Paylaş
Füsun Yılmaz Phillipson.
Sade ve klas.
Hep siyahlar giyiyor, ‘siyahlar prensesi’.
Hem dişi hem erkeksi.
Çok hızlı.
Hızlı düşünüyor, hızlı karar veriyor.
Anladınız, sıkı bir iş kadını
Ve aynı zamanda iyi bir anne.
Emily adında bir kızı var.
Alya’dan bir-iki yaş büyük.
Annelikte çocuğu senden büyük olan, hep daha kıdemlidir. Ben de bunu hiç kompleks yapmam, can kulağıyla kıdemli anneleri dinlerim. Onlar, yürüyeceğim yoldan daha önce geçip gitmiştir, mutlaka kulağıma küpe olacak tecrübeleri vardır. Ne kapsam kârdır. Füsun’la da bir kahve sohbetine bir sürü şey sığdırdık. Benim çocuğumun kaderini değiştiren bir tüyo da aldım ondan, sayesinde çocuğumun okulu değiştirdim.
Mecidiyeköy’deki Trump Towers’daydım.
Füsun, Trump Towers Projesi’nin genel danışmanı.
Daha doğrusu, o projenin her şeyi.
Yıllardır gayrimenkul sektöründe, son birkaç aydır da kafayı Trump Towers Alışveriş Merkezi’yle yemiş durumda. Belli ki güzel bir alışveriş merkezi olacak, muhtemelen benzerlerinin en iyisi. Ama beni en çok ilgilendireni çocuk katıydı.
Öğrendiklerimi hemen paylaşıyorum.
1- 8 bin 800 metrekare, boru değil!
Işıklı, teraslı, hareketli, renkli, cıvıl cıvıl bir yer.
2- Bugüne kadar alışveriş merkezlerinde çocuklara ayrılan alan hep küçük bir ‘parça’ydı. Adeta iliştirilmişti. Trump’ta öyle değil. Bir bütün.
3- O katta her şey çocuğa ait. 3-12 yaş arasındaki çocuklara. İçeri girdiği zaman kendini çocuk gibi hissedebiliyor. Her yere bakıyor, her yer kendisi için tasarlanmış. Mesela saat mağazası var. Ama bir tane bile büyük saati yok.
4- Sadece eğlenecekleri, alışveriş yapacakları bir yer değil, eğitim de düşünülmüş. Eğlenirken öğrenmeleri de hedeflenmiş. Tiyatro var. 550 kişilik. Avrupa yakasındaki tek Disney tiyatro.
5- Girişte bir ‘danışma’ karşılıyor sizi. Abi ve ablalar var. Dilerseniz çocuğunuza çeşitli aktivitelerde refakat ediyorlar. “Bu de nereden çıktı?” deyince Füsun anlattı: “Artık Türkiye’de çok fazla single baba var ve hafta sonu çocuklarını aldıklarında ne yapacaklarını bilemiyorlar. Onlara yardımcı olmak için bu kavramı geliştirdik. Üç yaşındaki kızı tuvalete mi gitmek istiyor? O ablalardan biriyle gidecek. Ya da baba, çocuk eğlenirken ayakta dikilip bekliyor, ne yapacağını bilmiyor. Şahane bir lounge tasarladık. Orada iPad’ine bakarken, göz ucuyla da çocuğunu görebilecek. Ya da, daha önce dört defa aynı çocuk oyununu seyreden anne, bir kere daha seyredip bayılmasın diye, çocuğu ablalardan biriyle izleyebilecek, o da bu fırsatı değerlendirip kuaföre gidebilecek!”
6- Ne yazık ki hayat böyle! Artık her şeyi aynı anda yapmak zorundayız. Hele çalışıyorsanız, hafta sonu, o iki gün, hem iyi anne, hem iyi sevgili hem de güzel ve bakımlı olmak istiyoruz. İşte bu çocuk katı, her şeyi bir arada yapabilmemiz için tasarlanmış. Çocuğunuz bale dersi alırken, siz de ayakkabı bakabiliyorsunuz.
7- Bir de çocuk eğlence merkezi var ki, 3 bin metrekare. Çocuklar akıllarını kaybedebilir.
8-Çocuklar için özel D&R bile var. Kitaplar, CD’ler, filmler, kırtasiye. Yalvaç Ural’ın yayınları da ‘okuma bölümü’nde. Okuma günleri bile düzenlenecek.
9- Oyuncak mağazaları, kılık kıyafet ve aklınıza ne gelirse var. Ve tabii çocuklar pet shop’larda hayvanları sevip okşayabilecekler.
10- Çocukların yemesi sorun. O yüzden özel çocuk fast food’u da var. Köfteciler, hamburgeciler ve sosisçiler... Bildiğiniz bir sürü fast-food markası burada çocuk bölümünü açmış.
11- Sıkıldınız, hava mı almak istiyorsunuz? Buyurun terasa. Bütün katı görebiliyorsunuz.
12-Bir de dans köşesi var ki, bayıldım. Hyde Park gibi. Serbest platform. Biz Füsun’la kahve içerken, kızlarımız Alya ve Emily dans ederek kendilerinden geçebilirler.
13- Çocuğunuz arkadaşının doğum gününe mi davetli? Hiç dert etmeyin, hangi ara hediye alacağım diye. O da düşünülmüş vaziyette. Her şeyi bir yerde hallediyorsunuz.
14- Bir ailenin her ferdi için, erkek, kadın, çocuk ayrı ayrı katlar dizayn edilmiş. Erkek, elektronik eşya bakarken, kadın çanta ayakkabı peşinde koşabiliyor, çocuk da Disney’de tiyatrosunu izleyebiliyor. Ya da dilerse deliler gibi dans ediyor. Ve sonra da bütün aile tekrar bir araya geliyor.
“Vayyy be!” dedim Füsün’a “Ya öyle...” dedi, “Biliyorsun, artık çocuklarımız bir numara. Hepimiz için. Bütün ailelerde, bütün seçimlerde karar verme merkezi onlar. Ekonomik krizde bile, bütün alım alışkanlıklarımız değişse de, çocuklarımıza yaptığımız yatırım değişmiyor, değişemiyor. Onlar hep piramidin en tepesinde. İşte biz de, değişen dünyanın, değişen değerlerine uyumlu bir AVM tasarladık. Şubat’ta Trump’ta görüşürüz...”
Mezarlık ziyaretleri
Anladım. Mezarlığa gitmek istiyor. Zamanı gelmiş.
Sevdiğim adamdan söz ediyorum.
Onu tanıdığımdan beri böyle. Cenaze kaçırmaz, bütün arkadaşlarının, dostlarının, yakınlarının acılı günlerinde yanlarında olmaya çalışır ve mezarlık ziyaret eder, bayramlarda ya da kaybettiği sevdiği insanların doğum ve ölüm günlerinde...
Kimseyi zorlamaz, “Hadi gidelim” demez. Sıvışır, yok olur birkaç saat, nerede diye düşünürsün, bilirsin ki, mezarlık turuna çıkmıştır. Ben öyle değilim, onun gibi olamadığım için biraz da utanıyorum.
Bütün aile büyüklerimin mezarı nerede bilmem.
İnsanın sevdiğinden öğreneceği şeyler var işte...
Geçen bayramda da, baktım bizimkinde bir haller var. Mis gibi tıraş olmuş. “Ben bir gidip geleyim” dedi.
Dedim ki, “Biz de gelelim bu sefer Alya’yla.”
Alya hayatında hiç mezarlık görmedi, bazen soruyordu, “Bunlar ne?” “Mezarlık”, “Ne işe yarar?” “Ölenler orada uyuyor.” “Onları, oraya nasıl koyuyorlar, dik mi?” “Hayır yatay, yatakta gibi.” “Dosdoğru toprağın içine mi?” Böcekler, kurtlar yer diye düşünmesin, korkmasın diye, şimdilik “Kutu içinde” diyorum, “Mutlu mutlu uyuyorlar, sen hiç kafana takma...”
Belli ki bu soru kafasını kurcalıyor, sevgilime dedim ki, “Artık altı oldu, Alya’yı da götürelim.” Yine de bir annemi aradım, Mami her şeyi bilir, sığınacak bir liman hali vardır, yaşım kaç olursa olsun.
“Sence erken mi?” dedim.
“Yok canım” dedi.
“Bir çiçekçiye gidin, güzel çiçekler alın, hepsinin baş ucuna renkli renkli çiçekler bırakın, hayatın gerçeği bu, öğrensin.”
Yine de içim pır pır ediyordu. Çünkü sevgilimin ailesi, şehrin her tarafında. Önce Edirnekapı’ya gittik. Bir de ne göreyim, cıvıl cıvıl! Bayram da bitmişti aslında ama güneşli, şahane bir gün. Korkutucu, ürkütücü hiçbir manzara yok. Bir de mezarlıklar çok daha iyi olmuş eskisine göre. Temiz, bakımlı. Şehitlik olduğu için de en bakımlısı orasıydı, yemyeşil.
Alya hiç ürkmedi.
“Keşke sevdikleri kitapları, yemekleri de getirseydik, niye sadece çiçek getirdik?” dedi.
Güldük.
Oradan Zincirlikuyu’ya. Orada bir kuzeni yatıyordu sevgilimin. Genç yaşta hayata veda etmiş. Alya ilgiyle sordu, “Neden öldü?” diye. Kuzeni intihar etmiş, sevgilim lafı geçiştirdi, birden intihar kavramını anlatamayacağımızı düşündük, “Genç mi öldü?” dedi, orada da küçük bir yalan söyledik, korkmasın diye, “Hayır, epey büyüktü.”
Babaannesi 84 olduğu için, insanların ortalama 100 yaşına kadar yaşayacağını düşünüyor.
Küçük çocukların da öldüğünü, ölebileceğini de öğrendiğinde çok sarsılmıştı.
“Nasıl yani?” dedi bir gün, “Kimin ne zaman öleceğini kimse bilmiyor mu?”
“Hayır.”
“Peki küçük çocuklar?”
“Genellikle onlar ölmüyor.”
“Hele sağlıklılarsa, yemeklerini güzel yiyorlarsa, spor yapıyorlarsa...”
Son durak Karacaahmet’ti.
Oraya da gittik, çiçeklerimizi bıraktık. Ve döndük. Bir şey olmadı. Hatta iyi de oldu. Bu kadar güzel şeyin içinde, ölümün varlığını, bir kere daha hatırladık.
Hayata daha sıkı sıkı sarıldık...
Annelerin sağduyusu
Pazartesi, Tinay ile Nur’un öyküsünü yazdım.
Bir sürü, bir sürü mail almaya başladım. Tepki gösteren, isyan eden, yetkilileri göreve davet eden, “Böyle saçmalık olur!” mu diyen.
Ben de her gün, gazetede yazan herkes gibi pek çok mail alıyorum. Ama bazı günler, geçen pazartesi olduğu gibi, birden bire, o mailler binlere ulaşıyor.
Aslında tepkisiz bir millet değiliz. Bazı konularda inanılmaz duyarlıyız.
Bu olay da, onlardan biriydi.
Salı günü, yerimin yettiği kadar, tepkilerin küçük bir kısmını yayınlayabildim.
Salı akşam üzeri, tavan yaptı mailler.
Sonra yaşananlardan haberi bile olmayan Kadından ve Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin aradı ve “Sizinle aynı fikirdeyim. Bakanım ama aynı zamanda bir anneyim, süreci başlatıyorum. Koruyucu ailelerle yaşayan kimsesiz çocuklar, evlat edinilebilir statüsüne geçerse, ilk önce onlara sorulmalı, sonra sıradaki aileye” dedi.
Türkçesi, “Bu ana-kızı ayırmak bence de insafsızlık!” demeye getirdi.
Sonuç: Kanunda değişiklik yapılacak.
Bunu yazınca da, birden o bütün olumsuz mailler, bakana ve bana teşekküre döndü.
Ben de, bir kere daha bu mesleğe taptım.
Ve şunu anladım:
İyi bir şey yaptığınızda, görüyor insanlar.
Ama bu aynı anda şunu da beraberinde getiriyor:
Kötü şeyi de görüyorlar!
Hep iyi şeylerle huzurlarınıza çıkabilmek dileğiyle, verdiğiniz desteğe teşekkür ederim.
Paylaş