Tamer Karadağlı röportajı iyi gider. Nereye gider? Deniz Akkaya'yla birlikte Ankara'ya değil herhalde! Nereye gider, henüz ben de bilmiyorum.
Ama bugüne bugün gazeteciyim. Pazar röportajımı kurtarmaya da yeminliyim... Evet, bir Tamer Karadağlı röportajı iyi gider. Yeter ki, adamın telefon numarasını bulabileyim:
- Alo Selim... Sizin serviste taş fırının telefonunu bilen var mı?
Telefon tamamdır. Sıra, ‘‘Eeee? Ne konuşacağız biz bu adamla?’’ da. ‘‘Bir kısım gazeteci diyor ki, sizin poponuz kalkmış, doğru mu?’’ Ayıp olur mu? Sorulmaz mı? Sorulur, sorulur. ‘‘Para yüzü görür görmez, bu devasa Lincoln jip, ne iş?’’ Denir mi denmez mi? Denir, denir. ‘‘Birdenbire ortaya çıkan ünlü ünsüz bu kadınlar da, neyin nesi?’’
Yapılır mı, yapılmaz mı?
Yapılır, yapılmasına da...
Ne işe yarar... Orası karambol.
Bir açı bulamıyorum. Çünkü adamı tanımıyorum. Önce tanışalım. Sonra bir açı bulalım.
Adam hiperaktif, eli kolu durmuyor, ilgi muazzam. Bir taraftan Affan, bir taraftan Özcan, diziyle ilgili sorular soruyor. Pusetinde ikizlerini uyutan genç güzel anne, ‘‘Çocuklarım dizinize bayılıyor?! Bir imza verir misiniz Tamer Bey’’ diyor.
Tamer Karadağlı ketum değil...
İnsanlara karşı son derece nazik ve alçakgönüllü. Bu arada durmadan anlatıyor, taklit yapıyor, güldürüyor. Gözlerime, kulaklarıma inanamıyorum.
Seyrettiğim bütün Robert de Niro, Al Pacino, Jack Nicholson filmlerinden sahneler canlandırıyor. Manyak mı ne? Bütün diyalogları ezbere biliyor. Bu ne İngilizce'dir. Kolej İngilizcesi'nden söz etmiyorum. Shakespeare İngilizcesi dahil, bir sürü İngilizce şive yapıyor. Bir Shining'deki Jack Nicholson oluyor, bir Analyse This'deki Robert de Niro, derken Godfather'daki Al Pacino...
Edgar Allan Poe'den İngilizce şiirler bile okuyor ezbere. Öyle bir adam işte. O dizide gördüğüm adam çarpı yüz.
Ve sonra yavaaaş yavaaaş geriye dönüyor. Hayatına bir ‘‘flasback’’ yapıyor. Yer, New York. O, sarı kafa bir çocuk. Ben sordukça soruyorum. Birden ortaya başka bir Tamer Karadağlı, ‘‘Amerikalı Tamer’’ çıkıyor.
Al sana açı.
Yap röportajı, bitir işi.
Oradan perdeciye...
Sen öyle zannet Ayşe!
KAVGA
‘‘Hop’’ diyor. ‘‘Ne sorusu ne röportajı. Bazen bir kahve, sadece bir kahvedir.’’
Nasıl yani?
Öyle yani.
‘‘Ben röportaj veririm demedim, tanışmayı kabul ettim. Bu bir sohbet. Hiçbir şey yazmanı istemiyorum.’’
Mosmor oluyorum. İki saattir burada boşuna mı oturuyorum?
‘‘Beni tanıdın fena mı?’’ diyor.
Hiç bir türlü onu ikna edemiyorum. İçimden Allah kahretsin diyorum. Hızımı alamayıp, yanlış hatırlamıyorsam tehdit de ediyorum: ‘‘Bak iyi düşün. Beni kaybedebilirsin. Hayat boyu bir daha seninle röportaj yapmam.’’
Yüzüme bakıyor.
Tınmıyor bile adi!
Sinirle, bir hışım masadan kalkıyorum. Omuzlarım çökmüş arkama bile bakmadan kös kös evime gidiyorum. Moralim bozuldu, perdeciye gidecek halim bile kalmadı. Alçak! İki saatimi boşu boşuna aldı...
BARIŞMA
Ama 1) Ben gazeteciyim 2) Adım Ayşe, küs duramam, mümkün değil. Gururum yerlerde, üstüne basa basa, daha önceki sahne hiç yaşanmamış gibi, adamı Atina'dan arıyorum.
Ennn şirin, ennn kedi, ennn kendimi geri çekmiş halimle, ‘‘Ne dersin bu hafta yapalım mı şu röportajı? Sadece o gün anlattıklarını tekrarlasan yeter, yarım saat bile sürmez’’ diyorum.
‘‘Hani benimle hayat boyu bir daha röportaj-möportaj yapmayacaktın. Ne kadar çabuk çark ettin!’’ diyor.
Oltaya gelmiyorum.
Ben anladım, eğer didişmezsem, onun kurallarıyla oynarsam sorun çıkmayacak. Onun içindeki taşfırın erkeğini çıkarmaya gerek yok. O kadar edilgen, o kadar tatlıyım ki, tırnakları olmayan bir kedi gibi... bingooo kabul ediyor.
Çarşamba saat 3'te, benim evde.
GİZLİ İNTİKAM
Ne de olsa Tamer Karadağlı beğenilen bir dizi oyuncusu...
İzleyicisinin bol olması normal.
Nalan, bin yıllık arkadaşım, bir kere bir röportajımda ‘‘Ya, ben de geleyim, bir kenarda durayım, öyle sadece bakayım’’ dediğini duymadım.
Dedi.
Bu adam için bütün prensiplerini ayaklar altına aldı.
Sadece bu kadarla da kalmadı.
Başıma bir de Leman çıktı.
Her gün 1'de gider. Bu sefer ‘‘Ayşe Hanım. Daha çamaşırlar filan var. Ben de kalayım. Hem Tamer Bey'e kaşarlı simit ve çay yaparım’’ dedi. Böylelikle röportajı küçük bir cep sinemasına çevirdik.
Karşılayanlar arasında kedim bile vardı. Düşünün artık...
Karadağlı da ona pek bir itibar etti: ‘‘Oooo. Vaşak Bey nasılsınız?’’
Aslında iriliğiyle dalga geçiyordu ama Allahtan bizimki farkına varmadı.
Önümüzde çaylar, kuru pastalar, kakara kikiri, başladık röportaja, iyi gidiyor, izleyici Nalan ve Leman, Karadağlı'yı pür dikkat dinliyor.
Arada onlar da soru soruyor.
Tamer Karadağlı nasıl kibar, burayı kadınlar hamamına çevirdiniz filan demiyor. Yemin ederim ben derdim. Hayır, o herkese laf yetiştiriyor, bütün taleplere cevap vermeye çalışıyor.
‘‘Bir Al Pacino olur musun ablalara’’ dediğimde bile kafamı kırmıyor!
Ben tabii kendi çöplüğümdeyim ya, işin cılkını çıkarıyorum, nasılmış beni bir hafta süründürmek, gizli gizli alıyorum intikamımı...
Sıfır arıza. Ağırbaşlı, uslu bir şey.
Röportaj bitiyor.
Nalan beni kenara çekiyor.
Bir de diskur...
‘‘Ayşe. Saygı denilen şey bu işte. Gördün mü ne kadar sıcak davrandı Leman'a. Bir dolu hıyar merhaba der kös kös evden içeri girer, bu adam, onunla uzun uzun sohbet etti. Afferin ona. Afferin bana. Adam hakkında yanılmamışım...’’
Sonrası... Leman'ın bir imzalı fotoğrafınız var mı demesi (çocukları için tabii!), Nalan'ın üçlü fotolara hiç itiraz etmemesi, Leman da niyetlendi ama sonra konu komşuya izah edemem, bir başka sefere inşallah dedi... Çok eğlendik yani. Bitti.
Zannediyorduk ki...
KARŞI İNTİKAM
‘‘Ben sizin çöplüğünüzde yeteri kadar bulundum, şimdi siz buyrun bakalım benim çöplüğüme’’ dedi.
Dizinin setine aldı götürdü bizi.
Ha ha ha.
Hakikaten her horoz kendi çöplüğünde ötermiş! Röportaj yaparken normal bir insanla konuştum, sette izlediğim herhangi bir masaldan çıkmış bir devdi, o kadar duruma hakim, o kadar her şeyin tepesinde ve inanır mısınız hepsi öyle...
İntikam alma sırası ondaydı, aldı.
Sadece setlerin efendisi olduğunu göstermekle kalmadı, göndermedi de bizi. ‘‘Bir çay daha’’ ‘‘Bir çay daha’’, çakılıp kaldık biz de orada...
Siz bakmayın taş fırın Haluk ile light Selami'nin dizide öyle mahsusçuktan cebelleştiklerine, aslında çok yakın arkadaşlar ikisi, sabahtan akşama kadar gırgır şamata... Pardon, akşama kadar lafı yanlış oldu. Sabaha kadar demem gerekiyordu.
O gün çekim sabah 5'te bitmiş.
Öğrendik ki, bir bölüm üç buçuk günde çekiliyormuş. O kadar emek yani... E o zaman da bu başarı, bu patlama, hiç de tesadüfi değil...
Soran yok ama...
Bana sorar sanız Tamer Karadağlı elde ettiği herşeyi hakeden biri.