Paylaş
Üçümüz de özgürlüğümüze düşkünüz.
Kısıtlanmaya gelemeyiz!
Kim bize zincir vuracakmış şaşarız!
Ben şans eseri evlendim.
Bu kafayla evde kalırdım.
Tıpkı Ayşe Baykal ve Hanife Baykal gibi.
Onlar da sınırlandırılmaya gelemeyen kadınlar.
“Karşımıza bir Ömer Bey çıkmadı ki evlenelim!” diyorlar.
Beni güldürüyorlar.
Yay burcuyuz ya, gülünce üçümüzün de gözleri kayboluyor!
Çok tatlılar ve hafif çatlaklar.
Ama ağızlarından çıkan her cümle samimi.
Baskıcı erkek istemiyorlar, onları değiştirecek erkek istemiyorlar, yazı da yazabilmek istiyorlar, fotoğrafları gazetede de çıksın istiyorlar, özgür olabilmek istiyorlar.
Ayşe Baykal, Hürriyet Sosyal’in yazarı. Hatta Hürriyet Dünyası’nın ilk başörtülü yazarı.
25 bin takipçisi var.
Eğlenceli, farklı, cesur yazılar yazıyor.
Kız kardeşi Hanife, “Ayşe yazıyor, faturayı ben ödüyorum!” diyor.
Anlayacağınız ne kendi mahallelerine ne de Hürriyet okuruna yaranabiliyorlar.
Hürriyet okuru, “Başörtülü kadın niye burada yazıyor?” diyor, kendi mahallelisi de “Senin orada ne işin var!” diyor.
Hem arada hem evde kalmışlar anlayacağınız!
İnanılmaz komplekssiz iki kadın.
Ve güzeller.
Birbirlerine takılıyorlar, hem birbirleriyle hem kendileriyle dalga geçiyorlar.
Bir sürü konuda çok iyi anlaştık.
Aramızda başörtüsü yoktu.
Ve zannedilenin aksine ayrı dünyaların insanı değildik.
İnanılmaz açıksözlü, lafını esirgemeyen, iyi niyetli ve harbi tipler.
Yolları açık olsun...
Ayşe Baykal... Karşımıza bir Hürriyet Sosyal yazarı olarak çıktın. Dahası, 25 bin takipçiye ulaştın. Nereden çıktın, nasıl çıktın?
AYŞE: Dört yıl önce Ertuğrul Özkök’e e-mail atmaya başladım. Eleştirdiğim, trip attığım çok oldu. O kadar çok aradım ki bence sonunda, “Bu kadından nasıl kurtulurum? Bir köşesi olsun ben de huzura ereyim” dedi, patronu Vuslat Hanım’ı aradı. Benim de Hürriyet Sosyal’de bir köşem oldu. Ama bu, bizim mahallenin hoşuna gitmedi. Hâlâ, “Başka adam mı yoktu? Neden Ertuğrul? Neden ona yazdın?” diyorlar. Özel bir nedeni yok ama bazı konularda, “Biz yanlış yapmıştık” diye kendini sorgulaması hoşuma gidiyor. “Bize Ertuğrul’u sevdirmeye mi çalışıyorsun?” diyorlar. Alakası yok. Kendisini hiç görmedim bile!
Nasıl bir ailede büyüdün, nasıl şekillendin?
AYŞE: Çocukluğumuz çok güzel geçti. Çünkü babamız kafa bir adamdı. Hocaydı. Bizimle arası çok iyiydi. Babamı odaya çağırıp, annemden gizli bir sürü şey söylerdik. Çünkü annem daha sertti, “Sen bu kızları tepemize çıkaracaksın!” derdi, “Baş edemeyeceğiz, şımaracaklar!” “Yok” derdi babam, “Onlar okuyacak şımarmaz!”
HANİFE: Minibüse koyar, “Şurada inin, eve gidin!” derdi. Bizim camiada kızlar kendi başlarına bir yere gidemez. Biz giderdik.
AYŞE: İlkokuldan sonra yapacağımız her şeye kendimiz karar verdik. Biz bir ara, dinin ucuna da gittik. Çarşafa bile girdik. O da bize dedi ki: “Ortada durun!” Ama baskı yapmadı. Ne kadar aydın bir baba olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
HANİFE: Annem Saadet Partisi’ne oy verirdi, babam AK Parti’ye. Herkes özgürdü.
Eğitim?
AYŞE: İlkokuldan sonra yatılı okuduk. Kuran kursuna gittik. Ben hafız oldum. Hanife, anne hasretine dayanamadığı için yarım bıraktı.
HANİFE: Adapte olamadım ben yatılılığa.
AYŞE: Bense acayip seviyordum. Hatta annemlere diyordum ki, “Hafta sonları da eve gelmeyeyim, arkadaşlarla ev tutayım.” Tam özgür bir yay burcuyum. Hafızlık bitti, Arapça eğitimi aldım. Ortaokulu, liseyi dışarıdan verdim, 18 yaşında siyasete girdim. Şimdi de İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji okuyoruz.
İkiz büyümek nasıl bir şey?
AYŞE: Çok eğlenceli. Kötü olan tarafı, yapmak istemediğin şeyi o da yapsın istemiyorsun. Kendini bütünün yarısı gibi görüyorsun ve zaman zaman ona karışıyorsun.
En çok birbirinize mi güveniyorsunuz?
AYŞE: Evet. En çok güvendiğim de o, en çok eleştirdiğim de...
Ne tür geyikler yaşadınız?
HANİFE: Say say bitmez! Küçükken bizi kimse ayırt edemezdi. Babamız bile. Bazen sureleri okumamızı isterdi. Ayşe hasta olurdu. Ben Hanife olarak gider okurdum sureleri, sonra içeri girerdim, üzerime başka bir kazak giyip, yine babamın yanına giderdim, bu sefer Ayşeymişim gibi o sureleri yeniden okurdum. Babam çakmazdı.
AYŞE: Bir kere işe gitmedim, “Hastayım” dedim. Gerçekten de hastaydım. Fatih’ten geçerken arkadaşlar Hanife’yi görmüş, “Ayşe, sen hani hastaydın biz seni Fatih’te gördük!” dediler. Bir de herkese, “Ya benim bir de tek yumurta ikizim var” demiyorum ki, tanıyan sonra tanıyor. Böyle şeyler çok oldu. Okulda da öğretmenlerimiz hiçbir zaman ayırt edemedi.
HANİFE: Aramızda hiç ayrımcılık da yapmadılar. Biz hep aynı notu aldık. Sanki birimize daha fazla not verirlerse, öteki üzülecekmiş gibi. Hep aynı dereceyle mezun olduk, hiç farklı notumuz olmadı.
AYŞE: Ve hep tek isim olarak çağrıldık: ‘Ayşe-Hanife.’ Ama çocuklar nasıl yapıyor bilmiyorum, hep ayırt ediyorlar, hâlâ edebiliyorlar.
Hürriyet Sosyal’de çok konuşulan şu meşhur kız isteme hikâyesi nasıl oldu?
AYŞE: Bizi istemeye çok erken başladılar. 16-17’yken. İyi kız, cici kız görüyorlar bizi dışarıdan. Okumuşuz filan ya...
HANİFE: “Ölünce arkamızdan da okur” diyorlar!
AYŞE: Oysa bizim evlenmeye niyetimiz yok. Okumak istiyoruz. Ama annem, “Gelmeyin!” demek ayıp olur diye, eve davet ediyor. Ayrıca meraklı, 11 aylıktan itibaren çeyiz düzmeye başlamış bize. Gelenlere soruyor: “Hangisini görmeye geliyorsunuz?” Ne cevap veriyorlar dersiniz! “Fark etmez!” Bundan daha fena bir şey var mı? Senin bir önemin yok! Daha doğrusu bir farkın yok! Ama bizim niyetimiz olmadığı için ciddiye almıyorduk, gülüyorduk. Kendi aramızda kura çekiyorduk, kim kazanırsa içeri giriyordu. Ve bunu bir kere değil, birkaç kere yaşadık.
HANİFE: Görücüye çıkmak sevmediğimiz bir şeydi. Biz aslında evlenmek istemedik. Evlenince her şeyin biteceğini düşünüyorduk.
AYŞE: E doğru da düşündük! Evli olsaydık, bu şekilde rahat olabileceğimi sanmıyorum. Biz özgürlüğü tercih ettik. Toplum belli roller yüklüyor sana, “Belli bir yaşa gelince evleneceksin, çocuk yapacaksın!” Hayatında bunlar yoksa sana acıyarak bakıyorlar. Hangi camiada olursa olsun. Ama biz Allah’tan sorun etmiyoruz.
HANİFE: Ben ediyorum. Ona “Evde kaldık” diye yazma dedim!
AYŞE: ‘Müzmin bekâr’dan ne farkı var ‘evde kalmış’ın. Biz tercih ettik, evde kaldık. İstemedik o adamları. Kötü bir şey değil ki.
HANİFE: İyi de Hürriyet yorumcuları çok acımasız!
AYŞE: Eh biraz öyle. Küçümsüyorlar, aşağılıyorlar. Hanife’ye dedim ki, “Herkese yapıyorlar, aldırma. Başka yolu yok” diyorum.
Peki siz kendinizi kendi mahallenize nasıl kabul ettirebildiniz?
AYŞE: Bizi tanıdıkları için samimiyetimize inanıyorlar ve “Bunlardan her şey beklenir!” diyorlar. Ben yeğenime, “Sana bir sır vereceğim. Tatilde Dubai Şeyhi Maktum’la tanıştım, nişanlandık!” dedim. Resmen inandı! “Deli misin dalga geçiyorum” dedim, “Abla, ben senden her şeyi beklerim!” dedi, böyle bir durum bizimki.
HANİFE: Ama hâlâ bizi tam kabul ettiklerini sanmıyorum. Bana diyorlar ki “Biri durdursun Ayşe’yi, Hürriyet’te ne işi var?!”
AYŞE: Özeti şu: Bizi kabul ediyorlar, karşı mahallede olmamızı etmiyorlar. Ben yazılarımı Facebook’a yazarsam sorun olmuyor. Hürriyet’te yazınca hır çıkıyor. Sizin tarafta görmek istemiyorlar. “Sen bizim camianın çılgınısın, öteki mahallede olma...” diyorlar.
HANİFE: “Orada kullanılırsın, harcanırsın!” diye bir düşünce de var.
Ayşe’nin yazdıklarına karşı mısın?
HANİFE: Yoo değilim. Ama o yazıyor, faturayı ben de ödüyorum! Söylediklerini onaylıyorum ama savunması bana kalıyor!
‘Muhafazakâr Yay burcu’ nasıl oluyor?
AYŞE: Hem muhafazakâr hem yay olmak çok zor! Çünkü özgürlüğümüze çok düşkünüz. Bizim zaten kendimize koyduğumuz sınırlar var, bir de erkekler üzerine kendi sınırlarını koymaya kalkışınca çekilmez oluyor. Evliliği de işte bu yüzden istemedik.
Peki bu kadar özgürlük düşkünü olmak, muhafazakârlığı bozmuyor mu?
AYŞE: Hayır ne münasebet!
Yeni nesilde muhafazakârlık tanımı değişiyor mu?
AYŞE: Kesinlikle değişiyor! Bizim mahallenin kızları artık erkeklerden intikam alıyor.
O nasıl oluyor?
-Bizim mahallede erkekler, bugüne kadar kızları hep şöyle gördü: “Dışarıda istediğim gibi gezerim, tozarım. Sonra da başörtülü bir kızla evlenirim!” Bu mantık vardı. Yeni nesil kızlar ne yapıyor? “Siz misiniz böyle düşünen!” diyor. Aynısını onlar da erkeklere yapıyor. Erkekler de diyor ki, “Bu kızlar bozuldu!” Hayır! Erkekler, kızları bozdu. Bu bakış açısı bozdu.
Kızlar gezip tozunca başka adam bulabiliyorlar mı sonra?
AYŞE: Buluyorlar.Demek ki herkes birbirini kandırıyor!
HANİFE: Genelde insanlar yaşadıklarını saklıyor.
LAY-LAY-LOM KIZLAR MUKADDES KIZLAR
Evde kalmanızın sebebini ‘mukaddes kızlar’ olmanıza bağlıyorsun. ‘Mukaddes kız’ ne demek?
- Toplumun her kesiminde ‘mukaddes kızlar’ var. Atatürkçüsü de var, milliyetçisi de solcusu da dindarı da. Hepsinin ortak özellikleri var, hepsi çevresine duyarlı, vicdanlı, farkındalığı ve adalet duygusu gelişmiş insanlar. Bir başkasının acısını yüreğinde hissedebiliyor. Hatta onun hakkını arayabiliyor. Erkek de bundan korkuyor. Diyor ki, “Bu, başkasının hakkını bu kadar canhıraş arıyorsa, kendi hakkını nasıl arar acaba?” Yani lay-lay-lom olmayan kadın, ‘mukaddes kadın.’ Ve bu ülkede hayatı zor.
Peki muhafazakâr kadının mukaddesi nasıl oluyor?
-Erkek seni önce ‘başörtülü kız’ olarak görüyor, “Ne kadar cici! Allah’tan da korkar, bana da itiraz etmez” diye düşünüyor. Ama meselenin içine girince, “Bu fazla şey biliyor!” oluyor. Biz de o yüzden evde kaldık zaten.
İstemeye gelenlerden sizin de beğendiğiniz olmadı mı?
-Yazdım ya, “Siz daha iyisine layıksınız!” dediler. Bu ne demek? “Ben seninle baş edemem!” demek. “Tüyer giderim” demek. Oysa mukaddes dediğim kızlar oynamıyorlar, onlar kendileri gibi. Evlendikten sonra başka bir şey çıkmıyor içlerinden. Espriler vardır ya, evlendikten sonra kirpiklerini çıkartır filan. Böyle değiller. Evlendiğin gün de aynı, beş yıl sonra da. Ama işte erkekler ‘oynayan kadın’ tercih ediyor.
‘Evde kalma’ kavramıyla dalga geçmene bayıldım. Çünkü bu hâlâ kadınlar için ciddi bir mesele. Kompleks duydukları bir mesele...
AYŞE: Ne gerek var kasmaya... Ben ti’ye alıyorum?
Hangi tip adamları beğeniyorsunuz? Bir gün evlenecek misiniz?
AYŞE: Kısmet... Bak, dilimizdeki harika bir sözcüktür bu!
HANİFE: 10 yıl sonra da, “Sevgilim” diyebileceğimiz bir erkek bulursak, olur. Seninki gibi. Bir de seninki gibi özgür bırakan, kısıtlamayan. Yoksa evlenmiş olmak için evlenmek istemiyoruz.
DİNİN EMİRLERİYLE ERKEKLERİN EMİRLERİNİN KARIŞTIĞI OLUYOR
Dinin emirleriyle, erkeklerin emirlerinin karıştığı oluyor mu?
AYŞE: Ooooo! Hem de nasıl. Babam, bize özgürlük tanırdı ama anneme daha az. Annem çok itiraz ettiği zaman da “Kitapta böyle yazıyor!” derdi. Annem de derdi ki, “Bu kitap hep sana mı yazılıyor? Hiç bana yok mu?”
HANİFE: Kuraldan ziyade erkeklerin hükümranlığı var demeye getiriyor.
AYŞE: Bizim muhafazakâr erkekler, kadınları zapturapt altında tutmak için daha katı çizgiler çiziyorlar. Mesela ben şu an kendimden farklı bir yerdeyim. O, bunu bir tehlike olarak algılıyor. Dindar bir erkekle evli olsam, gazetede yazı yazmama, fotoğrafımın filan çıkmasına imkânı yok izin vermezdi.
Din, erkeklere iltimas mı geçiyor?
AYŞE: İltiması geçen Allah değil, erkekler kendilerine iltimas geçiyor. Yıllarca özellikle kadın-erkek ilişkilerinde bunu çok yaptılar. Dini de kullandılar. Sadece başörtülü kadının muhafaza etmesi gereken bir şey gibi gördüler. Sanki bu dinin tek sorumlusu başörtülü kadınlar. Sanki hep bizim taşımamız gerekiyor bazı değerleri...
HANİFE: Namaz kılmaz, hiçbir şey yapmaz ama işine geldiği zaman, “Benim dört kadın almaya hakkım var!” der.
Her iki mahalleden diğerine geçenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Açıkken kapananlar iyi, kapalıyken açılanlar kötü mü?
AYŞE: Valla mahallemizde öyle arkadaşımız da oldu. Hatta çok renkli bir kadın var, kapalıydı, dört çocuğu vardı, 40 yaşındaydı. Boşandı, gitti 26 yaşında bir gençle evlendi ve açıldı. Bizim mahallemizde yaşamaya devam ediyor. Adam da başka kadınla evlendi.
Hem evde hem arada kaldık!
İkizlerin çocukluk günlerinden...
Hürriyet Sosyal’de yazmana nasıl itiraz ediyorlar?
HANİFE: Başka bir konuyla ilgili AK Parti’den bir toplantıdaydık. Ayşe de “Erdoğan tanrısallaştırılmamalı” diye yazmıştı. Birden bu konu açıldı. Yanlış buldular. Bunun dile getirilmesini, kendi kusurumuzu açık etmek gibi algılıyorlar. “Orada yazmasın, kendi kendine konuşsun!” diyorlar.
Buna karşılık Hürriyet okuruna yaranamıyor!
AYŞE: Evet hem evde kaldık hem arada kaldık! Kimseye yaranamıyoruz. Ciddi yazıyorsun, “Ay ne komiksin! Kendini amma ciddiye alıyorsun!” diyorlar. Esprili yazıyorsun, “Sen komik olduğunu mu sanıyorsun!” diyorlar...
Hepsi başörtüsüne mi takılıyor?
AYŞE: Evet. Sorun kafamdaki örtü ve ait olduğum mahalle.
HANİFE: Tayyip Bey tarafından Hürriyet’e yerleştirildiğini düşünenler bile var. Bizim camiamız için “Neden Hürriyet” sorusu var. Hürriyet okuru için de “Neden başörtülü bir yazar?” sorusu.
AYŞE: Oysa ben yaşamadığım hiçbir şeyi yazmıyorum. Benim mahallem yarın kalkıp, “Sen bunu yazdın ama sen bu değilsin!” diyemez.
Bazen başı açıklar için “Yazık onlara... Yanlış yoldalar” dediğin oluyor mu?
AYŞE: Ben sadece uyuşturucu kullananlara, o yüzden ölüp giden gençlere filan üzülüyorum. Onun dışında Allah’ın bir ayeti var, “Ben istersem istediğim günahı affederim” diye. Ortada öyle bir sözü varken, benim kimseye, “Yazıktır!” deme hakkım yok.
HANİFE: Bir zamanlar kapalılıktan dolayı üniversiteye giremeyenler varken, şimdi diyorlar ki: “Kapalılar daha kuvvetlendi!” Ben de diyorum ki, eğer öyleyse bu sefer de açık ve mini etek giydiği için kimse öteki olmasın.
AYŞE: Çok samimi arkadaşlarımızla ayrışıyoruz bazen. Bazılarının çok kışkırtıcı bir dili var. Eleştirdiğim zaman diyorlar ki, “Biz yıllarca çok ezildik. Çok çektik. Sen niye bu kadar hoşgörülüsün! Her an eski günlere dönebiliriz!” İki tarafın da korkusu var. Herkes, herkesin korkusunu aşağılıyor.
HANİFE: Biz iki mahalle bütün olabilirsek, aslında öteki diye bir şey olmayacak!
AYŞE: Biz o eski günlerde, kendi mahallemizde aslında daha mutluyduk. Şimdi cemaat hadisesi oldu, ayrıştık. Cüppeli’nin hükümetle sorunları var, ayrıştık. Gitgide kendi içimizde küçülüyoruz aslında. İçimizden zengin muhafazakârlar çıktı, onlar bana çok uzak. Düşünce tarzları, bakışları. Bir ortama girdikleri zaman, o hava basmalar filan.
Ne kimseyi tepemize çıkartalım ne de kimsenin tepesine çıkalım
Sınıflandırmalar var mı, kast sistemi gibi... Gerçek Müslüman çarşaflı olur, daha az Müslüman başını kapatır, pantolon giyen daha az Müslümandır gibi...
AYŞE: Var. Biz birbirimizi tanıdığımız için kabulleniyoruz. Ama mesela benim sadece fotoğrafımı gören biri, “Sen nasıl hafızsın? Televizyona nasıl çıkıyorsun, nasıl yazı yazıyorsun!” diyebilir. Beni tanıyan biriyse eleştirmez.
HANiFE: Pantolon giyip üstüne çok kısa ceketle çıkması bence tesettüre uymuyor.
Peki o zaman şöyle sorayım: Siz neden çarşaf giymiyorsunuz?
AYŞE: Umreye gittikten sonra, oradaki rengârenk kıyafetleri gördükten sonra benim kıyafet anlayışım değişti.
HANİFE: Ben çarşaf giydiğim dönemde resmen toplumdan soyutlandığımı hissettim. Rahat olamadım, rahat hareket edemedim. İsteyen istediğini giysin ama kıyafetler tabii ki hareketleri sınırlıyor.
AYŞE: Mesela ben başörtülü olarak sokakta çok laubali davranmayı doğru bulmuyorum.
HANİFE: Mesela ben canlı müzikli bir yere gitsem, oynamak istesem, başörtüm var diye yapamam.
Neden? Uygun düşmez mi?
AYŞE: Karma bir ortamda ben de uygun görmem. Başörtüsü zaten bu. Bir misyonun oluyor. Başörtü takmakla, bazı şeyleri kafadan kabul ediyorsun. Belki bu gençlerin de şimdiki sorunu bu. Aileler mi zorluyor veya siyaseten daha güçlü olmak için mi takıyorlar bilmiyorum. Başörtü takıyor fakat hissetmiyor. Benim karşı olduğum bu. Takmasınlar o zaman. AK Parti iktidar oldu diye insanlar başörtü niye takıyor, anlamıyorum ki. Hani bir kız vardı ya konserde bir erkeğin omuzuna çıkmıştı. Çok konuşulmuştu. O zaman şöyle bir şey yazmak istedim: “Ne kimseyi tepemize çıkartalım, ne de kimsenin tepesine çıkalım!”
HANİFE: Ayşe daha ağır bir tip olduğu için zorlanmıyor. Ama ben, bazen eller havaya yapmak istiyorum. “Başörtüm olduğu için oturmam lazım” diyorum. Tarkan konserine gittim. Ayşe sürekli, “Otur aşağı!” dedi.
Kaç yaşında kapandınız ve kapanmama şansınız var mıydı?
AYŞE: İlkokuldan sonra kapandık. Kimse zorlamadı ama aklımızdan kapanmamak da geçmedi. Böyle bir alternatif düşünmedik. Gerçi yeğenim açık. Babamın bir kere bile eleştirdiğini duymadım.
Mahalle baskısı oldu mu? Kendi seçiminiz miydi?
HANİFE: Seçim yapmak gerektiğini anlamadık ki. Böyle gördüğümüz için kabul ettik. Hiç unutmuyorum, bir komşumuzun kızı, yengemi gördü. Küçük bir kızdı. “Anne” dedi, “Başörtülü anne olur mu?” Çok ilginç gelmişti bana. Demek ki etrafında başörtülü yok. Mesela o kız neden kapansın? Onun nasıl etrafında başörtülüler yoksa, bizim de açıklar yoktu.
Peki dokuz yaşındaki çocukların özgür fikri olabilir mi?
AYŞE: Örtünmek istemeyen örtünmesin. Ama isteyen de örtünsün. Örtünenin dokuz yaşında da başörtüsüyle okula gitme serbestliğini onaylıyorum.
Dokuz yaşında daha kendinde değil ki, o bir çocuk!
AYŞE: Senin kızın istemez. Çünkü örneği yok önünde. Bizim camiada da kızlar annelerine özeniyor. Anneleri gibi olmak istiyor. Hep baskı diye düşünülüyor. Halbuki öyle değil, istemeyen çocuğa hayatta bir şey yaptıramazsın!
HANİFE: Ben üç yıl tiyatro kursuna gittim. Sahneye çıkamadım çünkü her rolü yapmamız lazımdı biliyorsunuz. Gittik Ayla Algan’dan rica ettik. Kabul etti. Bir grup kurdu. Hocamız da Allah’a inanmayan Yaşar Hoca’ydı. Sonra İslami kurallara göre tiyatro yaptık. Kapalıydık ama grup kadınlardan oluşuyordu. Dokunabiliyorduk rahat rahat birbirimize. Böyle bir alternatif tiyatro yarattık.
Başörtülü cumhuriyetçi de olabilir başı açık Müslüman da
“Örnek Müslüman fotoğrafı nasıl olmamalıysa, örnek Cumhuriyet kadını fotoğrafı da olmamalı” diyorsun. Ne demek istiyorsun?
AYŞE: Sosyal paylaşım sitelerinden paylaşıyorlar ya. Cumhuriyet kadını örneğinde sen varsın mesela, “Eskiden de böyleydik”de ben varım. Bu, olmamalı! “Başı açık bir kadın, perdesiz eve benzer” gibi bir söz var, bu kırıcı bir söz. Bu fotoğraf da kırıcı. Şöyle bir durum oluyor: Benim cumhuriyetle problemim yok ama hep kendimi ispat etmeliyim, senin de belki dinle problemin yok ama sen de kendini sürekli ispat etmek zorunda kalıyorsun. Bu yorucu bir şey. Başörtülü bir cumhuriyetçi de olabilir başı açık bir Müslüman da. Benim arkadaşlarım var, başları açık ama beş vakit namazlarını kılıyorlar. Çoğu başörtülü arkadaşıma ahlaken değişmem.
ENGELLİLERE ÇALIŞIYORUM
Hanife engellilerle ilgili neler yapıyorsun?
-15 yıldır engellilerle çalışıyorum. Büyükşehir Belediyesi Engelliler Müdürlüğü’nde başladım. Şimdi Türkiye Beyaz Ay Derneği İstanbul Şube Başkanı’yım. Engellilere mesleki eğitim verip, işe yerleştiriyoruz.
BAŞINI AÇMASINA KIZMAM EVE GEÇ GELMESİNE LAF EDERİM
Ya ikinizden biri kapanmak istemeseydi? Ya da sonradan açılmak isteseydi...
AYŞE: Bilmiyorum düşünmedik hiç. Olabilirdi. Açsın bir şey demem, ne diyeceğim. Eve geç gelmesine karışırım ama ona karışmam.
Abuk sabuk bir adama âşık olsa ne yaparsın?
AYŞE: Aaa bak ona karışırım!
HANİFE: Benim çektiklerimi anlıyor musunuz?
SADECE DİN KONUŞMUYORUZ
Bence sizin mahalle bizi yeterince tanımıyor. Bizi hep dinden konuşan, hiç eğlenceli tarafı olmayan sıkıcı insanlar olarak tanıyorlar. Alakası yok. Espri de yapabiliyoruz. Yaptığımız esprilere gülmüyor Hürriyet okuru o ayrı...
Paylaş