Yok öyle bir duygumuz. O yüzden değer bilmiyoruz, kıymet bilmiyoruz. O yüzden doğal güzelliklerimizi mahvediyoruz. Budur yani. Ötesi berisi yoktur. Türkler beton ve mermer sever. Nokta.
***
Her sene Mavi Yolculuk’a çıktığımda, biraz daha üzülüyorum.
"Ne fena, bir yeri daha mahvetmişiz!" diyorum.
Bu sene de dedim. Üstelik daha tekneye adımımı bile atmadan. Göcek’te. Meydana baktım ve çığlık attım, "Aman Allah’ım, ne olmuş buraya?.."
Ben söyleyeyim hemen ne olduğunu: İçine edilmiş.
Evet, resmen Göcek’in içine edilmiş.
Göcek Meydanı, kocaman bir "otogar"a benzetilmiş.
Dükkanlar da, otobüs şirketleri mübarek, sevimsiz bir biçimde, peron peron yan yana dizilmiş. Zaten sinek avlıyorlar. O kadar kişiliksiz ve ruhsuz ki, normal yani, dolaşmak istemezsin. Üzerinize afiyet, bir de meydanın zemini mermer döşemişler. Binlerce metre. Kimsenin yıkanmadığı "devasa bir hamam" gibi. Düşsen, kafanı kırarsın.
Göz alabildiğine gri, göz alabildiğine beton.
Sanki küçük bir tatil beldesinde değilsin.
Oysa en şirin, en yeşil, en doğal, en havalı limanlarımızdan biri değil miydi Göcek?..
Ortadoğu’da sevimsiz yapılar vardır, bütün haşmetiyle öylece dikilirler. İnsanla bütünleşmedikleri gibi insanı ezerler. Ahşap yoktur, yeşil yoktur, Anıt Mezar gibi. İşte öyle olmuş Göcek Meydanı. Otogara benzeyen kocaman bir Anıt Mezar.
Oysa, bir de Portofino’yu düşünün. Gitmediyseniz bile, resimlerini aklınıza getirin. Orası da doğal bir liman. Ve hep aynı. 45’lerdeki hali neyse şimdi de o. Biz peki niye yapamıyoruz? Niye elimiz kolumuz duramıyor? Niye her bir yeri mahvetmek zorundayız?
Söylüyorum işte, estetik duygumuz yok bizim. Doğa saygımız yok bizim.
Göcek Belediyesi, o beton ve taş yığınını, estetik bulmuyordur inşallah.
Niye Nail Çakırhan’ın Muğla Evleri’nden yapmak akıllarına gelmedi ki ya da o mimari anlayışından faydalanmak?
Neyse canım, ben kime anlatıyorum, bütün bu saçma sapan yapılanmayı siz de biliyorsunuz zaten. Sadece içimde kalsın istemedim. Bir işe yaramayacağını bildiğim halde, Göcek’i bu hale getirenleri size şikayet etmeden edemedim...
HE BE BE
Hayır, He Be Be bir televizyon kanalı değil.
Açılımı şöyle, olduğu gibi yazıyorum: Her şeyi Bilen Bok. Böyle insanlar var biliyorsunuz. Bizim ülkemizde özellikle çok. Çoğu erkek. Bazıları sahip oldukları bu yetenek sayesinde -çünkü bu sadece birikimle alakalı değil, ekstra kıvrak zeka ve yetenek de gerektiriyor- son derece sempati olabiliyorlar. Bizim Fuat mesala. İki de bir lafa girip, hebebe’lik yapıyor. Feng shui’den, ülkedeki gelir dağılımı bozukluğuna kadar aklınıza gelebilecek veya gelmeyebilecek bilimum konularda "Doğrusu şudur!" yapıyor. Ama bu işi sevimsiz yapanlar var ki, onlara katlanmak çok zor. Ve ne yazık ki onların sayısı daha çok. Etrafınıza bakın, 3-5 tane göreceksiniz...
Güzel insan: Oğuz Tekin
Bana Şener Şen’in canlandırdığı karakterleri hatırlattı: Oğuz Tekin.
Senelerce İngilitere’de yaşamış, sonra bir yaz Göcek’e tatile gelmiş, geliş o geliş, Göcek’e vurulmuş ve yerleşmiş. Eski bir şehir planlamacısı. Ama 18 yıldır Göcek Meydanı’nında karısıyla birlikte Sedir Cafe’yi işletiyor.
Ben onu tesadüfen tanıdım, "Bir çay bahçesinde oturalım. Hangisinde? Kalmamış ki! Yıkmışlar hepsini. Plastik masalı, iskemleli yerler yapmışlar" derken, meydanın ortasında bütün dünyaya savaş açmış o çok çok sempatik cafeyi gördük.
Çalan müzikler bile farklı.
Meğer bütün esnafı sindirmişler, Oğuz Tekin hariç.
O tek başına Göcek Belediyesi’ne karşı savaşıyor, hakkını arıyor.
Karşılıklı davalılar.
Avukatı bile yok, kendi başına girip çıkıyor davalara.
Tabii eski bir şehir planlamacısı olduğu için, belediyeyi uğraştırıyor.
Belediye de gitsin diye, onun suyunu kesiyor, elektriği kesiyor, dut ağacını söküyor, bezdirmeye çalışıyor, o ise yılmadan direniyor.
Kanının son damlasına kadar da direnecek gibi görünüyor.
Ben Oğuz Tekin’in macerasını uzaktan uzağa izlemeyi sürdüreceğim.
Çünkü onu çok sevdim.
Nesli tükenmiş doğru adamlardan olduğuna inanıyorum.