Hatırladım. Antalya'dayız. Hillside Su Hotel'in resepsiyonunda. Haftasonunu geçirmek için gelmişiz. Türkiye'nin ilk design otelini teftiş etmek istemişiz.
Burası bir sevgililer oteli.
Kap sevgilini git yani. İster perşembe ister cuma, pazartesi toplan dön. 3-4 gün için süper. Bizim neyimiz eksik? Sevgilimiz mi? Var Allah'a şükür! İnşallah, sonsuza kadar sürer. İnşallah, daha nice sevgili otelleri keşfederiz birlikte. Amin.
Şimdi buranın keyfini sürmeli.
Otelin hemen dibindeki mavi bayraklı deniz. Demek ki, deniz temiz. Dinlenmek, başbaşa kalmak, güneşlenmek, ya da itişip kakışmak, birbirine su fışkırtmak için ideal.
Kışın, bütün ağırlıklarından kurtulmuşsun, üzerinde bir şort-tişört, elinde sevgilinin parmakları daha ne istiyorsun?
Belanı mı?
*
Benim aradığım kesin!
Çünkü aynalara dayanamıyorum.
Resepsiyondaki aynalardan kendimi alabilmem mümkün değil. Salak salak bakıyorum. Çeşit çeşit ben var. Bir ayna mı gördüm, hemen karşısına geçip kendimi inceliyorum: Karnımı çekiyorum, yan dönüyorum, gülümsüyorum, surat asıyorum, yüzümü çeşitli şekillere sokuyorum. Son olarak da, iyice yaklaşıp suratımdaki siyah noktalara bakıyorum.
Sevgilim?
Sinirleniyor haliyle.
Cinsiyeti erkek değil mi!
Çünkü asansörde de aynı şeyi yapıyormuşum. Hiç önemli değilmiş hangi asansör olduğu, içeri dalar dalmaz, aynanın karşısına geçip kendimi incelemeye başlıyormuşum.
Da...
Bazen, onun elleri kolları dolu olduğu için... Ben hayran hayran aynada kendime bakarken... O da sinirli sinirli bana bakıyormuş!
Çünkü ortada bir hata var. Birinin düğmeye basması ve asansörün hareket etmesi gerekiyor. Ben aynada kendimi görünce işin bu bölümünü unutup gidiyorum tabii. Ama bir erkeğin düğmeleri aklından çıkarması mümkün değil. O yüzden kızıyor. ‘‘Bassana şu düğmeye’’ diyor, ‘‘Görmüyor musun ellerim kollarım dolu!’’ Bir kadın olarak onu delirtecek cevabı vermekte gecikmiyorum: ‘‘Yere bırak aşkım, öyle bas...’’
*
Anladınız!
Hillside Su, bir aynalar cenneti.
Sevgilim, resepsiyonda odaya girmemiz için mantıken gerekli unsurlara (anahtar, anahtar!) ulaşmaya çalışırken ben, aynadaki görüntümden çıkartıyorum ki, derhal cilt bakımı yaptırmam lazım.
Siz bu epoksinin ne demek olduğunu biliyorsunuz değil mi?
Bir çeşit boya türü. Zeminlerde, banyolarda kullanılıyor. İzolasyon özelliği var. Kuruduğunda da bir film tabakası oluşturuyor; teması güzel bir madde, işte odanın zemini ondan.
Pencere hariç üç duvar ayna. Boydan boya.
Beyaz jaluzilerden balkona çıkılıyor.
Yaşasın! Balkonda da bir yatak var.
Fışır fışır deniz sesinde uyumak için mükkemmel bir fırsat.
En sevdiğim şeydir, bir otel odasının her tarafını kurcalamak. Sağına soluna bakmak. Sanki unutulmuş bir şey olacakmış gibi çekmeceleri açmak. Yapıyorum.
Ve sonra... En mühim ilk hareket... Yatağı denemek... Makul bir mesafeden koşup üzerine atlamak: Bakalım dayanabiliyor mu, yayları nasıl, seni geri atıyor mu, reddediyor mu, yoksa içine alıp gömüyor mu?
Yok yok, bu şahane.
O ne!
İki ayna karşı karşıya gelince benden 865 tane oluveriyor odanın içinde. Bu kadarına ben bile tahammül edemem. Ama aynada olduğu için zararı yok. ‘‘Gelsene yanıma’’ diyorum sevgilime, sarılıyoruz. O bana bakıyor. Ben aynadaki bize.
İnanılmaz eğlenceli.
Biraz sonra ışıklarla oynamaya başlıyorum. Bir düğmeye basıyorum, oda kıpkırmızı oluyor. Burası Moulin Rouge mu?
İstersen pembe de yapabiliyorsun!
Şimdi sıra banyoda. Banyodaki armatürler şahane. Peki şu duşun altında sarkan ip ne? Önce korkuyorum, yangın alarmı zannediyorum. Sevgilim çekiyor. Sürpriz! Çamaşır ipi oluyor. Mayoları balkonda kurutmaktan kurtuluyoruz.
Valla odalar çok rahat, öyle böyle değil.
Bu odada hoşuma giden bir şey daha var:
Balık.
Cam fanus içindeki balıkla tanışıyoruz. ‘‘Benim adım Hamza’’ diyor. Memnun olduk Hamza! Demek ki biz bu odada üç kişi olacağız. İnşallah yakında kanarya da koyarlar!
*
Bu otel anlata anlata bitmez.
Geceleri lobiye iniyorsun, tependeki o toplar (her biri 300 kilo) dönüyor ve etrafa ışıklar saçıyor. Derken sema gösterileri başlıyor. Bütün o beyazlık içinde sen siyah giysili mevlevileri huşu içinde izliyorsun.
Bir de kırmızı restoran var ki, yemekleri şahane. Zaten Hillside bu konuda ünlü, açık büfesi öldürücü, yemekten ve hazdan çatlayabilirsin. Öğlene kadar açık büfe. Alt katta suşi var, havuz başında da açık havada yemek. Ya da lobide 24 saat alacarte...
Sonra spa var...
Hıncal Uluç, Hillside Beach Club'takini yaza yaza bitiremedi, 8 gün 8 gece, aynısından burada da var. İlaç gibi geliyor insana. Hayata yeniden başka bir enerjiyle sarılıyorsun.
Bu arada sevgiline de.
Hiç aklımdan çıkmamasına rağmen, sevgili dedim de aklıma geldi, bu otelin en etkileyici şeylerinden biri de 9.5 hafta.
Diyeceksiniz ki o da ne?
Bildiğiniz 9,5 hafta!
Hani o müthiş film var ya.
İşte otelin 9.5'uncu katında öyle bir suit var ki, çüş dedirtiyor insana. Tek bir oda, 400 metre kare. İçinde bilardo masası (çuhası kırmızı) ve kocamaaaan bir yatağı var. Sonra iki tane terası. Benim oturma odam kadar da banyosu! Her şey iki kişilik: İki lavabo, iki klozet. Jakuziyi, yürüme bantlarını, giyinme odasını, dev ekran televizyonu, iki kocaman akvaryumu saymama gerek var mı?
Ama haberiniz olsun 4 bin dolar!
Siz en iyisi mi bizim kaldığımız iki kişi, geceliği 204 milyon TL. olan odalarda kalın.
Otele girerken ben sevmem böyle yerleri demiş, korkmuştum ama biliyor musunuz odamızı terk ederken üzüldüm.
İçime hir hüzün çöktü.
Kim ister Türkiye'nin en seksi otelinden ayrılmak. Aynaları, beyaz yatağı, bir de Hamza'yı özleyeceğimden eminim....
HAMİŞ: Otelin yatırımcısını (Menzilcioğlu ve Kemaloğlu ailesi), mimarını (Eren Talu) ve işletmecisini (Hillside grubu) tebrik ederim. Özellikle de Edip İlkbahar'ı, Nalan Apa'yı, Aydın Samanlı'yı, Göktüğ Özdemir'i, Murat Tufan’ı ve son derece güleryüzlü olan bütün diğer Hillside'çıları! Sıkı bir ilke imza atmışlar.
HAMİŞ 2: Valla benden bu kadar. Hillside Su hakkında daha fazla bilgi istiyorsanız, ulaşma noktası: 0242 249 07 00