Şu Eylül bir gelse

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Domuz gibi uyandım. Kendi suratıma aynada ben bile inanamadım. Aynadan bana bakan o gözlere hiç dayanamadım. Hemen gözlerimi kapattım. Kötü bakıyorlardı, biliyor musunuz. İnsanın yattığı odanın bir duvarının baştan başa ayna olması her zaman iyi olmuyor...

Gizlenecek yer kalmıyor!

RUHUM FIRIL FIRIL

Üstüne üstlük, bir süredir şöyle bir de adet geliştirmiş bulunuyorum: Günün fotoğrafını uyandığım an çekiyorum, üç aşağı beş yukarı başıma ne gelecek biliyorum. Bugünlerde de hiç iyi şey gelmiyor! Ruhum bu pis Ağustos ayı yüzünden fırıl fırıl dönüyor.

Gün, yine fena bir şeye hamileydi, hemen hissettim.

Ve kendi kendime şöyle dedim:

- Allah'ım şu Ağustos bitsin! N'olur bir an önce Eylül gelsin!

BEN KÖTÜYÜM

Eylül esintisinin beraberinde getireceği güzel şeylerin ve günün birinde tekrar ‘‘iyi kız’’ olmanın özlemiyle mutfağa su içmeye gittim.

Su gibi aziz ol!

Mutfak tezgahının önünde burun buruna geldiğim Eylül değil, Meryem idi. Erken gelmişti. Yeni yaptırdığı dişleriyle gülümsedi. Biraz kocaman olmuşlar ama üzülmesin diye ona söylemiyorum.

Ama alçağım, size yazıyorum!

Diyorum ya, kötüyüm ben.

Kesinlikle buna karar verdim.

Ve bir süre kolumdan Star Wars Episode 1 filminin İblis'i Lord Darth Maul'un saatini hiç çıkarmayacağıma söz verdim:

‘‘Bana yaklaşmayın yanarsınız!’’ diye insanları uyaracağım.

NEFRET EDİYORUM

Tatlı tatlı ‘‘Günaydın’’ dedi Meryem. Peki ben ne dedim?

O gün benim için hiç de aydın filan değildi, gülümseyen, mutlu olan, dişlerini yeni yaptırmış olan, Ağustos ayının keyfine varan, güneş tutulmasına aldırmayan, yıldızlar hangi konumdaymış umrunda olmayan, aşık olan, tutkuyla hayata sarılan herkesten nefret ediyordum.

‘‘Bu T.Shirt'ü ben sana ne zaman verdim?’’ dedim. O ne yaptı? Lafı bile edilmeyecek French Connection T. Shirt'üne baktı. Bir de benim kötülük akıtan gözlerime.

Ağlamaya başladı.

KÖTÜLÜK SENARYOLARI

Meryem'in ağlayan, hatta sinir krizi geçiren haline kılımı bile kıpırdatmadan baktıktan... epey sonra... durumun farkına vardım:

Hangi dile tercüme ederseniz edin, ben onu hırsızlıkla suçlamıştım.

Tuhaf!

Onu teselli edeceğime, ‘‘Dilim kopsaydı da öyle bir şey söylemeseydim’’ diyeceğime, hani Bengladeş ateşesinin karısını ve oğlunu doğrayan o yardımcısı vardı ya, ‘‘iyi Meryem’’ ağlarken, ben o ‘‘fena adamı’’ düşünmeye başladım.

İnsan kötü olunca offffffff ne görüntüler beliriyor zihninde!

Mutfakta, asılı duran penseye, tornavidaya, ve o kocaman metal çekice (bayılırım ben o tür aletlere) takıldı birden gözüm. ‘‘Acaba bana bunlarla saldırır mı?’’ diye geçirdim beynimden. Hiçbir fikrim yok, neden? Ama sonra, ‘‘Beni daha fazla üzmek istiyorsa, bana değil, ben gittikten sonra kedime zarar verir, ben öyle yapardım’’ dedim. Bu arada kadıncağız iki gözü, iki çeşme ağlamaya devam ediyor, ben ise hiçbir şekilde müdahale etmediğim gibi, onun için değil, ya bu kadın kafasını keserse diye, kedim için üzülmeye devam ediyorum...

Kötülüğümü size bulaştırmamak için... Çünkü kötülük sirayet eder...

Aklımdan daha neler geçirdiğimi yazmayacağım.

Meryem eşyalarını topladı gitti.

Şeytan ben, evde kedim ve kendimle kalakaldım. Ve o gün aniden ev kadını olma kararı aldım.

Eski bir pantolon giyip paçalarını kıvırdım, yüzüm kanter, ayaklarım sular içinde, güya en şeker halimle, terası yıkamaya başladım. Sonra çiçekleri suladım. Sonra kedinin kumunu değiştirdim. Yemeğini verdim. Tatil çantalarını boşalttım, beyazları renklileri ayırdım, çamaşır yıkadım. Astım. Bitmedi, bulaşık yıkadım. Tabii ki suratımı astım. Çünkü hiç sevmiyorum bulaşık yıkamayı. Bir bulaşık makinem bile yok diye kendime acıdım. Sonra kızdım! ‘‘Salamlar kardeş, peynirler de öyle, niye sanki bir tabakta değil de, hepsini ayrı tabaklarda yemen lazım, çok bulaşık çıkıyor o zaman’’ dedim. Çarşafları değiştirdim. İnanmayacaksınız ama toz aldım. Lavaboları ovdum. Elektrik süpürgesini çalıştırdım. Buzdolabının buzlarını temizledim. Evde kaybettiğim ne varsa hepsini buldum, yerlerine koydum...

Ve ben...

P E R İ Ş A N oldum.

Ne zormuş ev kadını olmak. Ev işi bitmezmiş. Meğer benim Meryem gerçekten bir melekmiş. ‘‘Yapıyorum, sen farketmiyorsun’’ dermiş de ben nankörlük edermişim. Meryem, Meryem...

Sen neredeymişsin?

BEN NE YAPTIM

Vicdan azabından ölüyorum.

Ben ne kadar kötü bir kadınım.

Ne kadar anlayışsız, lafını bilmez, kadirbilmez biriyim. Neden durup dururken kadının kalbini kırdım ki!

Derhal onu aramak istedim. Ve kiminle nasıl, nerede olduğu farketmez, her tartışma sonrasında olduğu gibi...

Yine ve hep aynı şeyi hissettim:

Bir kere değdiğim insan ömür boyu hayatımda olsun istiyorum. Hayatımdan çıkartamıyorum. Yürümeyen ilişkileri bile kesip atamıyorum. Bana zarar vereceğini bile bile, başladık bir kere, bir hukukumuz var, dayanır geçmişe, idare et işte, diyeee, diyeee, diyeee...

Taşıyıp duruyorum.

O yüzden de hep ilk arayan, özür dileyen, sarılan, pişman olan ben oluyorum. Bir daha yapmayacağına yemin eden, ama kesinlikle yapan! Sonra yine pişman olan hep ben oluyorum. Kişiliksiz miyim neyim?

Bütün bunları sorgularken ortaya şu sonuç çıkıyor:

- Ben kesinlikle Meryemsiz yapamam.

Ne kusuru olursa olsun...

O bana değdi bir kere...

Kötülükten, yarı kötülüğe terfi ediverdim birdenbire. İyi geldi.

Kendimi iyi hissediverdim.

SENSİZ YAPAMAM

Tam o sırada telefon çaldı.

Meryem'di.

- Ayrılmıştım ama... Sensiz yapamayacağımı anladım. Çünkü ben de senin gibi evde kalınca depresyona giriyorum. Geliyorum.

- Gel Meryem gel! Ben bu Ağustos ayını, bu evde, sensiz çıkartamam. Eylül'de duruma tekrar bakarız! Şu güneş tutulmasını bir atlatalım da...

Yazının özeti

1. Ben kimseden ayrılamam.

2. Meryem'in dişleri büyük, yüzüne de söyleceğim.

3. Ben çok yalancı oldum.

4. İyi miyim, kötü müyüm bilmiyorum, sallıyorum, düşünmek bile istemiyorum.

5. Ben özgür bir kadınım.

6. Evlenmek bana göre değil ama evlenmeden de yapamam.

7. Seneye kucağımda çocuğumu taşıyor olacağım.

8. Biz daha Meryem'le çok kavga ederiz. Ama sadece Meryem'le mi?

9. Meryem daha önce piskolojik tedavi gördü. Eşit durumdayız.

ON. Bu yazıya SON.

Yazarın Tüm Yazıları