Paylaş
Budur.
Bu kadar iğrenç ve erkeklikle alakası olmayan hesaplar yüzünden bu ülkede kadınların hayatı çöpe atılıyor.
Bu konuda çok ilginç bir mail aldım, birlikte yüksek sesle okuyalım:
“2009’da töre cinayetleriyle ilgili Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora tezi yaptım. Tezim için yaklaşık 23 cezaevinde 120 töre cinayeti failiyle, ortalama 3 saat ve üzeri mülakatlar gerçekleştirdim. Bu çalışma beni çok çarpıcı bir gerçekle yüz yüze getirdi: Doğu ve Güneydoğu’daki töre cinayetlerinde, bir tecavüz olayında öldürülen kişi, genelde erkek değil, tecavüze uğrayan kadın oluyor. Buraya kadar biliyoruz, ben size şimdi muhtemelen bilmediğiniz bir şey söyleyeceğim. O görüştüğüm insanlardan biri, kendi ailesinden bir kadına tecavüz eden kişiyi öldürdüğü için cezaevindeydi ve konuşurken, şöyle bir tespitte bulundu: ‘Biz buralarda, namusumuzu temizlemek için, tecavüze uğrayan kadınları öldürürüz. Çünkü o zaman, olay biter. Ama erkek öldürülürse, kan davası başlar ve bir sürü erkek ölür, o yüzden tecavüz eden erkeğe dokunulmaz. Bana göre bu delikanlılık değil. O yüzden ben, tuttum tecavüz eden erkeği vurdum, namusumuzu öyle temizledim! Çünkü ben delikanlıyım...’ Bunları anlatan kişiyle konuştuğumda öğleden sonra 1 ile 3 arasıydı. Ve saat 5’te kötü haber geldi. Söz konusu kişinin, erkek kardeşi vurulmuştu. O gün, orada, bir kan davası daha başladı...”
(Avukat Dr. Kadri Gündoğan)
* 23 cezaevi, 120 töre cinayeti... İnanılmaz! Emeğinizden dolayı sizi tebrik ediyorum, tezinizi okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Eminim anlatacağınız daha çok şey vardır. Mail’inizden bir bölümü şimdi kullanıyorum, yüz yüze geldiğimizde daha geniş bir haber yaparız. Sevgiler.
Aile dizimi deneyimi
Suadiye’de bir apartman.
Birlik Apartmanı.
Kapıda Psikoterapist Mehmet Zararsızoğlu yazıyor.
İçimden bir ses, “Adamla röportaj yaptın, yetmedi değil mi? İlla aile dizimi denilen terapi yöntemini gözlerinle göreceksin” diyor.
Evet, ben böyleyim. Her şeyi illa bizzat tecrübe edeceğim.
Deneyeceğim, göreceğim, ben merakımdan öleceğim!
İkinci kata çıkıyorum. Biraz da tedirginim, neyle karşılaşacağımı bilmiyorum.
Kocaman bir salon. 17-18 kişi var, gayet hoş bir topluluk, kadınlar, erkekler, herkes sakin sakin sandalyelerinde oturuyor, Mehmet Zararsızoğlu halkanın orta yerinde oturuyor ve yanındaki sandalye boş. İnsanlar el kaldırıyorlar o boş sandalyeye oturmak için. Gönüllü değilseniz kimse sizi zorlamıyor...
*
Yirmili yaşlarında bir kız geçip o boş sandalyeye oturuyor.
Mehmet Zarasızoğlu, “Sizi buraya getiren sebep ne?” diye soruyor.
“Bir sürü şey” diyor, “Kendimi olduğumdan çok daha yaşlı hissediyorum. Omzumdaki yüklerimden kurtulmak istiyorum. Annemle daha iyi bir iletişim kurabilmek istiyorum...”
Sonra özürlü bir kardeşi olduğunu anlatıyor. Babasının uyuşturucu bağımlısı olduğunu söylüyor. Ve en fenası, dedesin cinsel tacizine uğradığını anlatıyor.
Kısa kısa, kesik kesik cümlelerle.
Mehmet Zararsızoğlu bize dönüyor, “Onu temsil etmek isteyen biri var mı?” diye soruyor. Eller havaya kalkıyor. Birini seçiyor; o kişi, o “genç kız”ı temsil ediyor. Sonra ailedeki herkes için eller kalkıyor, onlar da tek tek temsil ediliyor.
Benim gibi aile dizimini merak ettiği için gelen biri, “özürlü kardeş” oluyor. Diğeri 4 bebek aldırmış “anne”, bu arada o bebeklerde yerde yatıyor, “ölü kardeşler” de temsil ediliyor. Uyuşturucu kullanan “baba” da orada. “Tacizci dede” de. Mehmet Zararsızoğlu hepsine, “İçinizden nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranın” diyor.
İzleyenler, yani bizler, temsili sahnede, bütün bu insanların birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını ya da kuramadıklarını görüyoruz.
Tabii çok şaşırtıcı. Hatta dudak uçuklatıcı.
Çünkü oradakilerin hiçbiri aslında, “genç kız”ı tanımıyor, temsil ettikleri insanları bilmiyor. Ama basbayağı onlar oluyorlar. Nasıl hikayenin içinde bu kadar girebiliyorlar, hiçbir fikrim yok. Gerçekten çok acayip.
Köşede, “özürlü bir kardeş” sallanıyor, hakikaten de özürlü gibi hareket ediyor. “Anne” çok kederli, dünyayla alakası yok, bıraksan yerde yatan “ölü kardeşler”in yanına yatacak, yatıyor da, o zaman biz izleyiciler, ağlamaya başlıyoruz, çünkü kadının kederini hissediyoruz. “Baba” desen en az onun kadar çaresiz, kendi babasının kucağında yatıyor, onun gözünün içine bakmadan hiçbir şey yapamıyor, anlıyorsunuz ki o da hayatı boyunca baba baskısı altında yaşamış...
Benim en çok etkilendiğim şey, sanki bir perde kalmıyor ve birdenbire büyük resmi “görüyorsun”, zihninle değil kalbinle...
Esas önemlisi, o “genç kız” görüyor...
Önce onu annesiyle konuşturuyor...
Zararsızoğlu söylüyor, “genç kız” tekrarlıyor...
“Anne, ben küçüğüm. Bu kadar yükü taşıyamıyorum. Ben senin annen değilim, çocuğunum. Annen gibi davranmak istemiyorum...”
Bu konuşmadan sonra bir rahatlatma oluyor. Anne kız birbirine sarılıyor.
O arada, bütün gözler “tacizci dede”nin üzerinde. Ondan iğreniyoruz. O da tacizciymiş gibi duruyor orada. Küstah bakışlarla etrafı süzüyor.
“Genç kız”ı dedeyle de konuşturuyor, “Bugüne kadar taşıdığım bir sırdı bu. Beni eziyordu. Anlattım rahatladım. Artık bu yükü taşımak istemiyorum. Bu yük senin yükün, al sana geri veriyorum!”
“Utancınla yaşa!” demeye getiriyor, “Ben artık utanmıyorum, ben kötü bir şey yapmadım, sen yaptın. Ben hafifleyeceğim, sen daha da ağırlaşacaksın!”
O andan sonra “temsili tacizci dede”nin beden dili değişiveriyor, yer yarılsın da içine girsin şekline dönüşüyor. O biraz evvel etrafa domuz domuz bakan adam mahvoldu, öldü, bitti. Kafası öne eğiliyor.
Biliyorum bu anlattıklarımı görmeden, hissetmeden, yaşamadan anlamanız çok zor. Zaten hayat boyu gördüğüm en tuhaf şeylerden biriydi.
Çok etkilendim, bir sürü de şey öğrendim.
Ama kesmedi, bir daha, bir daha, bir daha gitmek istiyorum.
Paylaş