin özelliklerini düşünürsek, hepimiz onurumuza, gururumuza düşkünüz, hepimiz dürüst olmaya çalışırız, hepimiz küfrederiz.

Recep İvedik’in zavallı bir kıroluğu ve ilkelliği var...

-Var tabii. O da güzel okullarda okuyabilseydi, üniversiteye gidebilseydi, güzel bir işin başına geçebilseydi, o da bizden biri olurdu.

Ona acıma ve şefkat mi hissediyorsunuz?

-Biraz. Ama esas olarak süper bir adam, onu çok seviyorum. Arkadaşım olsun isterim mesela.

Sizin ne kadarınız Recep, ne kadarınız Şahan?

-Şu anda yüzde 40 Şahan, yüzde 60 Recep’im. Onun yaşadıklarını yaşasam onun gibi tepki verirdim.

Tesadüfen mi çıktı bu karakter, bilinçli mi?

-Tamamen doğaçlama. Bir skeç sırasında. Baktım çok ilgi gördü, başka bir skece koydum, sonra filmini çektim.

İsmi neden Recep, niye Mümtaz değil, Murtaza değil...

-2003 yılında yarattım bu karakteri. Skece başlarken isminin ne olacağını bilmiyordum, bana isminin sorulabileceği de aklıma gelmemişti. Fakat muhabir rolünü oynayan arkadaş, "İsim?" deyince "Recep" dedim, "Recep İvedik!" Attım kafadan.

Karakteri yaratırken örnek aldığınız bir prototip?

-Hayır, hiç öyle bir şey yoktu...

Yeni Şaban mı?

-İnek Şaban kadar benimsendi. Ama farklılıkları var: Şaban karakteri, köyden gelen ve İstanbul’a adapte olmaya çalışan bir şaşkaloz. Boğaz Köprüsü’nün satılabileceğini düşünecek kadar saf. Recep İvedik ise, bu şehirde doğmuş, varoş diye tabir edilen kenar semtlerden birinde büyümüş. Şaban kadar saf değil, daha güçlü, daha savaşçı.

Sizce halkın özelliklerine cuk mu oturdu? O yüzden mi sevildi, tutuldu?

-Yok hayır, komik buldular. Sır bu, komik olması. Bu filmi izleyenler analitik yorumlar filan yapmıyorlar. İzliyorlar, gülüyorlar, bitiyor.

Sadece gişe başarısı size yetiyor mu?

-Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde en fazla gişeyi yapmış filmin oyuncusu ve yaratıcısı olarak, evet insanların filmime gidip mutlu olmaları bana yetiyor. Fazlasıyla. Daha ne istemem gerekiyor bilmiyorum!

Recep İvedik, sizce sosyologların incelemesi gereken bir karakter mi?

-Bence öyle. Bu kadar büyük bir kitleyi sokağa çıkarıp, sinema salonlarına sokan karakteri kesinlikle incelemek lazım.

CANIM İSTERSE ZAYIFLAYACAĞIM

Recep İvedik yüzünden zayıflamıyor olabilir misiniz? Ya da bu bahaneniz mi?


-Benimki bilinçli tercih. Canım isterse zayıflayacağım, istemezse böyleyim.

Recep İvedik 3?

-İstiyorum, inşallah çekeceğim.

Bu kadar gişe yapan iki filmden sonra üçüncüsü baskı oluşturmaz mı?

-Şu kadarını söyleyeyim: İkinciyi çekerken, sürekli "Bu film, birinci kadar komik oldu mu?" diye sordum durdum. İnsanlar "Daha komik!" dedikçe ben rahatlıyordum. Tek kıstasım komik olmasıydı.

Annem 32 yaşında 2 çocukla kaldı

Nasıl bir aile?

-Eğitimli. Annem de, babam da ODTÜ mezunu. Babam makine mühendisi, annem kimya. Sevgi dolu tipler, birbirlerini okulda tanıyıp sevmişler, sonra da evlenmişler.

Nerede doğdunuz?

-İzmir’de. Ama çocukluğum babamın işi dolayısıyla Suudi Arabistan’da geçti. Çöl, deve, kum ve şantiye hatırlıyorum. Tabii annemin sürekli arkamdan koştuğumu ve babamın beni havalara atıp tuttuğunu. Ben 4 yaşındayken Togan doğdu, 5 yaşında Türkiye’ye döndük.

Neden Şahan ve Togan?

-Benimki Şahin’den, Togan’ınki Doğan’dan geliyor. Basbayağı kuş isimleri yani. Anadolu’da Şahin’in şiveli söylenişi Şahan’mış. Bir de Bekir Yıldız’ın bir romanında "Kaçakçı Şahan" diye bir karakter varmış. Babam ondan etkilenmiş. Allah bizi korumuş, bir kardeşimiz daha olsa, adı muhtemelen Kartal olacaktı!

Oğlan çocuğu babaya mı daha yakın olur?

-Başkalarını bilemem ben ikisine de yakındım. Ama babam hayattan gidince...

Nasıl kaybettiniz babanızı?

-Trafik kazası. Ben 8 yaşındaydım, Togan 4...

Babasız büyümenin nasıl bir etkisi oldu?

-Böyle büyük acılar insanı olgunlaştırıyor.

Kardeşiniz ve annenizle daha mı çok kenetlendiniz?

-Aynen. Daha fazla sorumluluk hissettim. Ailenin en büyük çocuğu olarak annemi ve kardeşimi korumam gerekirmiş gibi. Oysa, ikisinin de korunması gereken bir tarafı yok. Annem çok güçlü bir kadın, hep öyleydi. 32 yaşındayken iki tane erkek çocukla kalıyor ve hayatını bize vakfediyor.

Tekrar çalışmaya mı başlıyor?

-Evet. Bir inşaat firmasına giriyor. Zengin değildik ama hiçbir şeyimiz eksik değildi. Ben 10 yaşındayım, Togan 6, annem bizi Paris’e götürdü. Elimizde metro haritası şehri keşfetmeye çalıştık.

Annenizi küçükken hüzünlü mü hatırlıyorsunuz?

-Yoo hayır. Ama belki hüznünü göstermemek için çaba sarf etmiştir bilemem.

32 yaşında dul kalmış. Bir daha hiç evlenmemiş olması sizde nasıl duygular uyandırıyor?

-Nasıl yani?

Onun için üzülüyor musunuz?

-Yoo hayır.

Bencillik değil mi bu?

-Nasıl baktığınıza bağlı. Benim annem, gerçek aşkı tatmış. Babamla büyük bir aşkla evlendiği için onun üzerine bir başka adamı tanıma ihtiyacı hissetmemiş. Ben ona hak veriyorum. Sanırım istemezdim hayatında birinin olmasını.

Bir hayat arkadaşı olsaydı, belki dünya daha katlanılabilir bir yer haline gelirdi. E siz de evleneceksiniz, yalnız kalacak...

-Annem gibi insanlar özel insanlar, "Yalnız kalmayayım" diye sıradan düşünceleri yok. Zaten kendi hayatı var, bahçesi var, onunla ilgileniyor...

Yine de bir sevgilisi, bir hayat arkadaşı olması iyi olmaz mıydı?

-Kendi hayatında bir hayat arkadaşı varmış gibi hissediyor zaten...

Anlamadım.

-Babama hálá çok aşık demek istiyorum.

Trafik kazası sizde bir takıntı mıdır?

-Evet. Emniyet kemerimi her zaman takarım.

Görsel sanatları ve tiyatroyu seçmenizin özel bir sebebi var mı?

-İçimdeki enerjiyi boşaltabileceğim hem de alkış alabileceğim bir alan bu. Abi kardeş, ikimiz de ODTÜ Koleji’nde okuduk, sonra ben Bilkent’i kazandım, Togan, Bilgi Üniversitesi’ni. Okulu bitirince ben de İstanbul’a geldim, birlikte yaşamaya başladık. Çok iyi iki arkadaşız biz. O çekiyor, ben oynuyorum.

Anneniz nerede?

-Ankara’da yaşıyor. Bizimle gurur duyuyor.

Amma kastınız kendinizi! Annenizle ilgili sorular bir "kirpi" yaptı sizi, kapandınız...

-Evet. 1- Acıların çocuğu gibi bir durumum yok, öyle algılanmak istemiyorum. 2- Tamam meşhuruz, hayatımızı birçok insanla paylaşmak zorunda kalıyoruz ama ben annemi paylaşmayı tercih etmiyorum. Annem kutsal ve değerli. O bana özel kalsın...

SEVGİLİM ÇIPLAK POZ VERİRSE SENARYO GEREĞİ ÖPÜŞÜRSE...

Nasıl bir aşıksınız?


-Doğa’ya sormak lazım.

Maço bir adam mısınız?

-Onu da bir zahmet Doğa’ya sor.

Kadın erkek ilişkileri üzerine kafa yorar mısınız?

-Tabii. Erkeğin kadına hizmet etmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Kadın dursun, ağır olsun, asil olsun, yerlerde sürünmesin, kendini düşürmesin. O, doğuştan artısı olan bir varlık.

Kadınlara yalakalık mı yapıyorsunuz şu anda?

-Evet. Ama inanarak söylüyorum. Kendini ucuzlatan kadınlara üzülüyorum.

Doğa’nın bir süre önce çektirdiği seksi fotoğraflar sizi rahatsız etti mi?

-Etmedi, sadece bu fotoğrafların hayatı boyunca onu takip edeceğini söyledim. 10 yıl sonra bir tiyatro açacak mesela, o fotoğraflardan birini basacaklar. Böyle. Bir kere çektirdin mi, dolaşıma giriyor. Benimle beraber olduğu sürede bir daha böyle bir şey yapmasını tercih etmem. Sevgili olarak talebim budur. Ben bir kadının çıplak poz vermesini, -Doğa öyle bir şey yapmadı gerçi- ya da abidik gubidik dergilerin kapağında sedire uzanmış kameraya bakmasını, özgürlük olarak değerlendirmiyorum. Bir kadın seksi pozlar vermeyerek kendini korumuş oluyor.

Başka erkeklerden mi koruyor? Siz bayağı konservatifsiniz.

-Yoo, ben sadece birlikte olduğum kişiyi önemserim.

Siz ne yaparsanız yapın o başka adamlar, ne istiyorlarsa onu düşünecekler. Sevgiliniz boynuna kadar kapalı giyinse de.

-Tabii, insanların beynine dekoder takacak halimiz yok. Ben sadece önem ve değer verdiğim insanın kıyafetlerini seçerken biraz daha özen göstermesini istiyorum. Sevgilimin belli bir ağırlıkta olmasını tercih ediyorum.

Bu tür şeyler ayrılma sebebi olur mu?

-Neden olmasın? Bir sevgili vardır, ultra mini bir etek giyiyordur, oturduğu zaman etek boğazına çıkıyordur. Ben derim ki, "Bu etek benim için fazla kısa". O da bana, "Babam bile karışmadı banaaaa!" derse, "Peki hayatım, bundan sonra hiç karışmam" derim, arkamı döner, giderim.

Diyelim ki, bir film çekecek ve bir adamla öpüşecek?

-Pardon ama niye öpüşüyor? Senaryoya çok mu hizmet ediyor? Gerçekten ediyorsa belki ses çıkarmayabilirim ama yine de...

Nicole Kidman’lar, Meryl Streep’ler... Sizce onların kocaları da senaryoya hizmet ediyor mu etmiyor mu diye düşünüyor mudur?

-Orası Amerika, zaten o insanların çoğu da dublör kullanıyor.

Zaman zaman kendinizi biraz kompleksli bulduğunuz oluyor mu?

-Hayır. Benimki normal, karşısındaki kadını ciddiye alan erkek reaksiyonu.
Yazarın Tüm Yazıları