Paylaş
Didem Soydan’ı Bilgi’deki dersimize davet ettik.
Son anda gelemedi.
Normalde sinir olursun di mi?
Hayır olmadık.
Çünkü mazereti şahaneydi: “Sizin derse geleceğim diye sabahın köründe heyecanla uyandım. Dişlerimi fırçalarken, o da ne, bir şey tık etti... İmplantım düştü. Gözümün önünde, lavabodan içeri gitti. İmkânım olsa çıkaracaktım. Ama boruları sökmek gerekiyordu. Aynaya bakıyorum diş yok! Dişçiyi arıyorum cevap yok, çünkü sabahın 7’si. E dişsiz de dersinize gelemedim, o yüzden affedin...”
Bir gerekçe bu kadar mı dürüst olur.
Zaten Didem Soydan da öyle bir kadın.
Oyunsuz, yalansız, dolansız, net ve çok dürüst.
Bir hafta sonra geldi. Burada, derste yaptığımız sohbetin bir kısmını okuyacaksınız.
O uluslararası başarılara imza atmış bir model. Yüz hatları ve fiziği farklı. Hem kadınsı hem erkeksi. Sadece seksi değil yani. Bir sürü özelliği var. Zeki, samimi, esprili ve kendisiyle dalga geçebilen bir kadın...
Bir sıfatı da “Türkiye’nin en güzel popolu kadını”, malum bu yıl popo yılı...
Bu pazar içinizi açacak kadar güzel ve zeki bir kadınla sizi baş başa bırakıyorum...
Kadınlar genelde kadınları beğenmez ama sen bir istisnasın...
-Ben kadınları rahatsız edecek kadar güzel değilim de ondan! Beni görünce, “A zaten o kadar da güzel değilmiş! Kocaman burnu var, kafası da büyük, dudakları da ince!” diyorlar. Kusurlarımı görünce rahat ediyorlar. O yüzden de benimle daha rahat iletişim kuruyorlar.
Yok artık daha neler! Türkiye’nin en güzel popolu kadınısın. O saydığın şeyler de kusur değil. Zaten ben sadece güzellikten söz etmiyorum, sende farklı bir enerji ve protest bir hal var...
-Teşekkür ederim.
Model olmaya nasıl karar verdin?
-Üniversite okurken İstiklal’deki Diesel’de çalışıyordum. Ümit Ünal girdi mağazaya. Alışveriş yapıp, gitti. Bir buçuk saat sonra tekrar geldi ve “Defileme çıkar mısın?” dedi...
Sen ne dedin?
-Abuk subuk bir şeyler söyledim. “İşimi kaybetme lüksüm yok. İzin günüme denk gelirse neden olmasın?” dedim. Sonra tabii saçmaladığımı fark ettim. İzin günümü değiştirdim. Ve defileye çıktım. O ilk defilemdi, sonra gerisi geldi.
Yaş kaç?
-19.
Peki Diesel’de çalışmak ne alaka...
-Üniversite okuyordum ve kendi paramı kendim kazanmak istiyordum. İlginçtir ben hayatta ne istediğimi hep bildim. Bir şeyi hayal ederken bile evrene, tanrıya “Bunu istiyorum!” dedim. Olur olmaz önemli değil, tavrım hep netti. 18 buçuk yaşında, İstiklal’de yürürken yan yana dizilmiş bütün o mağazalar içinde de orayı gözüme kestirdim.
Neden?
-Baktım içeride kırmızı saçlı bir çocuk var. Umut’tu o, Umut Eker. Sonradan sevgilim oldu, şimdi çok yakın arkadaşım. Ben de bütün yüzü piercing’li, kısacık saçlı bir kızdım. İçeri girdim. Kendimden emin bir tavırla, masaya elimi koydum. “Merhaba” dedim, “Ben burada çalışmak istiyorum!” Güldüler, “Hadi ya!” dediler. Mağaza müdürü de gelmişti. Ama tavrımdan etkilendiler, beni işe aldılar.
Bu kendine güven nereden geliyor?
-Annemden! Annem de ne istediğini her zaman bilmiş. O da kendi işine benim girdiğim gibi girmiş. Babam tekstille uğraşıyor o dönem, Osmanbey’de mağazası, hatta binası var. Annemse liseyi yeni bitirmiş bir kız, iş arıyor. Babamların mağazayı beğeniyor, kendinden emin bir tavırla içeri girip, “Burada çalışmak istiyorum!” diyor. Onu da işe alıyorlar. Dört ay sonra da babamla evleniyor.
Anlaşılan renkli bir aile! Tam olarak nereli?
-Anne Bulgaristan göçmeni. Baba Arnavut. Ben küçükken babamın bütün akrabaları oradaydı. Biz de yazları üç ay Arnavutluk’a gider kalırdık.
İnat mıdır Arnavutlar gerçekten?
-Oooo hem nasıl! İnat ve kararlıdır. Ama ben severim bu kişilikli hallerini.
Sen kime benziyorsun?
-Babama. Erkeksi hatlarım ondan. Annem, Gülşen Bubikoğlu’nun tıpkısıdır. Küçükken ona bakakalırdık, o kadar güzeldir.
Küçükken model olma hayallerin var mıydı?
-Hayır! Ben erkek çocuğu gibiydim. Alakam yoktu öyle şeylerle. Ortaokulda hentbol oynuyordum. Sonradan dört sene Pertevniyal’de profesyonel olarak oynadım. Spora devam edip, spor akademisinde ilerlemeyi düşünüyordum. Modellik filan yoktu aklımda. Hayatım boyunca sınıfın en zayıf, en çiroz, en oklava kızıydım. Kimseyle kol kola girip bahçede gezemiyordum, çünkü hepsinden uzundum. Göğüslerim de tahta gibiydi. Lise sona kadar yüzüne dahi bakılmayan bir kızdım. Ne olduysa liseden sonra oldu. Sonra kader ağlarını ördü, Ümit Ünal beni defileye çıkardı.
Ümit Ünal sende ne gördü ve seçti?
-Bence bir androide benzemem ilgisini çekti. Saçlarım üç numaraydı. Yüzümün her yanında piercing’ler. O bende hem kız hem erkek çocuğu gördü. Onun defilesinden sonra Hakan Yıldırım defilesine çıktım, sonra da Özlem Süer. Hepsi de müthiş modacılar. Anlayacağın, benim için hızlı bir başlangıç oldu.
Sence senin farkın ne?
- İşimi yaparken müthiş bir değişim geçiriyorum. Galiba bu yüzden.
Nasıl yani?
-Sen şimdi beni burada gördüğünde diyebilirsin ki, “Aaa bunda pek bir numara yokmuş!” Ama sen gel bir de beni podyumda gör!” Dün mesela biri, “Az önce Didem Soydan’ı gördüm. Hiç de güzel değilmiş. O kadar mutlu oldum ki!” diye tweet atmış. Ama beni podyumda izledikten sonra etkilenmemesine olanak yok. Çünkü ben orada başka bir şeye dönüşüyorum. Beni ben yapan da bu değişim. Ben aslında mahcup bir insanım ama podyumda utanmıyorum, içimden başka bir şey çıkıyor. İşimi de çok iyi yapıyorum, açıları ezbere biliyorum. Çünkü çalışıyorum. Ayna önünde neredeyse bir sene el çalıştım. El nasıl durur? Yürürken nasıl durur, pozdayken nasıl durur? Bunlar bizim işimizin gereği.
ADALETSİZLİKTEN UTANIYORUM
Bugünün Türkiyesi’nde yaşamaktan memnun musun?
-Değilim. Hatta utanıyorum.
Nelerden utanıyorsun?
-Yönetim şeklinden utanıyorum. Yönetimin insanlara karşı hal ve tavrından, hitap biçiminden, eşitsizlikten, adaletsizlikten hepsinden utanıyorum.
Bir kadın olarak en çok üzüldüğün şey...
-Kadın cinayetleri. Kadına uygulanan şiddet. Kadının ikinci sınıf insan muamelesi görmesi. Her kesimden kadına çok büyük bir baskı var bu ülkede. Erkeklere bakıyorsun, kendi erkek arkadaşlarımız da dahil buna. Saçını bile tarama gereği duymadan, hayatlarını idame ettirip, bir de aşkla seviliyorlar. Oysa biz hem anneleri gibi hamarat ev hanımı, hem Victoria’s Secret mankeni kadar seksi hem de işimizde bir profesör kadar başarılı olmak zorundayız. Onların tek yükümlülüğü işe gidip gelmek!
POPO PEK REVAÇTA
Ekşi Sözlük’te hakkında yapılmış yorumlar güldürdü beni. Birileri, “G.t. de gözü kadar güzel hatun!” yazmış. N’apıyorsun bunları okuyunca?
-Gülüp geçiyorum. İltifat kadar eleştiri ve hakaret de olacak. Normal. Bir yerden sonra derin kalınlaşıyor. Ne yapalım onlar da öyle tatmin ediyor kendini.
‘Karakter sahibi popo’ ne demek? Öyle tanımlıyorlar kalçanı...
-Valla “Popo is the new black” ya, pek revaçta yani, iki senedir Kim Kardashian’dan dolayı popo üzerine şarkılar yazılıyor, methiyeler düzülüyor. Öyle bir trend başladı. Ben de aileden miras böyle bir gene sahibim.
Arnavutların poposu kalkık mı?
-Arnavutların değil de Edirnelilerin diyeceğim. Çünkü annemden geçmiş. Güzelliği değil ama poposu...
Bir de kız kardeşin var değil mi, o ne yapıyor?
-Kız kardeşim mütercim tercüman. Şu an İspanya’da engellilerle çalışıyor. Orada okudu.
DÜŞMANLIK BİLE ZEKİCE OLMALI
Kate Moss ve dünya çapında başka mankenlerin şahane fotoğrafları var. Çıplak ama inanılmaz estetik. Yapmayı hayal ettiğin ama bu ülke gittikçe muhafazakârlaştığı için durduğun projeler var mı?
-Yok. Olsaydı GQ kapağını çekmezdim çırılçıplak bir şekilde.
Ailenin tepkisi ne oldu o kapağa?
-“Aferin, iyi ki yapmışsın!” demedi kimse. “Kızım vücudun ne de güzel!” de demedi. Ama mesleğim konusunda bana saygılılar. Bu işi iyi yapabilmek için çok çabaladığımı biliyorlar. Ne derlerse desinler, istediğim gibi yapacağımı bildikleri için de o topa girmiyorlar. Ama tabii amcamı düşünüyorum, dayımı ya da rahmetli babamı, “Harika bir fotoğraf! Ne güzel açmışsın poponu” diyeceklerini sanmıyorum. Ailemden mahcubiyet duyan olmuştur ama bunu bana hiç yansıtmadılar.
Bu mesleğin en sevimsiz tarafı ne?
-Belli bir magazin seviyesinin altına düşmek. Öyle bir seviye var. Ve sana rağmen yapılabiliyor haberler, o fena işte. Kendini korumak istiyorsun. Çünkü hakkında yapılan bazı haberlerin içinde zekâ yok.
Seninle ilgili de bu tür haberler yapıldı mı?
-Elbette. 11 senenin sonunda, Can’la (Bonomo) sevgiliyim diye işim dışında da haber oldum. Ama gerçeği yansıtmayan, içinde zekâ olmayan haberler. Bazen diyorum ki, tamam düşmanlık yapsınlar ama hiç değilse zekice olsun. Aptallık kadar beni rahatsız eden bir şey yok.
NEDEN FASHION WEEK’TE YER ALMADIM?
Fashion Week’te yer almadın...
-Evet, almadım. Ama bu, kesinlikle boykot ya da protesto değildi. Kişi ve kurumlarla da alakası yoktu. Tamamen sistemle alakalı. Ben o sistemin içinde yer almamayı tercih ettim.
Sistemde eleştirdiğin şey nedir?
-Şu: Dünyanın her yerindeki Fashion Week’lerde yabancı ülkelerden kızlar gelip çalışır. Bunda da hiçbir problem yok. Biz de yıllardır defileleri, yarı yabancı yarı Türk yapıyoruz. Bizim genetiğimiz zaten bu mesleğe çok müsait değil. O yüzden de yabancı modellere ihtiyaç duyuyoruz.
Sen bu Fashion Week’te tam 13 defileye çıkabilirdin ama hepsini çöpe attın...
-Evet. Çünkü sistem hatası var ve ben buna dikkat çekmek istedim. Yabancı modeller o kadar ucuza çıkmaya başladı ki, rakam aşağıya düştükçe, normalde istenen rakamlar bile çok yüksek kaldı. Yanlış anlaşılmasın benim ücretimde bir sorun yok. Ama ben rahattım diye paramı alıp, işime mi bakayım. Bakın müthiş gençler var, yurtdışına koy Dolce Gabbana’ya çıksınlar. Benim fiziğim onların yanında halt etmiş. Ama onlar da artık bu sistem yüzünden defilelerde yer alamıyor.
Onların yerini ucuz yabancılar mı aldı?
-Evet. Onlar da olsun ama bizimkiler de olsun. “Sana mı kalmış?” diyenler olabilir ama evet biraz bana kalmış gibi hissettim. Ve tepki gösterdim. Ve tepkim tahminimden çok fazla destek gördü. Bu işin başındaki kurum bir toplantı yaptı. Ajanslarına, makbuzlarına kadar her şey soruldu. Bundan böyle eskisi gibi yarı Türk, yarı yabancı model kullanılmasına karar verildi.
CİNSEL ANLAMDA ALACAK VERECEK BİTİNCE
Eski sevgili olup bu kadar iyi arkadaş olmak zor bir şey. Umut Eker’le siz öylesiniz...
-Evet inanılmaz iyi arkadaşız. Cinsel anlamda bir alacak vereceğin olmadığı için, o etkileşimleri zamanında bitirdiğin için zor değil. Yıllardır beraber iş de yapıyoruz. 10’a yakın büyük markayla çalıştık. Güçlerimizi birleştiriyoruz. Ben Umut’a ihtiyaç duyuyorum. Kendimi onun yanında çok iyi hissediyorum.
İnsan, “Gencim, güzelim ama bu mesleğin de bir yaşı var” diyor mu?
-Diyor ama benim öyle korkularım yok çünkü ticari zekâma ve tekstil konusundaki birikimime güveniyorum. Zaten halihazırda bir sürü bilinen markaya danışmanlık veriyorum. Ama gizli kalmasını istiyorum. Çünkü bana gıcık olduğu için, “Ay çok kötü olmuş bu iş!” diyecek bir sürü insan var. Sosyal medyası, dışarıdaki çizgisi, kime hitap ediyor, kime hitap etmek istiyor, hitap etmek istediği kesimi neyle yakalayabilir gibi sorulara yanıt veriyorum.
Bir de şu var: Bu iş bitse bile gocunmam, yine girerim bir yere tezgahtârlık yaparım.
HAVANI SÖNDÜRÜVERİRLER!
Çok eleştiren bir ailem var benim. Podyumdan inerim, “Ay ne kötü yürüdün!” derler. Calzedonia için çok zayıflamıştım, “Ay Didem çok çirkinleştin!” dediler. Ya da mesela tayt giyiyoruz ya, çok moda oldu, anneannemin, “Yakışmıyor o tayt senin oklava bacaklarına!” der. Kız kardeşime o kadar çok, “Burnun feci!” dedik ki, kızcağız gitti burun estetiği yaptırdı. Böyle bir aileden gelince de havalara filan girme ihtimalin yok, indiriverirler seni...
KUSURLARINI TARAYAN GÖZLER
Podyumdasın, göz önündesin, aslında sen bir hedefsin... Bir sürü göz var seni inceleyen. Hepsi beğeniyle incelemiyor, senin kusurlarını bulmaya çalışıyor. Seni kendisiyle kıyaslıyor. “Hakikaten poposu öyle mi? Dudakları ince mi? Botoksu var mı? Bacakları çırpı mı?” Ben bu enerjilerin hepsini alıyorum. Zaten podyumdan sonra kendimi çok yorgun hissediyorum. Onları püskürtecek tek şey de o podyumda büyümek... Star olmak... Zaten o şekilde yürüyorsun. Yoksa yerler seni! Asla mahcup filan davranmıyorsun, podyumda kimse mahcup bir karakteri alkışlamaz. O yüzden istesem de istemesem de içimdeki o diğer kadını çıkarmak zorundayım. Yoksa o kıyafetlerin hepsi, altından veya gümüşten yapılmadığı sürece penye, jarse, ipek... Sonuçta kumaş. Ama benim onu satabilmem için eşsizmiş gibi taşımam lazım. Beni izleyenlerin gözünde de eşsizmiş gibi olmam lazım. Başka türlüsü mümkün değil.
CALZEDONIA’NIN BİR ÜSTÜ VICTORIA’S SECRET
Senin bir de Calzedonia defilesi başarın var. Nereden esti?
-Türkiye’de kendi alanında bir yerdesin. Ama yurtdışında hiç kimsesin! Hiç kimse olmak da zor! Burada bir çekime gittiğin zaman yerin belli, saatin belli, yapılacak şeyler belli. İstediğin saç, makyajı seçebiliyorsun. Orada 800 kişinin arasında elemeden geçiyorsun. İlk 300’e düşüyorsun. Tekrar bekliyorsun, neredeyse çırılçıplak denecek şekilde insanların arasında saatlerce bekliyorsun. Seçilmemiş olsam bir daha deneyebilir miydim, inan bilmiyorum. Ama işte, işini seven herkes, bir üste sıçramak ister. Uluslararası platform da insanın ruhunu besleyen bir şey. O profesyonelliğe ihtiyacım vardı. Bunun bir üstü Victoria’s Secret zaten. Calzedonia’dan bugüne kadar 10 tane Victoria’s Secret modeli çıktı.
Seni de bir gün Victoria’s Secret’ta görebilir miyiz yani?
-Omzumdaki dövmeden dolayı zor! Ama yine de belli olmaz, ben Calzedonia için de “Hayatta olmaz!” demiştim. Calzedonia’ya bugüne kadar dövmeli hiçbir model çıkmamış ama beni seçtiler.
Türkiye’den hiç Victoria’s Secret mankeni çıkmadı değil mi?
-Orada yaşasalardı çıkardı. Güzide Duran, Çağla Şikel, Sema Şimşek... Gelmiş geçmiş daha bir sürü efsane isim var.
KOLAY GELSİN!
Ben öğretmen bir aileden geliyorum. Büyükbabam öğretmen, teyzem öğretmen, onun kocası öğretmen. Bir de Gazi Mahallesi’nde 60 hanelik bir Öğretmenler Sitesi’nde büyüdüm. Kendi öğretmenimle aynı binada oturuyordum. Annemin öğretmeni de bizim üst komşumuzdu. Hep bir şeylerin öğretildiği bir dünya. Şikâyetçi de değilim. Disiplinli olmamı buna borçluyum. Bir keresinde hiç unutmuyorum, büyükbabamla okula gittim -ki ben kimseden azar işitmedim- tokat yemedim, popoma bile vurmadılar- ama dedem, yerleri silen teyzeye, “Kolay gelsin!” demedim diye omzumu dürttü. Böyle bir şeyi nasıl es geçerim, nasıl ihmal ederim diye bana küstü. Günlerce kendime gelemedim. O günden sonra da hiçbir zaman “Kolay gelsin” demeyi ihmal etmedim.
Paylaş