Paylaş
Ayakları çıplak olursa daha da rahat ediyor. Galata Meydanı’nda çekilen bu fotoğraflar onun doğal hali...
Çok iyi bir oyuncusun ama Vasfiye Teyze karakteriyle ortalığı dağıttın. Tahmin ediyor muydun böyle bir başarıyı?
Hayır, hiç. Önce o kafaya giremedim. Gece 1’de Gülse’nin kapısına dayandım, “Olmuyor!” dedim, “Saçmalama olacak!” dedi. Bütün ekip sonsuz destek verdi. Hasibe ve Füsun Abla, Gülse’nin evine geldiler, sırtımı sıvazlayarak, “Yaparsın, yaparsın” dediler, bir daha, bir daha oynadık. Onlar olduğuna ikna olmasa, ben devam edemezdim...
Nereden çıktı “Ne çektin be!”
Bizim setteki geyiğimizdi, hepimiz ortada, “Ne çektin beeee...” diye dolanıyorduk.
Nasıl yani?
Uzak bir akrabamız anneme söylerken ben bu lafı duymuştum. İrem’le bir sohbet esnasında ortaya çıktı. İrem, Hendek Sivaslı, benim de çocukluğumun yazları orada geçti. Demek ki insan çocukluğunda farkında olmadan bir sürü şeyi gözlemliyor, “harddisk”e atıyor. Kadınların ten rengi çorap giymesi, ayağın, o çorabın ayağın içinde oynaması. Biz bunları İrem’le konuşup gülüyorduk. Sonra İrem, “Gülse’ye anlatsana” dedi. Anlattım, o da çok güldü ve “Ben bu kadını tanıyorum!” dedi, sonra çığ gibi büyüttü onu. Gülse’nin eseridir Vasfiye Teyze. Biz tabii setin içinde makyaj filan yapılırken, “Ne çektin beee senaryo için! Yaz, yaz, yaz bitmiyor Gülse” diyoruz, ölüyoruz gülmekten.
Daha ortada yok muydu karakter o zaman?
Yoktu. Gülse de bize takılıyordu, “Ne çektiniz beee ünlü olup dizide oynayacağız!” diye. Gözümüzden yaş geliyordu. Sonra “Mecbuuuur”u da ekledik. Gülse bir gün aradı, “Böyle bir tip yazdım, biraz uzun bir sahne, bunu çalış” dedi. Yürüyüşünü çok uzun süre çalıştım. Elinin kullanımı mesela, Haldun Hoca’dan arakladım. Kolları uzundur Haldun Dormen’in, demek ki farkında olmadan onu da gözlemlemişim. Vasfiye Teyze’nin omuzları düşük, onu da Yıldız Kenter’den aldım. Hepsinin bileşiminden Vasfiye Teyze çıktı...
Sosyolojik bir gerçeklik de var. Hepimizin hayatında bir Vasfiye Teyze var...
Olmaz mı? İyilik yapıyor gibi görünen ama laf sokan kadınlar. “Acaba iyi bir şey mi söylüyor, kötü bir şey mi?” diye o, az mı gerildi gençler onların yanında! Tabii rolü ne kadar iyi kıvırıyorum ben değerlendiremem, ama henüz ustalar “Saçmaladın!” demedi, bu da benim için yeterli!
10 yıl bu lafı söylemek için bekledim: MÜSAİT DEĞİLİM!
Hiçbir mekâna bağlılık duyamıyor musun?
Hayır. Gerçi bu yeni ev iyi geldi. Sürekli bir şeylerle meşgulüm. Geçenlerde bir arkadaşım, “Sana gelebilir miyim?” dedi. “10 yıldır içimde beklettiğim bir sözü söyleyeceğim sana” dedim, “Söyle” dedi, “Müsait değilim!” dedim. İlk defa göçebe hayattan yerleşik düzene geçtim. 10 yıldır arkadaşlarımda kalıyordum. Menajerim Renda Güner’dir bana bu evi aldıran. Bana kalsa o para çoktan harcanıp gitmişti!
BARIŞ İÇİN BİLE OLSA SAVAŞ İSTEMİYORUM
Gezi’yle ilgili neler söylemek istersin?
Balta istemiyorum hayatımda. Ağaçlara balta vurulmasın. Çocuklar öldürülmesin. Kadınlara tecavüz edilmesin. Translara, gay’lere lezbiyenlere ve tüm insanlara yaşam hakkı tanınsın. Baskıcı her şey hayatımızdan çıksın. Bu beni, bir “taraf” yapıyorsa, bunun hangi taraf olduğunu merak ediyorum, çünkü herkes için aynı şeyi istiyorum. Barış için savaş bile olmasın istiyorum.
İnanmıyorsan olmaz!
Babanın ateist olması seni nasıl etkiledi?
Babam, “Ben ateistim” diye gezmezdi ortalıkta ama inançla ilgili uzun sohbetlerimiz de olmadı. Annemle oldu. Spiritüel bir kadındır. “İnanmıyorsan olmaz. İnan!” diyen biri. Küçükken paten isterdim mesela, “Çiz ve onu hayattan iste!” derdi. Çizmeden de almazdı. Sabaha karşı dörtte bir film oynardı mesela, adını da hatırlıyorum “Noel gerçekten var mı?” hepimizi uyandırır, “Kalkın! Herkes bu filmi izleyecek. İnanmanın gücünü gösteriyor!” derdi. Yoksul küçük bir kızın inancıyla nasıl zengin olduğunu anlatan bir film. O kız bir gazeteciye yazı yazmakla inancı bulmuştu. Ben de bugün seninle konuşuyorum, hayrını göreyim bari!
BEN IŞIĞIM DERDİ, YOLUNA DEVAM EDERDİ
Annemin, çizgi filmlerdeki mavi ya da mor ışıkla karanlığı kovar gibi bir dünyası vardı. Edepsizce, “Ben ışığım!” derdi ve yoluna devam ederdi. Hiç unutmam, gece bir komşudan dönüyoruz, paramız yok yine, E-5 gibi bir yerde yürüyoruz. Bir araba durdu önümüzde, camını açtı. Şimdi anlıyorum adamın niyeti başkaydı ama annem son derece tatlı bir şekilde, “Çok teşekkürler kardeş! Hava o kadar güzel ki, eve yürümeye karar verdik!” dedi. Adam da hiç bozmadan gitti. Hep böyle muhteşem şeyler yapardı annem.
O açlığı, zenginliğe çevirirdi...
ONU DA GÖRDÜM, ONU DA GÖMDÜM
Ailedeki esas çatlak anne mi, baba mı?
Annem. Ama asıl, onun babaannesi Atike Babaanne. Onu da gördüm, onu da gömdüm! Ölmeden önce geçirdiğimiz bir yaz var. Tüm detaylarıyla Sakarya Harekâtı’nı dinlediğim bir yaz. Atatürk’e kırgın olarak öldü Atike Babaanne...
Neden?
Şapka Devrimi olmuş, adapte olamamış. Harf Devrimi olmuş, hoop Arapça harfler gitmiş Türkçe gelmiş. Uyum sorunu yaşamış. Bir de Atatürk evlerinin önünden geçmiş ve karanfil koparmış. Çiçeklere çok değer veren bir kadın olduğu için çok içerlemiş. Bence asıl içerlediği, bir kere bile dönüp bakmaması. Öyle dedi. Oysa, en süslü, en güzel kapı onunkiymiş. Diyorum ya, çatlak! Ama şahane bir çatlak. Ölürken, evde dua okunuyordu, ben kulağına onun sevdiği şarkıları koyuyordum, gençliğinin şarkılarını...
Düzenle hep mi derdin vardı...
Evet! Belki de çok düzensiz ve dağınık bir hayatım olduğu içindir. Düzenle derdi olan ama içten içe bir düzeni olsun diye dua eden biriyim!
HÂLÂ UYUYAMIYORUM
17-22 arası çok zordu. Birileri sürekli, “Sen çok yetenekli bir kızsın, senin çok güzel şeyler yapman lazım!” diyordu. İyi de nasıl yapacağım! Param yok. Adam gibi eğitim almam lazım, yurtdışına çıkmam lazım, İngilizce öğrenmem lazım, o kadar çok “lazım” vardı ki... İçimden bir ses de diyor ki, “Benim eve gidip uyumam lazım!” Tabii uyuyamıyorum, uyursam biri bana, “Neden bunları yapmadın!” diye soracakmış gibi geliyordu. Hâlâ zor uyurum. Uyuyunca da, 3.5 yaşındaki köpeğim bile uzak durur benden!
Bazen giden o sanıyorum, bakıyorum ki benim
Bir erkekle en uzun birlikteliğin ne kadar sürdü?
4-5 sene, 1.5 sene, 1 sene...
Ne gibi problemler oluyor sona doğru?
Acaba gider mi? Acaba gider miyim? Bazen de giden o sanıyorum, bakıyorum ki benim aslında. Başka? Duyarsızlık. Bizim ailede kafasına esen biblo fırlatamazdı, teybin tuşuna “pat pat” basamazdı. Hep kibar ve saygılı olacaksın. Öyle büyüdüğüm için, erkekte duyarsız bir ukalalaşma gördüğüm anda müthiş uyuz oluyorum. Bir de anne ve babasıyla mutlu bir çocukluk geçirmiş erkek beni mutlu ediyor. Kadın öyle ya da böyle geçmişle baş ediyor ama erkek, hep geçmişe saplanıp kalıyor...
İçinde tutku olmayan bir şey yaşayamaz mısın?
Deniyorum. Herkese de hava atıyorum, “Bu sefer çok düzenli, sakin bir şey buldum!” diye. 3 gün sonra Woody Allen hikâyeleri gibi bir saçmalık oluyor. Galiba aslında saçma olan, tutkusuzluk!
Paylaş