Paylaş
Ayşe merhaba…
Söze nasıl başlayıp nasıl toparlayacağımı bilmiyorum ama Dr. Erhan Özer gibi adamlar çıkıp da “Hastalığınızın sebebi sizsiniz! İyileşme gücü içinizde” diye bık bık bık diye konuştukça, bedenimi yakan bir öfke sarıyor içimi. Benim annem ALS hastası. 12 yıldır modern tıbbın yanında, denemediğimiz şifa yöntemi kalmadı ve çok sayıda modern şamanın Erhan Özer benzeri söylemlerine şahit olduk. Çakralar, enerji alanları, bio enerji, reiki, secret vs vs vs.
Bu insanlar böyle söyleyerek insanlara umut verdiklerini mi düşünüyorlar acaba? Bilakis ne diyorlar biliyor musun? “Kendi kendini iyileştirmeyi başaramayacak kadar acizsin! Seni sefil! İyileşmeyi yeterince ve içten biçimde istemeyi bile beceremiyorsun!” Evet, dedikleri bu aslında. Tedavisi henüz bulunamamış her türlü hastalıkla mücadele eden herkese bu mesajı veriyorlar!
Ayıptır yahu!
Mesela Oğulcan da kendi hastalığının sebebi miymiş? Dört yaşında lösemiye yakalanan yavrucakların nasıl bir ‘içsel sıkıntısı’ varmış da kanser olmuşlar?
Kendisine bir teklifim var: Vücuduna Hepatit B ya da Hepatit C ihtiva eden kan enjekte edelim, sonra bize ‘içsel gücü’nü kullanarak nasıl iyileştiğini bizzat göstersin. Biz de iyileşmeyi ondan öğrenir, ölene dek duacısı oluruz, kabul mü? Hep beraber görelim bakalım, sizi ölüme götüren bir hastalıkla mücadele ederken, “İyileşme gücü içinizde! Hastalığınızın sebebi sizsiniz!” türünden şeyler demek kolay oluyor muymuş? Ve gerçekten insanın iç gücü, kendi kendini iyileştirmeye yeterli oluyor muymuş!
(Zeliha C. Ö)
ARGÜMÜNLARIN SAĞLAM
- Zeliha, sen çok yaşa! Yazdıklarını okuyup, hak vermeyecek bir tek Allah’ın kulu yoktur. Özellikle dört yaşında lösemiye yakalanan minik çocuklar söz konusu olduğunda ya da Oğulcan gibi örnekler… Argümanların çok sağlam. Ama ne var ki hepimiz insanız, çaresiz kaldığımızda bir şeylerin peşine takılmak istiyoruz. Nitekim sen de takılmışsın, anneni alıp bir sürü yere götürmüşsün. Kimilerine iyi geliyor, ‘plasebo’ etkisi yaratıyor. O yüzden böyle şeyleri duymak bile istemeyenler olduğu gibi, duymak için can atanlar da var. Ben gazeteci olarak işimi yaptım, soru sordum, cevaplarını aldım, yazdım. Ama senin itirazına da saygı duyuyorum ve herkese iletiyorum. Annene de acil şifalar diliyorum.
Petshop sahiplerinden çıt çıkmadı
Tam 1100 mail geldi.
Hayvanseverlerden, petshop mağdurlarından, köpek eğitimcilerinden, veterinerlerden…
Meğer ne kadar çok insan varmış ‘Jimmy Boy’larının acısını içinde taşıyan...
Gözyaşları içinde onları elleriyle toprağa veren…
Herkes aslında birbirine benzer hikayeler anlatıyor.
Bir kısmı akıllanmış artık, petshop’ların önünden bile geçmiyor. Mümkün olduğu kadar da başka insanları uyarıyor. Benim uyarmama, farkındalık yaratmama sevinenler de oldu, “Bak Jimmy Boy boşuna ölmedi, bir işe yaradı!” dediler.
Bana kızanlar da oldu, “Neden barınaklardan almadın?” diyenler.
Bu sayede, internette, çeşitli gönüllü insanların kurduğu kimsesiz hayvanları evlat edindiren sitelerin varlığından da haberdar oldum.
Onlar, bu işin ticaretinin yapılmasına şiddetle karşılar.
“Parayla alınıp verilen bir şey olmamalı” diyorlar.
Ülkemizde adam gibi bir köpek kültürünün gelişmediğinden söz ediyorlar.
O kadar çok şey öğrendim ki maillerinizden…
İşin psikolojik kısmını da, Alya’ya ilgili neler yapmam gerektiğini de…
Sizlere ne kadar teşekkür etsem azdır.
Çok isterim ama bu kadar maili yayınlayabilmem mümkün değil.
Fakat bu konuya devam edeceğimi bilmenizi istiyorum.
Bu olay sırasında bir sürü insan tepkisi belli etti ama bir kesim var ki onların hiç çıtı çıkmadı.
Kimler onlar biliyor musunuz?
Petshop sahipleri.
Biri olsun, “Haksızlık ediyorsunuz, hepimizi aynı kefeye koyuyorsunuz. Bize de söz hakkı verin!” demedi.
Bir tanesi olsun mail atmaz mı?
Hayır!
Bu da beni düşündürdü.
Ama yine de, “Bu ülkenin bütün petshopları kötüdür” demek istemiyorum.
Bu düzen yanlış, böyle olmamalı, bir denetleme mekanizması olmalı, yoksa kurulmalı.
Yakında bununla ilgili bir röportaj okuyacaksınız.
Sizi seviyorum, bir köpek çiftliğine gidiyorum.
Belki müjdeli bir haber verebilirim Alya’ya…
Byeee.
Bu okur mail’ini çok çarpıcı bulduğum için paylaşmak istedim
“Bu yaz bu fotoğrafı Ataşehir Palladium AVM’deki pet shop’ta çektim, içim parçalandı. Oradaki görevli beyefendiye “Bu hayvanlar çok neşesiz, mutsuz duruyorlar hiç dışarı çıkmıyorlar mı?” diye sordum, her hafta veteriner geldiğini ve kontrollerin yapıldığını söyledi. “Ben başka bir şeyden bahsediyorum” dediğimde bana şu cevabı verdi: “Ne yapalım pedagog mu getirelim yani?” Hayvanlar iki metrekarelik kafeslerde tutuluyor, camekanın ardında. Hayvana işkencenin daha iyi bir örneği yok. Şehiriçi pet shop’larda hayvan satışına artık bir dur denmeli, hayvanlar adam gibi şehir dışında çiftliklerde satılmalı. Alıcıları gelene kadar da toprakla ağaçla açık havada yaşamalılar. Pet shop’larda sadece mama- araç gereç satılmalı.”
Paylaş