Paylaş
Bütün zarafetiyle Boğaz’da dikiliyor. Sahibesi gibi. Galatasaray Kulubü Başkanı Ünal Aysal’ın boşandığı eşi Ahu Aysal. Magazin dergilerinden rastladığımız bir figür, ‘cemiyet hayatının ileri gelenleri’nden ve tamamen kendi özgü bir kadın, hiçbir kalıba, kurala sokulamayacak biri. Ne zaman fotoğrafını görsem bir durup bakardım zaten, “Bu kadında bir farklılık var ama ne?” diye. Konuşunca öğrendim...
Size niye ‘Deli Ahu’ diyorlar?
Desinler Ayşecim, desinler. Ne güzel! Ben insanların bana deli demesine izin veriyorum, karşılığında da dilediğim kadar özgür oluyorum. Delilik-melilik hikaye. ‘Normal’ diye bir şey yok ki bu dünyada. Kime göre normal, neye göre normal? Normali kim değerlendirecek? Senin normalin sen, benim normalim ben. Ben kendime inanıyor ve güveniyorum. Kendi yaptıklarımı beğeniyorum, kendimi seviyorum. Gerisi hikaye.
Ne kadar kendinize güvenlisiniz. Hep böyle miydiniz, sonradan mı oldu?
Babam yaptı. Nöropsikayatri profesörüydü. Ona da ‘deli’ derlerdi.
Anne peki?
O da, ruhu güzel bir insandı. Kendi çapında bilgeydi. Derdi ki, “Ne zaman ki aaaa demeyeceksin şu hayatta, işte o zaman büyüdün, olgunlaştın!”
Şaşırmaktan kurtulunca mı yani...
Evet.
Sizin artık şaşıracağınız hiçbir şey kalmadı mı?
Hiçbir şeye şaşırmıyorum Ayşecim. Her şeyi olduğu gibi içime sindiriyorum. Ben çok seyahat ederim mesela, hep yeni insanlar, yeni kültürler görürüm. Papua Yeni Gine’ye gittim sırt çantalı gençlerle. Hani sosyetik görünüyorum ya, zannettiler ki uyum filan sağlayamam. Çünkü hijyen-mijyen hak getire, yataklar 3-5 günde bir değişiyor, o da şanslıysan. Hiç rahatsız olmadım, tişörtleri yastıkların üzerine geçirip yattım uyudum. Şartlar ne gerektiriyorsa onu yaparım. Zaten hayatta bir an geliyor. “Ben yaparım, ben yaptım!” diyorsun. Kimse seni yıkamıyor. Gülüp geçiyorsun. Ve özgürlük, inan ki şu hayatta en değerli şey. Ruhunun serbest kalabilmesi, dilediği gibi hareket edebilmesi. Ben öyleyim. Kurallar bana vız gelir, tırıs gider. Her gün önemli, biz önemliyiz, binlerce sperm arasından gelmişiz, biz seçilmişiz, bunun kıymetini nasıl bilemeyiz?
Depresyon filan gibi sıkıntılar size uğramaz mı?
Artık yaşamam. Onları da yaşadım, atlattım. Sekiz sene önce çok üzüldüm mesela; kanser oldum.
İnsan üzüldüğü için kanser olur mu?
Başkalarını bilemem, ben oldum. Meme kanseri. Ünal’ın benden uzaklaştığını hissedince. Ünal hep hayatımın aşkı oldu, benim limanım, güneşim, direğim. Çocuklarımın babası. 25 yıl birlikte olduk. Evlendiğimiz zaman 18 yaşında bir talebeydim. O da talebeydi. Her şeyi birlikte yaptık, askerliği bile, hem de Erzurum’da.
Onun peşinden gittiniz...
Tabii tabii. Her yere. Bu kadar sevince, başka türlüsü mümkün değil ki. Çok güzel bir hayat yaşadım.
BİR AN GELİYOR ERKEK GENÇ TEN İSTİYOR
Kanser olacak kadar çok sevdiniz, öyle mi?
Elbette, hâlâ çok seviyorum. Çok sevdiğim için boşandım zaten. Bütün kadınlar da böyle yapmalı. Gitmek isteyen adamı durdurmayacaksın, onu özgür bırakacaksın. Sevgi böyle bir şey.
Nasıl yani, “Onu bırakayım, o mutlu olsun, o mutlu olunca haliyle ben de mutlu olurum!” gibi mi?
Evet. Bir şey yapmak isteyeni, yeni heyecanlar arayanı serbest bırakacaksın. Yoksa aranızdaki sevgi bitecek, tükenecek. Ben Ünal’dan ayrılırken sımsıkı sarıldım ona, “Seni çok seviyorum ayrılmamız lazım” dedim. Dünyada en yakın insan hâlâ o bana. Her zaman konuşuruz, hep beraberiz.
Peki bu kadar severken, onun günün birinde bir başkasına aşık olmasını nasıl kabul edebiliyorsunuz?
Hayatı boyunca çalıştı o; bizim için çalıştı. Ama ne çalışma... Hiçbir şey görmedi. Ve bir gün, bence hayatın sonsuz olmadığı fark etti, yaşının da ilerlediğini. Bir an geliyor, genç ten istiyor erkek. İstisnaları vardır mutlaka ama genellikle olan bu. Bunu da, sana tuhaf gelecek ama, anlayışla karşılıyorum. Kendimi yıpratıp, adama hayatı zindan edip, ayrılmamak için direneceğim de ne olacak? Adamın, genç ten arzusu geçecek mi! Biz yıpranacağız arada. Ben öyle yapmadım.
Niye peki bu adamların canı ‘genç ten’ istiyor?
Hayatın kuralı şekerim. Böyle. Değiştir değiştirebiliyorsan. Ne yazık ki imkansız. En sevdiğin şu saati bile kaç gün daha takacaksın... Sıkılıyor insan. Kadın da, erkek de. O da benden sıkıldı. Bizler bunu kabul edemiyoruz, “Nasıl olur?” diyoruz, kan davası haline getiriyoruz, malını mülkünü, donuna kadar almaya, onu perişan etmeye çalışıyoruz. İntikam bu. Hiç gerek yok.
ÜNAL BENDEN UZAKLAŞTI DİYE KANSER OLDUM AMA TEDAVİ OLURKEN YİNE O YANIMDAYDI
35 yıl öncesine dönelim. Sizin hikayeniz nerede başlıyor?
İkimiz de İstanbulluyuz. Ben İngiltere’de talebeyken tanıştık. Yolda…
Nasıl yani?
Annemle Münih’teydik, otobüsle İstanbul’a gideceğiz. Ünal da Türkiye’de okuyor, hukuk fakültesinde. Bosfor otobüslerinde host olarak çalışıyordu. Biz de annemle o otobüse bindik. Feyyaz Toker’indi otobüsler. Babam büyütmüştü Feyyaz’ı, Berna’yla da o evlendirdi. İşte ne olduysa, o otobüste oldu.
Çok mu yakışıklıydı?
Dı da ne oluyor? Ünal hâlâ çok yakışıklı. O zaman da öyleydi. Hem okuyor hem çalışıyordu. Fransızcası var, İngilizcesi var.
Siz hâlâ aşıksınız bu adama... Boşanmanıza, onun başkasıyla birlikte olmasına rağmen...
Tabii. Ona olan sevgimi ne değiştirebilir ki? Bir başka kadın mı? Güldürme beni. Sen bir de ona sor, benden başka kimseyi sevmemiştir hayatında. Evet, şu anda bir sevgilisi var ama bizim aşkımız bambaşka bir şeydi. İngiltere’de beni görmeye gelirdi, ağlaya ağlaya ayrılırdık. Neymiş, bir hafta ayrı kalacağız diye. Çok güzel günlerdi. Sonra tek tek, tuğla üstüne tuğla koyarak, bu günlere geldik. Bana hayatında neyi değiştirmek istersin diye sorsalar, cevabım, hiçbir şey olur. Kanserim dahil. Çünkü onu da Ünal’la birlikte yaşadık, onunla birlikte atlattım. Bir an bile beni bırakmadı, tedavi sırasında her an yanımdaydı.
Biraz karışık bir durum: Siz, adam başkasına aşık oldu diye kanser oluyorsunuz ama siz tedavi olurken o da sizin yanınızdan ayrılmıyor...
Evet. Kanser olmam, onun benden uzaklaştığını hissettiğim döneme denk geliyor. Tabii, bir suçlu arıyorsun. Önce kendini suçluyorsun. Benim ne eksiğim var ki, bende neyi bulamadı ki, başkasına gitti diye düşünmeyi tercih ediyorsun. Bir sürü kadın bu durumda, eşleri bir başkasına aşık olunca kendilerini deli gibi yıpratıyorlar. Oysa burada bir suçlu yok. Oluyor... Özel bir sebep gerekmiyor. Bu söylediklerim de kitaplarda yazmıyor, hayat sana öğretiyor. Bu kaosu yaşarken, fark ettim ki, bu bir işaret, Allah bana sinyal gönderiyor, “Toparla kendini kızım. Aptal olma, n’apıyorsun!” diyor. Ben de oturdum, kendimi yeniden yarattım.
Bu kadar büyük aşkın ayrılığı nasıl oldu?
Hiç sorma, sarılarak, ağlayarak. Ayrılmamız şarttı. Yoksa o güzellik dejenere olacaktı.
İçinizde hiç umut var mı, ileride bir gün, belki yine birlikte olabiliriz diye...
Hayır. Ünal benim canım, her şeyim. Çocuklarımın babası. Bana ihtiyacı olduğunda, en yakın dostuyum, her zaman yanındayım. Ama o aşk hikayesi artık bitti.
İnsan böyle bir olgunluğa nasıl ulaşıyor?
Yaşayarak. Brüksel’de birlikte yaşadığımız ev, hâlâ duruyor. Hiçbir şeyini değiştirmedik. Yatağımız da duruyor. Hâlâ bizim yatağımız o. Ben gidiyorum o yatakta uyuyorum, o gidiyor o yatakta uyuyor. Ben sana şunu anlatmaya çalışıyorum: Her ayrılığın, bir rezillik olarak sonuçlanması gerekmiyor. Ayrılan insanların düşman kesilmesi gerekmiyor. Geçirdiğimiz o güzel yılları çöpe atmak yazık değil mi? İnsanın kendisini çöpe atması gibi...
BEN ANİMİSTİM HER ŞEYİN DOĞRUSU DOĞADA
Erkekler neden bir zaman gelince hep genç tenlerin peşine düşüyor acaba? Andropoz mu?
Ben öyle isimler takmayı tercih etmiyorum. Hepimiz ölümlüyüz Ayşecim. Bir bakıyoruz ki eyvah! Zaman kalmamış, akıp gitmiş. Her şeyi mi kaybediyor muyum acaba? Bundan sonra bir şeyler yaşayabilir miyim acaba? Böyle diyorsun. Ben animistim. ‘Doğaya inanan insan’ demek. Cennete cehenneme kafa yormam, doğaya bakarım. Doğada her şeyin doğrusu var zaten. Bizler çok eşliyiz. Özellikle erkekler, doğaya bak ve gör.
İyi de bizde hayvanlardan farklı olarak duygular da işin içine giriyor...
Hayvanlarda duygu olmadığını kim söylüyor? Ayrıca neden mecbur insan hep aynı insanla yola devam etmeye?
Anladım da niye daha çok erkekler aldatıyor?
Kadınlar cin, erkekler saf ve temizler. Ünal da öyledir.
Açıkça konuştu mu peki evirip çevirmeden...
İlk önceleri biraz evirdi çevirdi. Ama öyle bir yere geldik ki, hatta kızlar yanımdaydı, bir gün kahvaltıda, “Ünalcığım, beraber olduğun bir kadın var mı hayatında?” dedim. “Var” dedi. “Tamam” dedim, “O zaman seninle bir oturup konuşalım, olur mu?” “Olur” dedi. Kızlarım başta beni çok suçladı. “Neden ayrılıyorsun? Neden gitmesine izin veriyorsun. Verme! Dayan! Diren!” Ama ben, bana bir sürü güzellik yaşatmış adamın hayatını daha fazla zorlaştırmak istemedim. Kızlarım da bugün anladı ki, ben doğrusu yaptım.
‘Esas kadın’ olarak, isteseydiniz asla boşanmayabilirdiniz...
Evet, ama o zaman hayat bir sirke dönerdi! En başta ben kendimi rezil ederdim. ‘Sahtekârlıklar komedyası’ olurdu hayatımız. Niye bunu yapayım kendime? Kimseye akıl verecek halim yok ama ısrarla boşanmayan eşleri anlayamıyorum.
Bu oteli size o mu hediye etti? Belki de o yüzden kabul ettiniz ayrılmayı, ona zorluk çıkarmadınız...
Yok Ayşecim. Biz zaten her şeyi beraber yaptık. Nereye geldiysek beraber geldik. Her şey zaten yarı yarıyaydı. Maddiyatla hiçbir zaman hiçbir sorunumuz olmadı.
Siz hep mi varlıklıydınız?
Olur mu? Talebeydik ayol, ne varlığı. Askerlikten sonra Belçika’ya gittik. Ünal, Oktay Türegün’ün yanında çalışmaya başladı. Sonra kendini şirketimizi kurduk. Temizliğini ben yapıyordum şirketin. Adım adım birlikte büyüdük. Gerçekten çok çalıştı. İran’da iş kovalarken Sheraton’da kalırdı ve geceleri yüzüne yastığı kapatarak uyurdu, cam kırıkları yüzüne, gözüne gelmesin diye. Çünkü her yerde bombalar patlıyordu, savaş vardı, bu şartlarda çalıştı...
İTALYAN “TRENDY TRENDY” DEDİ BEN “OSMANLI OSMANLI” DEDİM
Les Ottomans nereden çıktı?
Hayalimdeki projeydi. İstanbul’da yoktu böyle bir yer. Her geldiğimde şikayet ediyordum, “Türk olarak beni yansıtabilecek hiçbir otel yok” diyordum. Büyük otel sevmiyorum. Kayboluyorum içinde, huzursuz oluyorum. Öyle bir yer yapalım ki, hem kendimiz yaşayalım hem de misafirlerimizi ağırlayalım istedim. Ve böylece bir otel yapmaya karar verdik. Burası benim evim aynı zamanda.
O süreç nasıl gelişti?
İlk önce İtalya’dan bir mimar geldi. Adam beni delirtti. “Trendy olsun, trendy!” deyip duruyordu. Ben de, “Ne trendy’si, Osmanlı Osmanlı!” diyordum; bir türlü anlaşamadık. O, “Çirkin! Osmanlı’yı kim takar?” dedi, “Sensin çirkin, seni kim takar!” dedim, adamı gönderdim. Ondan sonra Erdal Tusavul’la çalıştık, sonra da Zeynepciğim ile. Fadıllıoğlu. İkisi de müthiştir.
Peki eski eşiniz Brüksel’deki evde kalıyor, burada da kalıyor mu?
Kalmaz mı? Her gün burada, bütün işlerini burada yapar. Eşyaları, elbiseleri yukarıda.
Nerede yaşıyor bu adam normalde?
Yaşayacağı yeri de ben seçtim. Ritz’te çok güzel bir daire. Burada da kalıyor, Ritz’te de.
Bunlar harika da, varlıklı bir adamın karısı olmasaydınız, tüm bunları başarabilir miydiniz?
Ayşecim, ben iyi bir işkadınıyım aynı zamanda. Burada sadece otel sahibesi değilim, çalışıyorum, bizzat her şeyin başındayım. Titizim. Dünya starları, boşuna benim otelimi tercih etmiyor. Her şeyin çok güzel olmasını istiyorum. Mesela masada yemek yiyen bir kadının yemeği soğuk çıkarsa, çıldırabilirim. O, bir keyif yaşamak için geliyor buraya, ben de ona o keyfi en iyi biçimde yaşatmalıyım. Bu hedefi gerçekleştirebilecek personeli seçiyorum. Biz dünyadaki en iyi butik otellerden biriyiz.
Doluluk filan, bunların önemi var mı?
Ayol ne diyorsun sen, bizim zaten hiç boş yerimiz yok ki! Yakın arkadaşlarıma bile mahcup oluyorum, yerimiz yok diye. Sence neden Paris Hilton ve diğer ünlüler, her geldiklerinde bizde kalıyor?
YAŞLI ADAM İSTEMEM GENÇLEDE BİRİKİM SORUNU YAŞANIR
Hep Ünal Aysal konuştuk. Peki siz, ayrıldıktan sonra hiç aşık oldunuz mu?
Yok, olmadım. Aynı şey benim de başıma gelebilirdi ama gelmedi.
Neden?
Bilsem... Belki de böyle bir arayışım yoktu.
Ya çıkarsa karşınıza biri...
Bu saatten sonra bir erkek arayışında değilim. Zaten yaşlı adam istemem. Uğraşamam. Genç bir adamla da birikim yetersizliği sorunu yaşayabilirim. Kafası olgun, bedeni genç de kolay kolay bulanabilecek bir karışım değil.
En çok ne haz veriyor size, seyahat etmek mi?
Evet. Gittiğim ilkel bir kabilede, parayla hiç tanışmamış insanlar görüyorum mesela. Dünyanın bazı yerlerinde hâlâ böyle yaşayan insanlar var. Kadınlar, kocalarının yaptıkları kolyeleri gururla taşıyorlar. Başka da bir malları mülkleri yok. Bunları gördükten sonra, artık hiçbir şeyin önemi kalmıyor.
Pek çok kadından farklısınız. Neden? Bu özgüvenin kaynağı nereden?
Bilmem, olduğum gibiyim. Ben böyleyim. Ve her şeye hazırım. Yarın ölebilirim. Aklının, bir şeyde kalmaması çok önemli, benim içimde kalan hiçbir şey yok. Bugün ölsem ki hiç öyle bir niyetim yok ama, gülümseyerek ölürüm. Bunu da ancak, hayatı güzel yaşayarak gerçekleştirebilirsin. Bu da parayla pulla ilgili bir durum değil, kendinle alakalı, seninle...
BEN HER ŞEYDEN ÖNEMLİYİM HEPİMİZ ÖYLEYİZ ASLINDA
Son yaptığınız tatil nasıldı?
Harikaydı, Alaska. Bir cruise seyahatiydi. Gemiyle gittik, herkese tavsiye ederim.
Bugüne kadar sizi en çok şaşırtan yer?
Papua Yeni Gine. Parayı bilmeyen kabilelerle işte orada tanıştım. Bir de Las Vegas’ta seneye uzay mekiği simülasyonu yaşayacağım, şimdiden sıraya girdim. Uçağın içi bomboş, bilmem ne kadar feet yükseldikten sonra yer çekimi kalkıyor, uçağın içinde uzaydaymışsın gibi dolaşıyorsun.
Hayatta en çok neden korkuyorsunuz?
Hiçbir şeyden korkmam, korkum yok.
Neyi daha erken öğrenmeyi isterdiniz?
Zamanı daha iyi kullanmayı.
Belli bir yaştan sonra insan, hayatı, daha ‘ben’ odaklı yaşıyor mu?
Öyle yaşıyorum zaten. En önemli ben’im. Her şeyden önemliyim. Çünkü ben olmazsam, çocuklarım olmazdı. Ben ayakta duramasaydım, kimseye faydam olmazdı.
Bundan sonraki hedefleriniz neler? Var mı yeni bir otel?
Fransa’da, Limoges’da bir proje var. Les Ottomans’ı oraya taşımak beni mutlu eder.
Estetiğe de karşı değilsiniz...
Yok canım. Deli miyim? Kendimi iyi hissedeceğim her şeye açığım. Sana bir fotoğraf göstereceğim, 18 yaşında çekilmiş, aynı yerde yine fotoğraf çektirdim, aynı beden duruşuyla. Ve biliyor musun, şu anda çok daha güzelim.
Paylaş