Bugün bu sayfada, 16 yıldır beraber olan bir çiftin öyküsünü okuyacaksınız. Biri çınar ağacı gibi. Köklerini toprağa salmış, sağlam duruşlu, mağrur. Diğeri, bin bir renkli kelebek sanki. Oradan oraya uçuşup duruyor. O fikirden bu fikre konuyor. Zeki. Çok zeki. Diğeri ne kadar ağırsa, o da o kadar hafif ve uçarı. Birbirlerinin gerçekten tam zıttı iki kişi gibi duruyorlarsa, siz de okuyunca göreceksiniz ki öyle değil. Karşınızda yılların markası Yıldırım Mayruk ve Barbaros Şansal....
Her şeyin günlük hatta saatlik yaşandığı bir dünyada, siz 16 yıldır birliktesiniz. Neden ayrılmadınız?Barbaros Şansal: İnsanların birbirlerine "Merhaba" demeleri için maddi, manevi, cinsi ya da fiziki menfaatlerden en az birinin husule gelmesi gerekir. Yoksa, belediye otobüsünde giderdik, etrafımızdaki herkese sarılır öperdik, değil mi? Bizim de kendimize göre ama manevi ama fiziki ama maddi ama mesleki menfaatlerimiz var ki, total muhalefete rağmen 16 yıldır hálá birlikteyiz.
Yıldırım Mayruk: Siz bakmayın ona, bizim aramızda saygı ve sevgi var.
Nasıl oldu da, tanıştınız?Barbaros: Tanıştığımız gece ben rahatsızlanmıştım. Kendi evime gidemedim, Yıldırım Bey’in evinde misafir kaldım. Ertesi sabah o işe gitti, ben yalnız kaldım. Derin dondurucuda bir tavuk buldum, evde onu beklerken çerkez tavuğu, tavuk suyuna çorba ve tavuklu pilav gibi üç çeşit tavuk yemeğini yapıp, masaya koyuverdim. Böylelikle arkadaşlığımız da başlamış oldu. O, benim ne kadar marifetli olduğumu gördü, ben de onun ne kadar yalnız olduğunu. Biz birbirimizi tamamladık.
Yıldırım: Bakın, ben insanlara güvenilmemesi gerektiğini bilirim. Ama hep güvenirim, hep de aldanırım. Bir tek bu genç adamda aldanmadım.
Barbaros: Bir de şu var tabii: Bütün dingin kimliklerin içinde büyük bir anarşi vardır. Yıldırım Bey de, hayatı boyuncu aldığı eğitimden, yetiştirme tarzından dolayı kendini frenlediği için, beni izlerken mutlu oluyor. Çünkü ben, onun yapamadıklarını vücuda getiriyorum.
Yıldırım: Kolayını buldu, ses çıkarmıyorum ya, onun yaptığı, benim yapamadığım oluyor! Bilmiyor ki, hep kalp çarpıntısıyla yaşıyorum. İnsan ancak çocuğu için böyle korkar. Hayatım, belli etmeden Barbaros’u frenlemekle geçiyor...
Gerçekten bu kadar korkuyor musunuz başını belaya sokacak diye?Yıldırım: E korkmaz mı insan? O kadar dilinin kemiği yok ki! Ben mesela, her zaman aklımdan geçeni söylemem. Çünkü karşımdakini inciteceğimi bilirim. Dolaylı söylemek için uğraşırım. Ama Barbaros’ta bu hiç yok. Doğrudan doğruya söyleyiveriyor. Bu kadar büyük bir zekanın, politik tarafının olmaması çok tuhaf. Ben de onu yüreğim ağzımda izliyorum. "Birilerini sinirlendirecek bir şey yapmasa bari" diye dua ediyorum. Mesela espri anlayışı da yoktur. Aramızdaki tek kavga çıkma sebebi de budur. Dalga geçmek için komik ya da absürd bir şey söylerim, "Öyle olur mu?" der. "Söylediğimi ciddiye almadın değil mi?" derim, "Benim bunu sana ciddi olarak söylemem için çok aptal olmam lazım!" Gerçekten olağanüstü bir zeka ama en basit espriyi anlamıyor. Ve hayatta aldatılması en kolay insan.
Bütün bu uyanık ve hazır cevap görüntünü içinde, aslında "saf" öyle mi?Yıldırım: Hem nasıl. Onu bir çocuk gibi kandırabilirsiniz.
Barbaros:
Çocukluğunu yaşamamış bütün insanlarda vardır bu...
Yıldırım: Ayol daha ne yaşayacaksın!
Bu kadar hiperaktif ve manik biriyle birlikte olmak yorucu değil mi?Yıldırım: Yorucu. Kendimi hep onu korumak zorunda hissediyorum. Hep ona sahip çıkmak, hep onu dizginlemek... Freni patlamış bir araba gibi. Ya da ceza ehliyeti olmayan bir çocuk... Her an her şeyi yapabilir. Onun güvendiği bir şey de var aslında: Yıldırım Mayruk. Onun için bu kadar özgür. Tek başına olsa, bu kadar deli olmayacak. Bir arkadaşım, Zeynep Fadıllıoğlu, en güzel şeyi söyledi Barbaros hakkında, dedi ki, "Onu biz böyle kelebek gibi uçurduk. Oraya buraya çarpıyor ama kimse sesini çıkarmıyor. O da kafasına göre uçuyor!"
Barbaros: Doğru, bu da benim lüksüm...
Yıldırım: Zaten şu var, ne zaman zorda kalsa "Yıldırıııııııım!" diye bağırmaya başlar.
Tercümesi "Kurtar beni..." mi?Yıldırım: Evet.
Barbaros: Ama o da fırını yakamadığında, aç kaldığında "Gel buraya fırını yak!" diye telefon açar.
Peki bu kadar efendi, mantıklı, sakin, duruma hakim, banyodan sonra beyaz havlulara basan biriyle birlikte olmak sizi yormuyor mu?Barbaros: Hayır. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararıyor. Köpekten nefret eden, yanına bile yaklaşmayan biriydi Yıldırım Bey, bir müddet sonra baktık ölen köpeğimiz Zoro’nun salyası alnına yapışmış... Esniyorsunuz ilişkiler içinde. O organikliği bırakıyorsunuz. O da bıraktı.
Barbaros Bey, demek size bir tür sanatçı muamelesi yapılıyor.Yıldırım: Tabii tabii öyle...
Barbaros: Zaten Homeros’u oynayacağım. Benim için "Konsvervatuarlı değil nasıl oynayacak?" diyorlar ama Oscar Wilde yorumuyla yeniden yazılacak bir eşcinsel Homeros’u oynamaya kararlıyım.
Yıldırım: Ya öyle mi? Şu işe bakın, bu evde her şeyi en son ben duyuyorum. Haberim bile yoktu. Hayırlı olsun.
Yıldırım Mayruk, sizin aklı seliminiz mi? Sizi derleyip, toplayan, yoluna koyan insan mı?Barbaros: Aynen öyle.
BEN ONA "SENİN DOKUNULMAZLIĞIN VAR BARBAROS" HİSSİNİ VERİYORUM
O olmasa, kontrol edilemez ve engellenemez misiniz?Yıldırım: Yok, yok. İş başa düştüğü zaman, adım gibi biliyorum bugünkü halinden çok daha kontrollü olacak.
Barbaros: Belki de öyle. Ama şöyle bir sıkıntım var: Neyi söylememem gerektiğini düşünürsem, neyi söylemem gerektiğini unutup, saçmalıyorum. Anlatabiliyor muyum?
Yıldırım: Aslına bakarsanız, onun bu kadar deli olabilmesinin sebebi, benim. Ben ona "Senin dokunulmazlığın var Barbaros" hissini veriyorum. Gerçekten de var. Çevremizdekiler bize çok iyi yaklaştıkları için, onu da affediyorlar, çünkü ikimizi de seviyorlar. 49 yaşında olduğuna bakmayın, onu çocuk yerine koyuyorlar. Deli-melidir ama ürkektir. Korkak bir tarafı vardır. O da zamanla herkes gibi ortayı bulacak.
Sizin var mı korkak taraflarınız?Barbaros: Yok onun.
Yıldırım: Olmaz mı, vardır.
Barbaros:
Ben çok stratejiğim, o daha lojistik. Yıldırım Bey kesiverir kaynaklarını, bitiriverir adamı. Bir lafla ezer geçer. Ben öyle değilim. Yıldırım Bey ağırdır, bir laf eder, taşı gediğine koyar.
Yıldırım:
Ve bunun için 15 sene bekleyebilirim. Sabırlıyım. Karşımdaki anlar ya da anlamaz, 15 sene sonra ben rahatlarım.
Barbaros:
Ben intikam almak için hayatta o kadar bekleyemem. Derdimiz neyse hemen halledelim isterim.
Yıldırım:
Bakmayın, böyle zıt kutuplar gibi durduğumuza, değiliz aslında. Kabul etmek istemiyorum ama Barbaros’un şu tespiti doğru: Benim yapamadığım şeyleri yapıyor ve ben o zarar görecek diye korkuyorum. Aslında bilinenin aksine birbirimize o kadar benziyoruz ki, o kadar aynıyız ki. Homeros’u mu oynamak istiyor, o bunu dile getiriyor, ben getiremiyorum ama rüyalarımda kendimi tiyatro sahnesinde görüyorum. Daha dün gördüm. Demek istiyorum ki, ben kendimi frenlemeyi öğrenmiş bir deliyim. Onun için ona kızmıyorum.
İkiniz arasında bu enerji işe nasıl yansıyor?Yıldırım: İşin hamallığı bende. Modeli çizerim. "Barbaros, şuna bir bak" derim. Uzaktan şöyle bir bakar. Kızarım. O, nakış yükünü almıştır. Barbaros adam kullanmayı sever, ben kendim yaparım. Bir şey alınacaksa, kendim koşup alırım, başkasına "Getirin" demem, diyemem. Barbaros, işleri delege eder, nasıl yapıyorlar diye bakar. Kısacası, iyi bir beyin olarak burayı idare eder.
Hangi özelliği canınızı sıkar?Barbaros:
Bazen işitme zorluğu yaşıyorum. Haliyle cevap veremiyorum. Deliye dönüyor.
Yıldırım: O işin aslı öyle değil tabii. İşine gelirse duyuyor, gelmezse duymuyor. Birkaç sene evvel, "Kulağım az işitiyor" diye bir şey icat etti. Bir süredir yok Allah’tan, her şeyi duyabiliyor. Geç kalkması da benim canımı sıkıyor. Bir de bilgisayarın önünden kalkmıyor. Onun bilgisayarı ve televizyonu, benim de dikişim var.
Barbaros:
Zaten dike dike bu günlere geldik!
Sizin tahtınıza kim oturacak?Barbaros:
Ne tahtı canım? İmparatorluk mu bu?
Yıldırım:
Barbaros bir sürü insanın ya çok sevdiği ya da hiç sevmediği biri. Onun için bana "İşini kendin yap " diyen çıktı, "Onu gönder" diyen de. Hatta o var diye, beni bırakan da... Barbaros ’u bir gün benim yerimde görmek istemedikleri için böyle davranıyorlar. Bilmedikleri şu, ben tesir altında kalan biri değilim, herkesi dinlerim ama kendi bildiğimi yaparım.
Barbaros:
Ben Yıldırım Mayruk ’un yerine geçemem ki. Benim ne yeteneğim ne de dikiş bilgim buna müsait...
Yıldırım:
Bugün Türkiye ’de hiç dikiş bilmeyen insanlar atölye sahibi oldular. Ben bir gün bu işi bırakırsam, Barbaros ’un hepsinden daha iyi bu işi yürüteceğini biliyorum. Çok büyük bir kabiliyeti var. Ben de diyorum ki "Ben bu işi yaparken, sen işin içine gir ve devam ettir... "
Siz ne istiyorsunuz? Barbaros: Yeni projeler üretmek istiyorum. Burası sadece gelinlik ya da tayyör diken bir moda evi olmamalı. Çok farklı projeleri hayata geçirmeliyiz.
Yıldırım: Bir sabah geleceğim, burada bir tiyatro okulu açmış olacak diye korkuyorum! Ben Barbaros kadar dağılan biri değilim. Benim hayatım dikiş. Başka herhangi bir şeyi becerecek kabiliyet yok bende.
Barbaros: Dikişi kimse onun kadar iyi yapmaz. Ama telefonu bile açıp kapatamaz.
Yıldırım: Doğru, elektronik özürlüyüm. Klima açamam, televizyonu da 15 gün seyretmezsem, açma kapama düğmesinin nerede olduğunu unuturum. Bu modaevinin geleceğiyle ilgili de Barbaros ’u kırmazlarsa bu işi devam ettirir. Benim kadar şöhretini sürdüren çok az insan var. 40 seneyi geçiyor. İşe başladığım zaman çok şimşekler çektim. Barbaros ’un da çok emeği vardır. Benim fazla çabalamama gerek kalmadı, o beni yükseltti....
ŞİMDİ BİRİ KALKIP SİZE NE ÇİRKİN KADINSIN DESE NE HİSSEDERSİNİZ?
Kim kimi daha zor durumda bırakır?Barbaros:
Ben hep Yıldırım Bey’i zor durumda bırakırım. O hiç kimseyi zor durumda bırakmaz. O kanun koyucu. Ben uygulayıcı. Polis devletiyiz zaten!
Tahammül edemedikleriniz?Barbaros: O benim sigarama alıştı, ben de onun titizliğine...
Yıldırım: Çok tahammül edemediğimiz şeyler olsa zaten bu ilişki yürümezdi...
Barbaros: Esas olarak zevklerimiz filan çok uyar birbirine. Ev dekorasyonunda anlaşırız, seyahat ve damak zevkimiz de birbirine benzer...
Yıldırım: Kılık kıyafetimiz de bir yere giderken uyumlu olsun isterim. O ceket giyecekse, benim de giymem lazım. Zaten ben hep ceketliyim de, bazen "Sadece gömlekle gideceğim" diyor, ben de ona uygun daha spor bir şey giyiyorum. Geçen gün bir yemeğe gideceğiz, "Lacivert ceketimi giyeceğim" dedi, kapının önüne bir çıktım, üzerinde kırmızı ceket, beyaz pantolon, kırmızı mendil, kırmızı çanta elinde ve kırmızı gözlükler...
Siz ne yaptınız?Yıldırım: "Bu kılıkla mı gideceksin?" dedim. Tahammül edemediği bir şey varsa, o da tenkit edilmek. "Kötü mü görünüyorum?" dedi. "Kötünün ötesi!" dedim, "Ama ben çok beğendim" dedi, "E iyi o zaman problem yok" dedim.
Barbaros: E şimdi biri size, "Ne çirkin kadınsın!" dese, siz ne hissedersiniz?
Yıldırım:
Hayır öyle değil, çok fazla kırmızı-beyazdı. Elindeki çantayı bıraksa ya da kırmızı mendilleri, ya gözlüğü. İnsan tepeden aşağı kırmızı-beyaz olur mu?
E ne oldu?Yıldırım: Ne olacak, gittik. Asansöre girince, zaten bir daha bu konuyu konuşmadık.
Barbaros: O gittiğimiz restoranda vahşi bir hayvan tarafından ısırıldım. Kanadı bacaklarım. Üç santim dişlerini geçirdi...
Tabii kırmızı beyazdan alamamıştır gözlerini...Barbaros: Hayır, etrafta en taze bendim. Onun için bana geldi. Yaş ortalaması 95’ti!
Fotoğraf:
Kutup DALGAKIRAN