Paylaş
Yaşı kadar dövmesi var bedeninde. Hepsinin de hikâyesini çok komik anlatıyor. Çok açık bir insan İrem Derici, gizlisi saklısı yok. Komik ve eğlenceli. Duygulu ve duyarlı. Fakat gözü karalığı karşısında insan bazen afallıyor. İnsan bazen başını okşayıp “Geçecek, geçecek!” demek istiyor. Ben onu orijinal ve tatlı buluyorum. Herkesin birbirine benzediği ve kendini korumaya aldığı bu dünyada farklı buluyorum. Yolu açık olsun. Pazar günü başlayan röportaj bugün de devam ediyor...
- Baban Hulusi Derici... Bu ülkenin en tanınmış iletişimcilerinden biri. Böyle bir babanın kızı olmak insana ne sağlıyor?
Bol sabır... Peygamber sabrı... Çünkü hep o haklıdır! Şu kırmızı şapkayı alıp, siyah olduğunu 10 dakikada bize kanıtlayıp bir de bizi özür diletip gider! Ben de onun aynısıyım aslında. Ben de hep haklıyım. Biz bir köprüde karşılaşmış iki keçiyiz. Sürekli didişiriz. Ama çok âşığım babama. Onun da bana çok âşık olduğunu biliyorum. 5 çocuğu var totalde...
- Hepsi ayrı kadınlardan mı?
Evet... 3 kadın, 5 çocuk. Benim de kafam karışıyor artık... Hangi çocuk hangi kadından... Allah’tan duruldu, son evliliğinde çok mutlu.
- Babandan öğrendiğin en önemli şey?
Saksıyı farklı çalıştırmayı öğrendim. Kimseye kulak asmamayı öğrendim. Güzel vecizeler ve tabii şahane küfürler öğrendim.
- Babanla anne ne zaman ayrılmış?
Ben 4-5 yaşlarındayken...
- Seni nasıl etkiledi bu boşanma?
Hiperaktiflik var bende. Tedavisini görmedim ama var... Zor bir ayrılık yaşadılar. Annem zorlandı, sonrasında 2 çocukla kalakaldı. Babamın maddi durumu ne kadar şahane olsa da biz o dönem bir nafakayla geçiniyorduk. Asla bir dediğimi iki etmedi ama uzun yıllar yanımda değildi. Çok sonra baba-kız olabildik. 5 ile 25 arası, babam pek yok resimde. 25 yaşıma kadar görev gibi alırdı bizi. Bir odam bile yoktu onun evinde. Oysa şaşaalı evlerde yaşardı hep. Giderdim, ama sığıntı gibi hissederdim kendimi. Yine de dediğim gibi hep çok âşıktım babama. Annem ise hem baba hem anne hem dayı hem amca hem elti hem de her şey oldu bana ve kardeşime. Ve nasıl bir bilinçtir ki bizi hep sanatın içinde tutmaya çalıştı. Işık Lisesi’nde okurken İstanbul Devlet Konservatuvarı sınavına soktu annem bizi. Haftanın 3 günü okuldan çıkıp konservatuvara gider gelirdim. Babam ise hiç şarkıcı-türkücü olmamı istemiyordu. “Sen duygusalsın, kaldıramazsın!” diyordu. Kısmen haklı da çıktı. O benim reklamcılık yapmamı istiyordu. Sonradan baktı ki gerçekten şarkıcı olmak istiyorum, bir suç ortaklığı oldu aramızda... Destek verdi.
- “O Ses Türkiye” mi senin kırılma noktan?
Ben hep müzikle, sanatla iç içeydim. Tiyatro yaptım. Resim yaptım. Dünya resim ikinciliğim var Japonya’dan. Çocuk hakları konulu bir yarışmaydı. 300 bin kişinin arasından seçildim. Şiir manyağıyım. Pablo Neruda’yla yatıp kalkıyordum. Sanatın her dalıyla ilgiliydim, ama şarkıcı olmak istiyordum. “O Ses Türkiye”nin tabii ki faydası oldu...
- Peki ne zaman “Kesinlikle şarkıcı olacağım! Benim yolum bu” dedin?
Üniversitedeyken 8 aylık bir ilişkim oldu. Birlikte olduğum insan için neredeyse bütün hayatımı değiştirdim. Bir araştırma şirketine girdim. Sokaklarda röportaj yapıyordum insanlarla. Ama bunu da o adam için yapıyordum, beni sevsin, şarkıcı-türkücü sevgili istemiyor, plaza insanı olayım diye... Ama o adam beni 10 dakikada terk etti! Ben de hüngür hüngür ağlarken kendi kendime, “O kadar ünlü olacağım ki o da görecek!” dedim. O da, yeni birlikte olmaya başladığı kız da... Bir süre sonra evlendi onunla. Daha da sinir oldum. Dedim ki “Cuma günü evde oturacaklar. Televizyonu açacaklar, Beyaz Show’da beni görecekler. Ertesi gün arabaya binecekler, radyoda hangi kanalı açarlarsa açsınlar ben çalacağım. Hürriyet alacaklar, Ayşe Arman’da beni görecekler...” Bu dediklerimin hepsi oldu. Seninle röportaj da oldu. Muradıma erdim. Gerçi şimdi adamın suratını bile hatırlamıyorum. Ama onun gazıyla ünlü oldum.
YEDİ DÜVEL O ŞARKIYLA EVLENDİ
- Kolay mı oldu her şey?
Hayır. Önce bir ajansa girdim. Metin yazarlığı yapıyordum. Sonra babam dedi ki “Elâlemin yanında çalışacağına gel bizim ajansta çalış! Biz birbirimizi güzel coştururuz!” Ama sonra kesmedi beni reklam yazarlığı. Yine ağlıyordum, “Ben sahnede olmak istiyorum!” diye. İşte o dönem, “O Ses Türkiye”ye katıldım. Elendim ama çok şey kattı o yarışma bana. Güzel insanlar kazandım orada. Yarışma bitince de babam anladı ki ben bu işten vazgeçmeyeceğim. Beni aldı karşısına dedi ki “O zaman Türkçe söyle! Türkiye’de yaşıyorsun, İngilizce şarkılarla olmaz bu iş!” Ve Melih (Kibar) Abi bana ilk şarkımı verdi. O şarkı tutmadı. Sonra bir gün Neşet Ertaş’a saygı albümü yapılıyordu. Oraya bir cover yaptım. Onu Sezen Aksu dinliyor. “Kim bu kız?” diyor, “Bu garip bir ses, tınısı çok enteresan. Benim bir şarkım var 8 yıldır bekleyen, ona yollamak istiyorum!” diyor. İşte benim patlamam o şarkıyla oldu! Derken “Kalbimin Tek Sahibine”yi yaptım. Yedi düvel o şarkıyla evlendi. Türkiye’de 100 milyonu aşan bir şarkı oldu. iTunes tarihinde hâlâ en çok indirilmiş Türk şarkısı. Herkes evlendi o şarkıyla. Ben de şarkımın gazına gelip öyle bir hata yaptım ama yürümedi...
YA ÖKÜZ GİBİ YİYORUM, ŞİŞİYORUM YA HİÇ YEMİYORUM, İSKELETE DÖNÜYORUM
- Yeme bozukluğuna nasıl yakalandın?
Bir önceki ilişkimden ötürü. Onu çok yakışıklı buluyordum ve sanki onun yanına bir şekilde kendimi yakışmıyordum. Adamın da suçu yok, ben öyle hissediyordum. O ise bu meseleye takmamdan nefret ediyordu. Kim ister ki yeme bozukluğu olan bir sevgili. Beraber olduğun kadın sofraya oturuyorsun, yemiyor. Çıkamadım işin içinden o dönem. Kendim de düzelmeyi çok istedim ama yapamadım. Düzelemeyince de birçok şeyi kaybettim. Sonunda adamı da kaybettim...
- Peki sana anoreksiya teşhisini koyan kim?
Psikiyatrist. Anoreksiya yazdığında çıkan belirtilerin hepsi paçalarımdan akıyordu...
- Geçti mi yeme bozukluğun?
Geçti ama zor oldu. Artık elimden geldiğince dengeli ve sağlıklı besleniyorum. Normal kilodayım.
- Şimdi kendini güzel buluyor musun?
Buluyorum. Ama kendimle dalga geçmeyi hâlâ seviyorum. “Ağzım iki oda bir salon, burnum da öyle böyle...” diyorum hâlâ. Ama suyu çıktı. Bir gün bana Okan Bayülgen demişti ki “Seksi bir kadınsın sen. Tuhaf bir güzelliğin var. Sürekli böyle dalga geçme kendinle, inanırlar!” Gerçekten de öyle oldu. Oysa ben çakmak çakmak bakan kocaman gözlerimi ve kocaman ağızımı seviyorum...
- Terapiye gidiyor musun?
Şimdi mi? O kadar yoğunum ki pek vakit bulamıyorum. Zaten terapistleri de delirtiyorum. Bir tanesi dedi ki “Senden sonra ben de terapiye başladım!” Çok da eğleniyorlar benimle. Mesela Mansur Beyazyürek diye müthiş bir hocaya gidiyorum. O bana diyor ki “Aslında trajik şeyleri bile öyle güzel betimleyerek komik anlatıyorsun ki ben sende gerçekten problem olduğuna inanmak istemiyorum!” Ben her şeyi anlatıyorum. Çok şeffafım, başka türlü bu hayatla başa çıkamıyorum.
- Duygularını çok uçlarda yaşayan birisin... Sınırları zorlamak hoşuna mı gidiyor?
Zaten ‘borderline’ teşhisi konuldu. Kişilik testi yapıldı. Borderline’ın bayrakla önde koşanıymışım. Ya hep ya hiç. Ya öküz gibi yiyorum, şişiyorum patlamak üzere. Ya da hiç yemiyorum iskelete dönüyorum. Pek şeyde bu böyle... Bilinçli bilinçsizim ben. Dengeli dengesiz. Ama bu olduğum kadından da memnunum. Eskiden çok umursadığım şeyleri artık umursamıyorum. Bu kadar özgür yaşayabilme cesaretime sinir oluyor insanlar. O yüzden sevenim kadar sevmeyenim de var. Ama ben halimden memnunum...
Paylaş