Paylaş
Süper tazeydi.
Çıtır çıtırdı.
Fırından yeni çıkmıştı.
Bir de yanında peynir attırdım.
Ohhh değmeyin keyfime!
Tabii ki bir sokak simitçisinde yaşadım bu hazzı.
Pastane simidi başka.
Sokak simidinin yerini hiçbir şey tutmaz. Bana da bir arkadaşım söyledi, Gonca Karakaş, o her bir haltı bilir.
“Yolun Gayrettepe Florence Nightingale’e düşürse, onun çaprazında simitçi Sebo var, mutlaka onun simidini dene” dedi.
Bugün tam oradan geçiyordum, Süleyman’a, “Dur!” dedim, arabadan fırladım.
Biri, elinde şeffaf eldivenleriyle, fırından taze çıkmış mis gibi kokan simitleri tezgâha diziyordu, “Siz o Sebo musunuz?” dedim.
*
Adı Sebahattin.
Osmaniyeli.
39 yaşında.
Meryem Gizem’le evli.
Çok da seviyor Gizem’ini, Gizem deyince yüzünde güller açıyor.
12 yıl önce geliyor İstanbul’a, önce Çağlayan’da iki yıl oto lastik tamirciliği yapıyor.
Sonra kriz mriz, işsiz kalıyor.
“Ne yapayım, ne edeyim?” diye derken belediyeye simitçi olabilmek için dilekçe veriyor.
“Hayatta ne iş yaparsan yap, yeter ki iyi yap, ünlü de olursun, zengin de!” lafı boşuna değil.
Sebo, canlı temsilcisi.
Henüz zengin değil ama simitçilik mesleğine getirdiği yenilikler nam salmış, Derya Baykal’ın programına bile çıkmış.
Belli ki, eline ne iş versen iyi yapanlardan, çalışkan, temiz, disiplinli, efendi ve girişimci.
Bir sürü simitçi var İstanbul’da...
Ama o, fark yaratmanın peşinde... Başarıyor da.
Simidi aldığı fırın iyi.
Günde üç posta simit alıyor, sabah 07.00, 10.30 ve 13.00.
Onlara gözü gibi bakıyor.
Rutubete maruz kalan simit, gevrekliğini yitiriyor çünkü.
Sebo bunlara dikkat ediyor.
Bir de kendine, arkası magnet kartlar bastırmış, sipariş alıyor, motorsikletiyle simit servisi yapıyor.
Derya Baykal da sıkı müşterilerindenmiş.
Bitmedi!
İki de şubesi var...
Evet yanlış okumadınız, sokak simitçisi şube açmış.
Bu alanda da yenilikçi.
Şirket gibi çalışıyor.
Simitçi Sebo ismiyle iki noktada daha simit satıyor. Belediyeden izinli, maaşlı iki eleman çalıştırıyor. Onlarda da bu kartlardan var, sipariş için aradıklarında
telefona Sebo çıkıyor.
Motosikleti ve simitleriyle acil ihtiyaç halinde rüzgâr gibi yetişiyor.
Ne diyeyim...
Sebo sen çok yaşa!
Yolun açık olsun Koray
BİLGİSAYARIMI açtım.
Baktım Koray mail atmış, bizim fotoğraf editörü Koray Peközkay.
Mail’i okudum, önce durumu kavrayamadım, sonra bir daha okudum.
Sonra tabii çaktım meseleyi, Koray, kendi isteğiyle gazeteden ayrılmış, sevdiği insanlara da aşağıda okuyacağınız maili atmış.
Nedense çok dokundu bana, üzüldüm. Ama onun kararı yapacak bir şey yok.
Ama bilmesini istiyorum...
Bugüne kadar okuduğum en şahane “veda”lardan biri.
Tam ona yakışan bir veda. Zarif ve nazik.
Hiç uzatmamış, kısa ve net, söyleyeceğini söylemiş ve gitmiş.
Kalanlar düşünsün.
Bir gün ben de böyle bir tatla ayrılmak isterim Koray...
Yolun açık olsun!
“Yaklaşık 10 sene beraber çalıştık çoğunuzla, hayatımın en keyifli dönemi bu binada geçti diyebilirim.
Cuma günü, pek kimseye görünmeden kaçtım ben.
Kimseye görünmedim, çünkü sıkıcı ve saçma bir iş bu veda işi. Hepinizi tanıdığım için çok mutluyum.
Umarım bir gün bir yerde tekrar karşılaşırız.
Selamlar... Koray.”
10 YIL ÖNCE - 10 YIL SONRA
Bir Nur Çintay yazısı 10 yıl önce
Kolay mıdır? Sarı saç, uzun bacak, güzel göğüs ve bir miktar “delilik” kâfi midir? Kedini ve sevgilini yazıp röportaj yaptıklarınla yan yana fotoğraf da çektirince, iş biter mi?
O röportajlara hazırlanmak mesela, tali bir şey midir?
Ayşe Arman’ın güzel/havalı/seksi bir kadın olduğu için, sadece bunun için var olduğunu düşünenler oldu hep. (Üç ‘oldu’yu da bir cümleye sıkıştırdık, bunu da yazalım bir yana.) Acıtanı eminim ki çok olmuştur.
Ben baştan beri beğenirim. Severim uzaktan uzaktan. Röportajlarını iştahla okurum. Bir dolu insandan duymuşluğum var; işine ne biçim vıdıvıdılandığını bilirim.
Ayşe Arman olmak için böbreğini/dalağını/serçeparmağını filan feda edebilecek, ama bu işi mümkünse az kıpırdayarak/çok kırıtarak yapmak isteyen 13-30 yaş arası güllerimize gülerim. (...)
Ben çok net bir şey gördüm: İşine deli gibi titizlenen bir kadın. İçine sinene kadar uğraşan. Konuşacağı insanı bulana kadar karın ağrıları geçmeyen. Ve büyük ihtimalle birçoğunuzun tahmin etmediği kadar çok çalışan.
İşin sırrının saç kesiminde/aşk seçiminde olduğunu sanan küçük kızlara, gayriciddi yazıların sadece üç buçuk dakika aldığını sanan büyük adamlara, biliyorum yok faydası, ama bir de ben fısıldayayım istedim...
Bir Nur Çintay yazısı 10 yıl sonra
(...) İngilizcede ‘guilty pleasure’ diye bir laf var. ‘Suçlu zevk’, ‘günahkâr haz’ filan diye çevirince, fazla retrosundan Harlequin tadında oluyor. Daha uzun ifade edersek, insanın zevk almaktan, beğenmekten utandığı, suçluluk duyduğu ama kendini tutamadığı şey demek.
Yerli diziler, süfli televizyon şovları, çişli müzikler, neler nelerle doldurduk şu hayattaki ‘guilty pleasure’ haznemizi. Ama tek bir isim ver deseler, bir insan ismi, yerli, kadın... Soyadı değişse de, birçoğumuz için o isim: Ayşe!
Yıllardır Ayşe Arman’ın bir doğum günü organizasyonu daha, bir libido yükselmesi daha, bir son dakika sürprizi daha yazılarını okumak, özellikle de pazarları ilaveyi açıp röportaj fotoğrafı çektirirken ne giymiş, fetiş iskarpinlerinin üstünde yükselen fotoşoplu bedenini kimin üstüne sarmaşıklandırmış diye bakmak, kahvaltıda akşamdan kalma mezeleri yemekle yarışır bir ‘guilty pleasure’dı...
Nur bu değişimin sebebi ne?
Bu on yıl içinde ben değişmedim. Evet, evlendim, anne oldum.
Ama özünde hep aynı Ayşe’yim. Yaptığım gazetecilik de pek değişmedi.
Şimdi tiye aldığın kışkırtıcılık, provokasyon o zaman da vardı.
Hepiniz tanıksınız.
Zaten ne yaptıysam, sizin gözünüzün önünde yaptım.
(Nurcum, kilom da değişmedi...)
Peki Nur, sendeki bu değişim nereden kaynaklandı?
Söyleyeyim, 10 yıl önce kocan başka taraftaydı, şimdi başka tarafta.
Yine de seni severim.
Hayat böyle.
Zaten ben kazıkları kadınlardan yemeye alıştım!
“Soyundu moyundu” yazan fındık beyinli erkekleri ciddiye bile almıyorum.
Öptüm.
HAMİŞ
Bu arada, bu ülkedeki kadınların yüzde 50’si gibi baba sorunum olduğunu, kendimi ona kabul ettirebilmek için çok uğraştığımı ben kendim yazdım. Bu, bir sosyolojik tespit değil! Amaaaa... Hayatımın hiçbir döneminde babamın istediği gibi düşünmedim, babamın hoşuna gitsin diye düşünmedim. Nur’la aramızdaki fark da bu...
Paylaş