Paylaş
Şimdi tekrar başlıyoruz. En sevdiğim iş, bir başkası için bir şeyler yapmak. Bana nasıl iyi geliyor, nasıl gaz veriyor anlatamam. Kendimi iyi insan gibi hissediyorum, temizlenmiş, arınmış...
Evet yoruluyorum, evet korkuyorum, yüzlerce insanın önüne çıkmak her seferinde beni geriyor. Evet hepsi bir sınav, üstelik karşılarına oturup soru sorduğum insanların hepsi kendi alanlarında bir numara. Neticede adam gibi iş çıkarmak gerekiyor, çalışmak, hazırlanmak gerekiyor. Her seferinde kendime küfrediyorum, “Niye kalkıştın bu işe, niye kabul ettin?” diye.
Ama beni tek bir şey rahatlatıyor, bu işten kazandığım tek kuruş yok. Ve gelen paranın tümü, ihtiyacı olan, hayatı yarım kalmış birilerine gidiyor. Bu da benim ayaklarımı yerden kesiyor mutluluktan.
Tam gaz gideceğim bu yıl. Geçen sene 25 tane yapmışız. Bu sene listem kabarık, neredeyse her hafta bir tane yapabilirim. O kadar talep var. Altından kalkamayacak gibi olursam, o zaman iki haftada bir.
Fakat biraz formatı değiştirdik. Artık işin ilk kısmı, yani şirketlerle yaptığım etkinlik, hurriyet.com.tr’de yer alacak. Röportaj, izlenim, fotoğraflar... Şirketlerden gelen paranın gittiği insan öykülerini ise bu köşede okuyacaksınız.
Tabii şöyle bir gerçek de var, tam bunları sadece kendimi iyi hissetmek için değil, size farklı, şaşırtıcı hayat öyküleri sunabilmek için de yapıyorum.
Bir düşünün, bu köşelerde hepimiz sonsuza kadar kendimizi anlatıp duruyoruz, ben sizin ilginizi canlı tutabilmek için başka insanların hikâyelerini de dayamak istiyorum önünüze...
Böylelikle hem kendime hem başkalarına faydalı olmuş oluyorum.
Bu arada Enis Berberoğlu’na ve Fatih Çekirge’ye desteklerini esirgemedikleri için de çok çok teşekkür ediyorum.
Onlar olmasaydı, nah yapabilirdim bu işi!
24. Yarım Kalan Hayatlar’ı Vakko’nun Nakkaştepe’deki yeni binasında yaptım. Cem Hakko ile canlı röportaj, 200 kişinin önünde. Ondan, gizli planlanmış bir şeydi. Benim suçum yok, şirketi öyle tercih etti. Çalışanları, onun canlı performansıyla neşelenmek istedi. Gerçekten de, sabah beni görünce şoke oldu.
“Ben normalde bile röportaj vermekten hoşlanan biri değilim, karşıma seni çıkarıyorlar. Hayatta olmaz Ayşe, direkt garajdan kaçalım en yakın Starbucks’a gidelim” dedi.
Çok şeker ve çok tatlıydı, ama kaçamadı bir yere...
Neşeli, sahici, keyifli bir iş oldu.
Yakında okuyacaksınız.
Bu arada Nakkaştepe’deki yeni binaları dudak uçuklatıcı. Zaten Wallpaper en iyi ofis ödülü vermiş. Galiba benim hayatım boyunca gördüğüm, en baştan çıkarıcı ofisti. Yakında bütün fotoğraflar, bütün röportaj, hurriyet.com.tr’de.
Vakko’dan gelen 20 bin lira ise, müthiş bir anneye gidecek.
Henüz kendisinin haberi yok. Zihin özürlü bir oğlu var. Hayatta en zor şey, zihin özürlü bir çocuğa sahip olmak. Allah kimseye vermesin, özellikle Türkiye gibi bir ülkede. Bu 20 bin lira, o aileye bir parça nefes aldıracaksa, ne mutlu bize...
Tesettürlü olmam Tarkan hayranı olmama engel değil
45 yaşındayım, 19 yaşında bir oğlum var, tesettürlüyüm. Ve Tarkan konusunda sana sonuna kadar katılıyorum. Ben de bu yazı Tarkan’sız geçirmedim. Konserine gittim, saatlerce ayakta dikildim, dans ettim, bütün şarkılarına bağıra bağıra eşlik ettim. Çok arkalarda kaldığım için, iyi göremeyince oğluma yalvardım beni omuzlarına alsın diye, “Anne delirdin mi olmaz öyle şey!” dedi. Olsun, uzaktan da olsa, Tarkan’ımı görebildim. Kendime söz vermiştim. “40 yaşıma gelmeden bir Tarkan konserinde başıma bandana takıp, çığlık atacağız” diye. Yaptım Ayşe. Aradaki yıllarda fırsatım olmadı ama bu yaz 45 yaşımda yine aynı enerjiyle Tarkan’a koşabildim. Ne güzel demişsin “Hem erotik hem sempatik” diye. Aynen öyle. O nasıl bir sahne ışığı, nasıl bir seksilik ve bir şirinlik. Ama ah ah, birazcık daha uzun olsaydı keşke. Neyse o da nazarlık olsun diyelim. (Melike)
- Melike, azmine hayran oldum. Yaşasın sonunda hayalini gerçekleştirmişsin. Bir dahakine birlikte gidelim. Bana torpil yapıp önden yer verdikleri oluyor, birlikte otururuz. Daha rahat görürsün. Öptüm.
HAVUZ PROBLEMi
ARTIK düşünerek bu işin içinden çıkamayacağımı anladım. Bu yüzden benim durumumda olan belki başka insanlar da vardır diye durumumu okurlarınızla paylaşayım istedim.
Akıl akıldan üstündür, belki bana da bir akıl veren çıkar.
Ben çalışıyorum. Her gün işe gidip geliyorum. Kızım 1 yaşında, bakıcı tutacak gücümüz yok, annem bakıyor. Ben de haliyle kızımdan ayrılmayı göze alamadığım için, geceleri annemde kalıyorum. Diyeceksiniz ki neden, niye birlikte yaşamıyorsunuz? Çünkü yeni bir ev aldık, henüz inşaat halinde, daha borcunu ödüyoruz. 2012’de bitecek. Paralarımızı yeni aldığımız evin borcuna yatırdığımız için, kiraya çıkamıyoruz. Annemin evinde yer olmadığı için, eşim bizde kalamıyor, kendi annesinde kalıyor. Onun annesinin sağlığı el vermediği için, kızımıza bakamıyor. Her şey üst üste binince, biz sadece haftada bir gün görüşebiliyoruz.
Ben ne yapmalıyım? Bu ülkede sadece ben mi bu durumdayım? Bir Allah’ın kulu çıksın, “Ben de bu durumdayım” desin de içime su serpilsin! (Su.)
- Sevgili Su, yaşadığınız karmaşa, gerçekten de havuz problemi gibiymiş. Aklıma birkaç şey geldi. Eminim de okurların da gelecektir. Onlar da yazarlar. Benimkiler şöyle: 1- Anneni de al, kocanın annesinin evine taşın. Nisana kadar iki kaynana birbirine hoşgörüyle davransın. Kızın da hem anneanne hem babaanneyle yaşamış olur. 2- Annenin evindeki tek kişilik karyolayı ya birine ver, ya başka bir yere yolla, oraya iki kişilik bir şilte al. Tek kişilik odada, iki kişilik şiltede, üç kişilik bir dünya kurun. 3- Haftada bir güne razı ol, ama o günün de gözünü çıkar. O 24 saati, kaliteli zamana çevir ve bütün bir hafta kocanı baştan çıkaracak şeyler düşün... Amaaaaa ne desen haklısın, çok zor bir durum. İnşallah bir an önce eviniz biter, birbirinize kavuşursunuz. Eminim, ileride bu yılları gülümseyerek anımsayacaksınız...
Tavsiyem, bienali rehberle gezin
İŞTE İstanbul budur.
Bütün iyi sıfatlarını da, kötü sıfatlarını da hak eden şehir.
Her şey bir arada, karmaşa, kaos, trafik, eğlence ve sanat.
Al sana dünya çapında bir bienal.
Hafta sonu çoluk çocuk oradaydık. Alya 6, Pırıl 7 yaşında, ilk bienalleri. Bebek Balıkçı’da balık yedikten sonra, soluğu antrepolarda aldık.
Babaanne, “Beni de alın” dedi.
84 yaşındaki Betûl Mardin’in, torunuyla bienal gezmek için gösterdiği çabaya hayranlık duyuyorum. Şu İstanbul’da ne kadar müze varsa, 2.5 yaşından beri Alya’yı götürüyor.
Buyurun size bienal izlenimlerim:
1- Girişte İKSV’nin şahane rehberleri var. İnsanlar pek haberdar olmadığı için, bodoslama dalıyorlar, kendi başlarına gezip çıkıyorlar. Bu yüzden bir sürü şeyi kaçırdıklarına inanıyorum. O rehberlerden yararlanmalarını tavsiye ediyorum, çok daha aydınlatıcı oluyor. Hele sanatla çok haşır neşir değilseniz, sıkı bir altyapınız yoksa, modern sanatların geldiği noktaları takip eden biri değilseniz, bazı işleri anlamanız haliyle zor oluyor. Hatta imkânsız.
2- Bizi Eda Taran gezdirdi. Pırıl, pırıl genç bir öğrenci. Sorduğum bütün abuk sabuk sorulara da cevap verdi, çok teşekkür ederim. Alya ve Pırıl’ı bazı yerlere sokmadık, ölüm ve ateşli silahlar gibi, çocuklarla gidiyorsanız aklınızda olsun.
3- Türklerden çok yabancılar geziyor, biraz üzüldüm.
4- Kasım sonuna kadar devam edecek, mutlaka gidin gezin, kendinizi genç, enerjik ve yeni hissedin. Farklı beyinler, düşünceler keşfedin. Hayatınızın ne kadar tekdüze olduğunu fark edin.
5- Alya’yı da her hafta sonu İstanbul’daki sanat etkinliklerine götürmeyi hedefliyorum. Tek sorun, yoruluyor, “Beni kucağına al” diye tutturuyor. Bienali bir kere gezmek beni kesmedi, bir kere de onsuz gezeceğim.
Paylaş