Paylaş
Biliyorum çok uzak ama gitmelisiniz.
Hatta, Vuslat Doğan Sabancı söylediğinde anlamamıştım, haklıymış, oradayken bir de Kamboçya yapmalısınız.
Benim vaktim yoktu.
İş bekliyordu döndüm.
Ama kalmak isterdim. Yerkürenin o taraflarında, gezgin ruhum hortladı.
Gidin bir ara... Mutlaka... Her şeye rağmen yine de el değmemiş olduğu için... Daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemediği için...
Bıkmadınız mı artık Avrupa görmekten, üç aşağı beş yukarı Avrupa’nın bütün şehirleri birbirine benziyor.
Ama mesela Saygon şimdi ki adıyla Ho Chi Minh, benim gördüğüm hiçbir yere benzemiyor.
Gidin çok renkli olduğu için...
Gidin deli ve çılgın bir şehir olduğu için... 4 milyon motosiklet var trafikte, mobilet, mobilet, vızır vızır, akrobasi yapıyorsunuz yollardan karşı karşıya geçerken, ama sonra alışıyorsunuz...
Gidin insanlar güler yüzlü olduğu için, yemekleri olağanüstü olduğu için... Gidin ucuz olduğu için...
Gidin az parayla güzel otellerde kalabildiğiniz için...
Gidin, dünyanın en güzel masajlarını yaptırabileceğiniz için...
Gidin, eğlenceli ve sürprizli olduğu için, çiş yapmak için bir yere gidiyorsunuz, randevu evi çıkıyor, son derece şeker kızlar tertemiz bir tuvaleti gösteriyor.
Öncelikle Saygon’a gidin... Ruhu olduğu için... Eklektik olduğu için... 24 saat yaşadığı için... Bir sürü şehrin karışımı olduğu için... Biraz İstanbul, bir Rio, biraz Küba, biraz Paris (çünkü Fransız kolonisi, olağanüstü yapılar var, tam şehrin merkezinde şahane bir opera var mesela, meydanlar Paris’teki gibi, zaten Fransızlar iyi şeyler yapmışlar, Amerikalılar içine etmişler.) Vietnam’a gidip Amerika’ya sinir olmamak mümkün değil. Bir süre “yoldaş” gibi dolaşıyorsunuz. O insanların seviyorsunuz. Vietnam Savaşı üzerine gördüğünüz bütün Amerikan filmlerini zihninizden geçirip, “Ulan ne alçaklar!” diyorsunuz..
Oraya gidince, Vietnamlıların da gözünden görüyorsunuz yaşananları.
Gidin, Vietnam’ı gezerken Vietnam Savaşı’nı okuyun.
Gidin, o insanların kahramanlıklarına şapka çıkarın.
Ben acayip saygı duydum.
Direnişlerine... Cesaretlerine... Kafa tutuşlarına.
Görün, o müzeleri, o fotoğrafları...
Fakirler, basitler, yalınlar ama gururlar... Görün o yerin altına inşa ettikleri şehirleri, tepede Amerikalıların karargahı, yerin altında Vietnam direnişçileri. Şehrin üstünde nasıl yaşıyorlarsa, altında da öyle yaşamışlar hiç ses çıkarmadan, Amerikalıların ruhu bile duymamış.
O imkansızlıkların içinde çırpınan insanların, neler başardıklarını görün.
Ben inanılmaz etkilendim, hatta çarpıldım.
(Tabii o tünelleri kendilerine göre, incecik yapmışlar, şimdi turistler de gezebilsin diye genişletmişler...)
Önümüzdeki günlerde biraz Vietnam anlatacağım.
Bu, jenerikti...
Filmi haftaya bu sinemada...
Sizce Rıdvan’ın eşi Ayşe ne demek istiyor?
- Merhabalar Ayşe Hanım.
- Merhabalar.
- Ben de Ayşe’yim.
(Kendimi tanıyorum. Adaşım, son derece tatlı bir kadın. Rıdvan Dilmen’in eşi. Meşgul. Eczacı. Çalışıyor. Ne dediğini biliyor. Net. Kaypak değil. Sıcak. Samimi. Sorularıma yanıt veriyor da vermiyor...)
- Eşinizi de aradım diyorum.
- Tabii tabii, Rıdvan söyledi diyor.
- Onunla buluşacağınızı da...
(Demek ki karı-koca her şeyi konuşuyor. Bana aralarındaki ilişki gayet sağlammış gibi geldi.)
Kendimi biraz tuhaf hissediyorum. Konuşmamız gereğinden fazla normal seyrediyor. Ortalıkta hiçbir problem, pürüz, sorun yokmuş gibi.
Ayşe Dedeoğlu Dilmen’de herhangi bir kınama, tedirginlik, panik ya da üzüntü belirtisi yok. Hani kocanın bir sevgilisi olursa tarif edemediğin bir huzursuzluk olur ya, en azından bende olur ama Ayşe Hanım’da yok. Çok şeker, kibar, beni takip ettiğini, sevdiğini filan söylüyor.
İnsana sevimsiz gelen aşırı bir kendine güveni de yok.
- Günlerdir yazılıp çiziliyor, siz eşinize kırgın, kızgın değil misiniz? diyorum.
- Yoo hayır, diyor gayet içten. Ailecek yazılanlara çizilenlere üzüldük ama geçti, 10 yıldır nasıl devam ediyorsak aynen devam, bizim hayatımızda değişen bir şey olmadı, diyor.
- Ama nasıl olur diyorum.
- O benim eşim diyor, altını çizerek. Karı-koca hayatımız devam ediyor, 10 yaşında bir çocuğumuz, evimiz düzenimiz, aile hayatımız var, ayrıca Rıdvan’a bir kırgınlığım yok. Niye olsun?
- Allah Allah bir sevgilisi yok muydu, onun telefonlarını dinletmedi mi, bütün o yazılanlar neydi? diyorum.
- Bunları Rıdvan’la konuşun, diyor.
- Bir eşin bu kadar normal davranması bana normal gelmedi diyorum. Yoksa komplo olduğunu filan düşünüyorsunuz da ondan mı bu kadar rahatsınız...
- Var diyemem, yok da diyemem diyor. Bir sıkıntı yaşadık ama Allah’a şükür şimdi iyiyiz. Sizinle tanışmak isterim ama gazetelerde ön plana çıkmayı seven biri değilim, siz en iyisi Rıdvan’la konuşun...
Telefonu kapatırken düşünüyorum:
Ayşe Dedeoğlu Dilmen ne demek istiyor?
Rıdvan’ın bir ilişkisi vardı da, af mı etti? Yoksa her gün kamuoyunun gündemindeki adamların eşleri, onların başına gelenleri normal mi sayıyor artık? Yoksa Rıdvan’ın başına gelenler komplo mu?
İnsan artık bu ülkede ne işittiklerine, ne de yazılıp çizilenlere inanabiliyor...
İzmir, güzel İzmir
YARIN İzmir’deyim. Kitap Fuarı’nın açılışında. Doğan Kitap’ın standında beni de görebilirsiniz. “Alya, sevgilim ve ben” kitabıyla. Yarın imza günü, sizinle tanışıp, bakışıp, gülüşme günü. Beklerim. Saat 14.00-16.00 arasında...
Paylaş