Sperm sayımla övünmeyi hiç düşünmedim ki az çıkınca komplekse kapılayım

Sperm sayısının az olduğunu...

Doğal yollarla çocuk yapamayacağını...

Teknolojik yardıma ihtiyacı olduğunu...

Bir tür kısır olduğunu...

Öğrendiğinde...

a) Şoka girmeyen,/images/100/0x0/55ea920ef018fbb8f888a411

b) Bunu dünyanın en normal şeyiymiş gibi herkese anlatabilen,

c) Komplekse kapılmayan,

d) Gizlemeyen, saklamayan,

e) Hatta karısını bu konuda kitap yazması için teşvik eden,

f) Kendi yaşadığının herkese çözüm olabilecek bir örnek teşkil etmesini dileyebilen bir erkeği...

Beğenmemek, hayran olmamak...

Saygı duymamak...

Benim için imkansız!

Ben böyle başka bir adam görmedim.

Görme şansımın çok olmadığını da biliyorum.

O yüzden parmağımı uzatıp size de gösteriyorum.

Ve birlikte Cem Aydın’ı alkışlayalım diyorum.

Üstelik unutmayın ki, bu adam, Türkiye’nin en önemli kurumlarından birinde CEO. Cem Aydın, Doğuş Yayın Grubu’nun (yani NTV, NTV SPOR, CNBC-e, e2, Kral TV, 7 radyo, dergiler vs...) her şeyi. Tüm bunların en en tepesindeki genç lider...

Türkiye’de konumlar, iktidarlar, makamlar söz konusu olunca kompleksler artar, ağızların fermuarları çekilir, bir sürü şey halının altında itilir...

Ama Vatan Gazetesi anne-çocuk yazarı Ayşe Aydın ile 4.5 yaşındaki ikizler Defne ve Ege’nin babası öyle değil.

Son zamanlarda tanıdığım en gerçek adamlardan biri diyecektim.

Vazgeçtim.

Başka yok çünkü.

En gerçeği bu!

O yüzden bu Babalar Günü’ne Cem Aydın’ın öyküsüyle girelim istedim.

(Bir güne sığmadı, yarın da devam edecek...)



Doktor, karınıza "Normal yoldan çocuk sahibi olmanız imkansız" dedi ve öğrendiniz ki, sebebi sizsiniz. Spermleriniz az ve hareketliliği yavaş. O an ne hissettiniz?

- Doktor, o kadar karamsar bir tablo çizdi ki, oturduğum koltukta iyice küçüldüm. "Spermlerinizin şekli bozuk" dedi, "Sayısı çok az" dedi. Üç paket sigara içiyormuşum, içki seviyormuşum, kendime zarar vermişim, spermlerime zarar vermişim, aman Allah’ım ben her şeyi yanlış yapmışım! Adam, resmen ölecekmişim gibi konuştu. "Herhalde bir metin var kafasında" dedim, "Önüne çıkana bunu anlatıyor." İnanılmaz didaktik konuşuyordu. Şiirsel bir anlatım, belgesel seslendirmesi gibi..."

Sinir mi oldunuz?

- Yok ama içimden "Abartıyor bu!" dedim. Bir an, doktordan çok, ağzı iyi laf yapan pazarlamacılara benzettim. Tüp bebek de pahalı bir iş. Ama sonra arkadaş olduk, anladım ki abartmıyormuş. Gerçekten de benim normal yollarla çocuk sahibi olmama imkan yokmuş.

Kendiniz hakkında önemli bir gerçeği ilk defa öğreniyorsunuz. Ama orada gayet "cool" duruyorsunuz...

- N’apabilirim ki başka? Ben bir an evvel şu tüp bebek olayına nasıl gireceğimi anlamaya çalışıyorum. Doktor da konuştukça konuşuyor...

Kendinizi mağdur gibi hissetmediniz yani...

- Ne münasebet. Zaten ben değil spermlerim mağdur olmuş!

Bizim kültürümüzde kısırlık, dünyanın en açıklanmaması gereken felaketi. Bir kere benim, size bu soruları bile soramıyor olmam lazım. Ama siz gayet rahat yanıtlıyorsunuz... Nasıl oluyor bu?

- Bilmem, bana garip gelmiyor. Kısırlık da normal, spermlerin bozulması da... Olabiliyor yani. Bu sorunların artık daha rahat konuşulabilmesi lazım. Eşim Ayşe, faydalı olacağına inandığı bir kitap yazdı, bana da "Senin için sıkıntı olur mu? Yaşadıklarımızı yazabilir miyim?" dedi. "Olmaz tabii, yaz" dedim. Hatta teşvik ettim. Bu konuda ciddi bir bilgi açığı var. Saklayacak, utanılacak bir durum yok. Benim yakın çevremdeki insanlardan biri, gayet de iyi eğitim almış biridir, tüp bebeğin, tüpün içinde yetiştiğini zannedermiş. Daha da komiği, bir başka arkadaşım, taşıyıcı anne vakalarında, onlarla cinsel ilişkiye girildiğini düşünürmüş. Yani o kadar öğrenmemiz gereken şey var ki...

Her şeyi anlıyorum da bu kadar komplekssiz olmanıza yine de şaşırıyorum!

- Sperm sayımla övünmeyi hiç düşünmedim ki. Doğal olarak, az olunca da komplekse kapılmıyorsun. Rahatlığım, bu konulardaki cahilliğin aşılmasına katkı sağlarsa ne mutlu bana...

Sperm sayısının cinsel güçle alakası olmadığını ben biliyorum da, "İnsanlar kim bilir ne düşünür" diye endişelenmediniz mi?

- Ne düşünürlerse düşünsünler, n’olur Allah aşkına?

Elalemin ne düşüneceği hiç mi umurunuzda olmadı?

- Oldu ama bu "elalem"in kim olduğuyla da ilgili. Bu tür meseleleri kompleks yapanların ne diyeceğini düşünerek yaşayamayız ki. Onlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum. Allah’tan çevremde cinsel gücüyle ya da sperm sayısıyla övünen kimse yok. Olsa, eğlenirdik herhalde...

Ben sizin kendinize güveninize bayıldım...

- Bana çok acayip bir durum gibi gelmiyor doğrusu.

Peki neden olurmuş? Sigara, içki, stres... Bu kadar etkili miymiş gerçekten?

- Evet. En önemli etkenler bunlar, ben epey hırpalamışım kendimi. Ama bunlardan tamamen uzak duranlarda da rastlanabiliyormuş. Hava kirliliği, yaşadığımız dönemin tüm olumsuzlukları doğurganlığımızı etkileyebiliyor.

Bir erkek, bir kadını hamile bırakamayacağını öğrenince üzülmez mi?

- Üzülür. Üzülebilir... Ama tüp bebek tedavisi, bu sorunu çözebiliyor. Dünyanın sonu değil yani. Sağ olsun bilim, alternatif yöntemler geliştiriyor.

Eşiniz, gerçekten de, çocuk sahibi olmak isteyen herkese rehber olabilecek bir kitap (Anneeee Anne Oluyorum!) yazdı. Tüp bebek uygulamasını A’dan Z’ye anlatıyor. Bir sürü insana cesaret veriyor, yol gösteriyor. Peki erkeğin iç dünyası, ruh hali... Bu tedavi esnasında erkek neler hissediyor?

- Erkek, yardımcı oyuncu rolünde, asıl sıkıntıyı kadın çekiyor. Erkeğin görevi, hormon dengesi değişen kadının ruh halini anlayışla karşılamak ve ne derse "Haklısın karıcığım!" demek. Bunu başarabilen erkek, en önemli etabı tamamlamış oluyor. Bir de başarısızlık durumuna hem kendini hem de karısını hazırlaması gerekiyor.

Nasıl yani?

- Kadın, ilk denemede hamile kalamayabilir. Müthiş depresyonlar yaşayabilir. İki taraf için de zor bir süreç. Psikolojik destek almaları gerekebilir. Erkeğin ruh hali biraz da kadına göre şekilleniyor. "Seni seviyorum" cümlesini sık sık söylemesinde fayda var. Hamile kadınlarda, "Artık beni sevmeyecek" duygusu çok hızlı gelişiyor. Herhalde bedeninin değişmesi bu ruh halini tetikliyor. Benim gibi "sevgi böceği" olmayan erkekler için hamileliğin en zor tarafı bu. "Beni seviyor musun?" sorusuna, erkeklerin "Evet, tabii ki" gibi değil de, daha açıklayıcı, daha süslü cevaplar vermelerini tavsiye ediyorum.

Siz niye "sevgi böceği" değilsiniz?

- Bilmiyorum. Sürekli, "Seni seviyorum" diyebilen bir adam değilim. Ama özellikle o dönemde, kadını pohpohlamakta, biraz şımartmakta fayda var. Sevgi böceği olacaksın yani.

"Her şey yoluna girer merak etme" diyen, krizi yöneten kimdi? Kim daha sakindi tüm bu süreçte?

- Rolüm gereği ben daha sakindim. Kadın, en hassas dönemini yaşıyor, erkek soğukkanlı olmazsa durum kontrolden çıkabilir.

Siz hayatınız boyunca mı duruma hakimdiniz?

- Böyle bir çabam olmadı ama ben çözüme yönelik bir adamım. Öyle alışmışım.
/images/100/0x0/55ea920ef018fbb8f888a413
Eşinizin kitabını hiç mi sansürlemediniz?

- Bir yerde var, seks hayatımızla ilgili bir sahne anlatmış. Güzeldi ama ayrıntılıydı. "Başka türlü anlat bunu" dedim, o kadar.

ÇOCUK ÖZGÜVENİ BABADAN ALIRMIŞ

Eşinizin köşe yazılarını okurken keşfettiğiniz şeyler oldu mu?

- Olmaz mı, çok şey öğrendim o yazılardan. Ayşe bir sürü kitap okuyor, konunun uzmanlarıyla konuşuyor, sonra bana hap gibi istediğim bilgileri veriyor. Tam bana göre. Babalarla ilgili yazdıkları daha çok ilgimi çekiyor. En çok "Babalar ne işe yarar?" yazısından etkilendim. Çocuk, özgüveni babadan alırmış. Biz erkekler, rol olarak biraz geri planda kalıyoruz, hem doğum öncesi, hem doğum sonrası, çocuklarımızla sonradan yakınlaşıyoruz, o yüzden bu tür şeyler öğrenmek hoşuma gidiyor.

O odada erkeğin psikolojisi hiç düşünülmemiş

Hastanede tüp bebek tedavisi için sperm vermek nasıl bir duygu? Neler geçiyor insanın aklından?

- Bak, o çok sıkıntılı bir durum. Önce bir bekleme salonuna giriyorsun. Bir bölüm ayırmışlar tüp bebek tedavisi için. Bir tarafta kadınlar var, bir tarafta erkekler. Herkese "Şu saatte gelin" demişler ama randevular sarkmış, sarkınca da insanlar arka arkaya sıralanmış. Ve sen şunu biliyorsun, senden önceki, biraz ilerdeki odada spermlerini bir kaba doldurmaya çalışıyor, birazdan da sen gireceksin. Ve saat sabahın körü, 8-9 civarı, daha yeni uyanmışsın, tuhaf bir durum... İşin teknolojisini düşünmüşler ama insan psikolojisini es geçmişler. Her şey daha iyi organize edilebilirdi, çok daha medeni yapılabilirdi...

Kaç dakika vaktiniz var?

- Sınırsız ama arkada bekleyenler var, onlar da odaya girecekler.

Oda nasıl?

- Berbat. 37 ekran bir televizyon ve eski model bir VHS video, o da bozuk zaten ve berbat bir porno. Tahrik etmeyi bırak, insanı hayattan soğutur...

Dergi- mergi?

- Vardı, ama biraz titiz bir adamsan, milletin ellediği dergiye de alıp bakamazsın. Etrafa dokunmadan hareket etmeye çalışıyorsun. Her şey absürd aynı zamanda. Sen orada dikkatini toplamaya çalışıyorsun, ama dışarıda bir sürü bağırış çağırış... Hastabakıcı, hemşire, doktor... Konsantrasyon sıfır tabii...

Video da çalışmadı, öyle mi?

- Yok o çalıştı ama... Romantik bir şey yapıyorsun aslında, çocuğun olacak düşünsene... Spermin, annenin yumurtasıyla birleşecek ve ortaya bir çocuk çıkacak.

E peki bu durum nasıl atlatılıyor?

- Kendi kendinle dalga geçiyorsun. Başka türlü altından kalkmana imkan yok.

Sonra odadan kan ter içinde mi çıkılıyor?

- Valla, "Ben buradan geçiyordum" havasında yürüyorsun. Gerçi, utanılanacak bir şey değil ama orayı daha iyi düzenlemeleri lazım. Sözünü ettiğim yer de Türkiye’nin en iyi hastanelerinden biri. Belki şimdi düzelmiştir...

Peki "O kabı bilmem nereye götür" mü diyorlar? Yoksa onlar mı teslim alıyor?

- Orada pencere gibi bir yer var, oraya bırakıyorsun...

Ya bu kaplar karışırsa, diye geçti mi aklınızdan?

- Geçmez mi? Binlerce insan tedaviye geliyor, en normal işlerde bile bir sürü şeyi karıştıran bir milletiz. Ayşe’yle konuşurken, "Karışsa ne olur?" dedim, "Dava açar, hastanenin kapısına kilit vurdurursun" dedi. Çocuk artık doğmuş! Ne diyeceğim, "Al bunu, benim çocuğum değil" mi? "Karışmaz, karışmaz. Çok ciddiye alıyorlar!" dediler, rahatladım.

Bir sürü çocuğunuzu vermiş gibi mi hissettiniz?

- Yoo... O spermlerden çocuk olmayabilirdi de... Sağlıklı olanlarını buluyorlar, annenin yumurtasıyla dışarıda birleştiriyorlar ve annenin rahmine koyuyorlar. Biz şanslıydık, ilk denemede sonuca ulaştık.

Çocuklar büyüyünce açıklamayı düşünüyor musunuz? Yoksa söylemeye gerek yok mu?

- "Tüpsünüz oğlum siz, tüpcansınız!" demeyi düşünüyorum. Şaka bir yana gerekirse anlatırız. "Biz anormal miyiz" gibi saçma sapan bir düşünceye kapılmasınlar. Sonuçta tüp bebeğin normal bir çocuktan hiçbir farkı yok. Bir tek kafaları tüp şeklinde!!! Şaka yapıyorum...

ONLARA ’ŞEN DANALAR’ DİYORUM ONLAR DA BANA ’ŞİŞKO GÖBEK’

İş hayatında bu kadar başarılısınız... Bir sürü yeniliklere imza atıyorsunuz... Peki özel hayatınızda... Suçluluktan öldüğünüz oluyor mu, "Niye çocuklarımın yanında değilim" diye?/images/100/0x0/55ea920ef018fbb8f888a415

- Bazen yanlarından kaçmak için de işe gittiğim oluyor! Hayat böyle bir şey. İşimi de seviyorum. Ve her işin bir gereği var. Bu iş de çok çalışmayı gerektiriyor, yolu yok, olsa çoktan bulmuştum...

Özendiğiniz bir baba modeli var mı? Kim gibi baba olmak isterdiniz?

- Özendiğim bir baba yok, özendiğim herhangi biri yok galiba.

Kendi babanızla ilişkinizle, sizin çocuklarınızla ilişkiniz arasında ne fark var?

- Ben çocuklara "şen danalar" diyorum, onlar da bana "şişko göbek". Babamla böyle konuşmuyordum ama oyunlarımız benziyor. Babam da benle boğuşurdu, şimdi ben de onlarla boğuşuyor, yuvarlanıyorum.

Babanız mı daha iyi baba, siz mi?

- Babam "babaların babası" derecesini aldı. Şahane babalık yaptı bize. Benim daha önümde çok yol var. Ondan öğrendiklerimi, kendi bulduklarımla karıştırıp değişik formüller uygulayacağım. Umarım çocuklarda arıza olmaz.

Çocukluğunuz nerede geçti?

- Ankara’da. Babam elektrik mühendisiydi. Devletten burs almış. Ankara Koleji’nde okudum. Sonra İstanbul’a üniversiteye geldim. Annem öğretmenmiş, benim yüzümden çalışmayı bırakmış, onu hep yanımda istemişim. Bir de abim var. Sıcak bir ortamda büyüdük biz. Huzur vardı evimizde. Bir tek baba çok çalışan bir adamdı, orada bir benzerliğimiz var. Az görürdük onu ama eğlenceli bir adamdı. Büyük babam da felsefe öğretmeniymiş, sonradan Milli Eğitim baş müfettişliği yapmış, masal numaralarını hep ondan öğrendim.

Hepsi hayatta mı?

- Ah keşke. Büyükbaba yok artık. Ama anne baba hayatta. 15 günde bir mutlaka bir araya geliyoruz. Torunlara bayılıyorlar. Bu pazar hep birlikte olacağız. Hatta bu röportajı birlikte okuyacağız...

HAMİLE OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİMİZ AN İKİMİZ DE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIK

Anne baba olma yolculuğunda en duygulu an hangisiydi?

-
Hamile olduğunu öğrendiğim an. Arabayı sola çektim, sağa değil sola, heyecandan herhalde. Hüngür hüngür ağladık. Nasıl gerildiysek...

Doğum peki?

- O da müthişti. Olağanüstü, mucizevi...

Gireyim mi girmeyeyim mi tereddütü yaşadınız mı?

- Yok, hayır. Girmek istedim. Ayşe de istedi, epidural anesteziydi, belden aşağısı uyuşturuluyor ama kendindeydi. "Beraber yaşayalım bu anı" dedik ve yaşadık. Hayatın doğumuna tanıklık ediyorsun. Kaçırılmaması gereken bir deneyim. Doktorlar acayip rahattı. Galatasaray-Fenerbahçe muhabbeti yapılıyordu. Ben gerginim, karımın canı acıyacak mı, çocuklar ne alemde diye düşünüyorum, hastabakıcı her şeyi kameraya çekiyor, gayet neşeli, doktorlar sürekli espri yapıyor ve inanmayacaksın fonda "Off off, kömür gibi yanıyorum" çalıyor. Şahane bir laubalilik. Bayıldım.

DEFNE, PARİS’TE BOHEM HAYAT YAŞAYACAK EFE DE, OTO SANAYİDE DÜKKAN AÇACAK!

Babalık tam olarak nasıl bir şey?

- Baba, doğum öncesi ve hemen sonrasında olayın biraz dışında hissediyor kendini. Hem çok yakınsın hem de çok uzak. Ama sonra hep yakınsın. Çocukların "Baba" dedikleri an bittiğimiz andır. Sonra kölelik dönemi başlıyor. Ama genel olarak baba işin biraz eğlenceli kısmında rol alıyor. Olağanüstü bir durum. Aşk.

Hem kızınız, hem oğlunuz var... Kız çocuğu babası olmakla, oğlan çocuğu babası olmak arasında ne fark var?

- Baba- kız ilişkisi başka bir şey, kızımla gerçekten aşk yaşıyorum. Oğlumla da yaşıyorum ama farklı. Defne, tamamen kız özellikleri gösteriyor. Kendini mesela gerçekten prenses zannediyor. Hatta geçenlerde okulda ona, "Sen prenses değilsin ki!" demişler, bu çok şaşırmış. Ben de dedim ki "Defneciğim, sen bu evin prensesisin. Ayrıca benim de prensesimsin. Ama evet başka prensesler de var dünyada..." Ege daha hayta. Defne, Paris’te bohem bir hayat yaşayacak, Ege de oto sanayide bir dükkan açacak. Şimdilik öyle duruyorlar.

İNTERAKTİF MASAL ANLATIYORUM

Çocuklara akşam masal anlatma görevim var. Alışkanlık oldu artık. Büyükbabamın bana yaptığını, ben de onlara yapıyorum. Daha doğrusu hayatı anlamaları için masallar uyduruyorum. Geçen günkü masal mağara devrinde geçiyordu. "O zaman insanlar maymuna daha çok benziyorlarmış, dinozorlar varmış" dedim, Ege atladı, bir dinozor cinsini söyledi, bu mu diye... Sonra ilkel insanlardan bahsettim, "Baba onlar aborjin mi?" dedi. Gel de hızlarına yetiş... Gerçi ben işi geliştirdim, çağımıza uydurup bir de interaktif hale getirdim. Favori kahramanları, masala girip çıkıyor. Bazen Pamuk Prenses olaya dahil oluyor, bazen de Power Rangers’lardan biri...
Yazarın Tüm Yazıları