Paylaş
AYŞE ARMAN AFRİKA'DA / FOTOGALERİ
Anne, baba çocuk herkes AİDS
Aman Allah’ım!
Ben neredeyim?
Önüm arkam HIV pozitif.
Yani bildiğimiz AIDS.
Burası Uganda.
Burada, insan ömrü 53 yıl. Yaşlı insan tek tük, istisna...
Anneler, babalar, minicik bebekler AIDS. Patır patır ölüyorlar.
Nüfusu 23 milyon. Sudan, Zaire, Ruanda, Tanzanya ve Kenya’nın ortasında.
3. dünya ülkesi mi dediniz?
Keşke öyle olsa!
5. 5!
Geri kalmışlıktan söz edilince ilk örnek verilen ülkelerden biri. O kadar fakirler ki, fakir sözcüğü bile durumu anlatmaya yetmiyor. Resmen başka bir gezegen.
Sokaklarda dolaşırken için kıyılıyor.
Uganda’ya dair gördüğün her şey, insanın yüreğini eziyor, bazı yerlerde, insanların ayağında ayakkabı olması bile lüks.
Çocuklar çamurun, balçığın içinde, çıplak ayakla.
Bir tuhaf oluyorsun. Kendini sorgulamaya başlıyorsun. Ben yaşıyorsam, insansam, peki bu gördüklerim nedir?
Burada yaşanan şey, nasıl tarif edilir?
Ve insanın bu sorgulamadan, yüz akıyla çıkabilmesi mümkün değil.
Ağırlık kalıyor üzerinde, insan olmanın ağırlığı...
BİZİM GÜNEYDOĞU YANLARINDA SOSYETE KALIYOR
Size nasıl anlatsam...
Geçen haftaki Pakistan ‘hafif’ kaldı.
Uganda o kadar ‘ağır’ bir vaka ki, bizim Güneydoğu yanlarında sosyete kalıyor.
Açlık diz boyu.
Metafor olarak değil, gerçek açlık.
O gördüğünüz klişeleşmiş Afrika fotoğrafları, birebir gerçek, dirhem abartı yok.
Onlar günü kurtardıklarında, yiyecek bulduklarında, insanı ağlatacak kadar mutlu oluyorlar.
Bir şey yiyemiyorlar, çünkü yok. Alamıyorlar çünkü para yok. Kazanamıyorlar çünkü iş yok.
Kişi başı gelir 110 dolar.
Sekiz-dokuz çocuklular.
O kalabalık nüfusla, neredeyse tek hanede yaşıyorlar.
Her yıl sel felaketi getiren muson yağmurları da cabası.
Evleri su içinde kalıyor.
Açlık, yokluk, pislik, AIDS’in üzerine tüy dikiyor. Bir de enfeksiyon hastalıklarıyla uğraşmak zorunda kalıyorlar.
Batılılar gelip, yardımcı olmaya başlayıncaya kadar neden bu kadar genç yaşta ölüp gittiklerini bile bilmiyorlarmış.
YOK BÖYLE BİR YOKSULLUK YOK BÖYLE BİR YOKSUNLUK
Ülkedeki ölüm oranları, doğum oranlarıyla yarışıyor.
Tecavüz yaygın, tecavüz sonucu doğan çocuklar en büyük problemlerinden biri... Tabii, bulaşıcı hastalıklardan sonra.
Gencecik anneler ya kürtaj sırasında ölüp gidiyorlar ya da doğururken.
Zaten çoğunluğu HIV pozitif.
Tecavüz bebeklerini doğurmak zorunda kalanlardan bazıları, çalıklıklara bırakıp kaçıyorlar ya da umumi tuvaletlerde, kiliselerde, karakol önlerinde birkaç saatlik bebeklerini terk ediyorlar.
Belki biri alır evlat edinir de çocuk yaşar diye.
Anlayacağınız insan kafayı sıyırır, sağlık, eğitim vesaire gibi temel hizmetlerin hiçbiri yok.
Birkaç mahalle ve yabancıların olduğu yerler dışında, genellikle sokakta yaşıyorlar, dört tane kerpiç duvar. Ev dedikleri o. Kapı yok, sadece perde. Evde yemek yapacak ocak yok, sokakta pişiriyorlar, çocuklar sokakta büyüyor, insanlar sokakta yaşıyor, sokakta yıkanıyorlar, tabii su bulabilirlerse...
Yok böyle bir yoksulluk!
Yok böyle bir yoksunluk!
Gördüğünüz fotoğraf, gerçek mi diye kuşkuya düşüyorsunuz.
Bir film setinde miyim, rüyada mıyım?
Ve biz aynı dünyanın çocukları mıyız?
Gerçekten hepimiz 21. yüzyılda mı yaşıyoruz?
HER ŞEYE İNAT YAŞAM COŞKUSU
Amaa...
İnsan orada, başka bir şey keşfediyor.
Saf olan onlar, hakiki olan onlar, naif olan onlar.
Bozulmamışlar.
Pek çoğumuz gibi deforme değiller, orijinaller.
Bir süre sonra acıma duygundan utanıyorsun, Batılı bir duygu bu çünkü, onlara şefkat ve hayranlık duymaya başlıyorsun. Her şeyi olduğu gibi kabul edebildikleri için. Daha fazlasını bilmedikleri ve istemedikleri için.
Ve o şartlara rağmen mutlu olabildikleri için.
Öyle böyle bir mutluluk değil, her an her yerde dans edecek kadar mutlular.
Ritim duyguları da muhteşem, bedenleri de öyle, en ufak tıkırtıda dans ediyorlar.
Ve sen o anda, onların içini görüyorsun, özünü görüyorsun.
Hayattan, her şeye rağmen keyif aldıklarını görüyorsun.
Bir sürü gecekonduya gittik. Başkent Kampala dışındaki köylere gittik. Çaresizlikle birlikte, o yaşam coşkusunu da gördük.
Şaşırıyor insan ve çözemiyor. O halde nasıl mutlu olabildiklerini anlayamıyor.
Ama öyle işte, mutlular, gerçekten mutlular.
Sokaklarda çocuklar, bir tekerleğin peşinde koşturup duruyorlar, çamurun içinde oynuyorlar ve inanılmaz güzeller. Güldüklerinde gözlerinin içi gülüyor, sen de gülüyorsun, kucağına alıyorsun, seviyorsun...
Gözlerindeki ışık, baştan çıkarıyor.
Ve Angelina Jolie’ye hak veriyorsun.
Sadece o değil, pek çok yabancı da Afrikalı çocukları evlat ediniyor.
İyi de yapıyorlar.
DİN ÖNEMLİ BİR GÜÇ
Din önemli bir güç. Bir sürü okulda dini eğitim veriyorlar. Din, onlara güç veriyor, bir arada ve ayakta tutuyor. Pek çok Hıristiyanlık eğitim veren okul gezdik.
Dakika bir gol bir
YA SITMAYA YAKALANIRSAM
Uganda toprağına ayağımı basar basmaz, ilk problemimle karşı karşıya kalıyorum.
Grupta, sıtma hapını almayan bir tek ben varım.
Herkes uyanık, bir ben enayiyim.
Dünyanın her tarafından bir sürü gazeteci, Pfizer’in davetlisi olarak Uganda’dayız, Pfizer’in hayata geçirdiği sağlık yatırım programlarını ve sosyal sorumluluk projelerini, bizzat yerinde inceleyeceğiz.
Genellikle sağlık muhabirleri... Onlar işi biliyor, hepsi önlemini almış. Aşıları tamam, hapları ceplerinde.
Ya ben?
Beş yaşındaki çocuktan farkım yok. Kendimden yoruldum. Sürekli sezgilerimle hareket ediyorum ve kafamın dikine gidiyorum.
Niye mi almadım?
Nasıl olsa unuturum diye.
Seyahatten sonra da devam etmek gerekiyormuş, kim uğraşacak diye.
Bazen halüsinasyon görüyormuşsun, bir bu eksikti diye. Depresif oluyormuşsun, ağlamalar filan, tam da bana göre diye.
Zaten sırf duyguyum, Afrika’nın göbeğinde bir de sıtma hapının bana yükleyeceği ekstra duygu eksik kalsın dedim.
İçmedim. İyi halt ettim!
Sonradan, “Ulan buralarda bir de sıtma olursam!” diye korkudan titredim.
Her kovaladığım sineği, inceleme altına aldım, şişman mı, çok kan emmiş mi, maleria mikrobu taşıyor mu?
Ne zaman mı rahatlıyorum?
Pfizer’in Medikal İlişkiler Başkan Yardımcısı Dr. Jack Waters da almadığını söyleyince.
O, bu konunun uzmanı.
O da almadığına göre, ben yırttım sayılır diye düşünüp, sakinleşiyorum.
Yine de her tarafıma sinekkovarlar sürüyorum. Üzerime uzun kollu şeyler geçiriyorum, botlarımın içinde çoraplarımı yukarı kadar çekiyorum.
Sıtma, sadece benim değil Uganda’yı ziyaret eden herkesin korkusu!
Araştırma-geliştirme bütçesi 11 milyar dolar
Pfizer, Uganda’da çok önemli bir şey yapıyor.
2001 Birleşmiş Milletler Deklarasyonu’ndan sonra, Uganda’ya yardım sözü veriyor ve orada bir hastane kuruyor.
Ülkedeki en yaygın hastalık AIDS’le mücadele için.
Pfizer bir dünya devi.
Mesela dünyada en çok kullanılan sertleşme ilacının üreticisi.
Aynı zamanda kalp hastalıkları, metobolik hastalıklar, psikiyatri, solunum yolu, alerji, enfeksiyon, onkoloji, ağrı ve kanser hastalıkları alanında ilaçlar ve aşılar üretiyor, hastalara yönelik tedavi uyguluyor.
Araştırma ve geliştirmeye ayırdıkları bütçe, sıkı durun 11 milyar dolar.
Biyofarmasotik alanda çalışmalar ve geleceğe yönelik araştırmalar yapıyor.
Aynı zamanda tüm dünyada enfeksiyon salgınlarıyla da mücadele ediyor.
Bu alanda tarihi başarıları var.
Mesela, İkinci Dünya Savaşı’nda Normandiya çıkartmasında kullanılan penisilinin yüzde 90’ını Pfizer’in üretmiş.
150’den fazla ülkede 100 binin üzerinde çalışanı var.
Ve bir sürü bilim adamı, bilim kadını...
Uganda’daki bilim kadınlarından çok etkilendim, özellikle Dr. Ceppie Merry’den. Orada iki Ugandalı çocuk evlat edinmiş, sonra kendi çocuğunu doğurmuş. “Artık memleketim İrlanda değil, Uganda” diyor.
Ayrıca biz Türk ekibi olarak çok havalıydık. Çünkü Pfizer’in tüm dünyada 30’un üzerinde üst düzey Türk yöneticisi varmış ve çok başarılılarmış. Türkiye’de 1400’ün üzerinde çalışanı var, yüzde 77 yerli üretim yapıyorlar. Dünyada birinci ama Türkiye’de Abdi İbrahim ve Novartis’ten sonra pazarda üçüncü...
ESKİDEN YÜZDE 80’İ ÖLÜRKEN ŞİMDİ YÜZDE 80’İ YAŞIYOR
IDI’dan çok etkilendim.
Pfizer’in Uganda’da kurduğu Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü.
Devlet hastanesinde HIV pozitif teşhisi konan ‘arkadaş’ buraya geliyor.
Arkadaş, AIDS’li hastalara verilen özel isim, böyle adlandırılıyorlar.
Hem tedavi uygulanıyor hem de araştırma hastanesi.
Dünya üzerinde yeni boy gösteren enfeksiyonlar hakkında veri toplayacak bilgi havuzları var. Hayatımda ilk defa bir hastanede ağlamak istedim.
Koridorlar, odalar hasta dolu.
Hepsi AIDS’li.
Her yaş grubundan insan.
Bakışlarındaki umutsuzluktan ne kadar çaresiz olduklarını anlayabiliyorsunuz.
Eskiden ‘hastalar’ın yüzde 80’i AIDS’den ölürken, şimdi IDI’ya gelen ‘arkadaşlar’ın yüzde 80’i hayatta kalabiliyor.
Şimdilik hayat uzatabilme süreleri beş yıl, gerisi araştırma halinde.
Önce teşhis konuyor, üç ayda bir hastaneye kontrole geliyorlar, her ay da eczanelerden ilaçlarını ücretsiz alabiliyorlar. Eğer kontrole gelmezlerse hastane peşlerine düşüyor.
Şu anda bile yüz binlerce insanın hayatını kurtarmış durumdalar.
Tek tek hastanenin bütün birimlerini geziyoruz.
Havada ağır bir koku var.
Bütün Uganda seyahati boyunca bu koku bizimle.
Hastalık ve hijyen yetersizliği kokusu.
Hastanenin direktörü Dr. Alex Coutinho yaptığı işten son derece gururlu. Canla başla çalıştıklarını ifade ediyor, insan ömrü 49.5’ken 53’e çıkardıklarını söylüyor.
O da kendi ailesinden 20 kişiyi AIDS’ten kaybetmiş.
Sadece Pfizer’le değil, hükümetler, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerle de işbirliği yaptıklarını belirtiyor.
Ona, Uganda’da eşcinselliğe nasıl bakıldığını soruyorum.
“Ne yazık ki hoş görülmüyor. Eşcinsellik önemli oranda cinayet sebebi. Deşifre olan biri ailesi tarafından öldürülebilir...”
“20 yaşında bir genç HIV pozitif olduğunu öğrenirse, cinsel hayatını nasıl sürdürüyor?” diyorum.
“Ona mutlaka bunu partnerine söylemesi gerektiğini ifade ediyoruz ama bazıları söylemiyor, bu yüzden de yaygınlaşması önlenemiyor.
Ama evli çiftlerden kocanın HIV pozitif olması halinde, evlilik devam ediyor. Sonsuza kadar da devam edecek. Bu ülkede boşanma da kabul gören bir davranış değil...”
Mutlu bebekler evi
Sanyu Babies Home.
Dünyanın en güzel kimsesizler yurdu.
O kadar içime dokundu ki anlatamam.
Figen ve Cem’le bir sürü bebek bezi ve maması alıp gittik.
Lonely Planet’te bile, “Orası muhteşem bir yer. Afrika gerçeğini anlamak istiyorsanız gidin” yazıyor.
Perşembe günleri herkese açık.
Gayet de hoş karşılandık.
Turistler gidiyor, o minicik bebekleri seviyor, onlarla oyun oynuyorlar.
Biz gittiğimizde İtalyan bir kız vardı Afrika’yı dolaşan.
Bir faydası dokunsun diye, önce yerleri paspas yaptı.
Sonra bebeklerin altını temizledi, yedirdi.
O kadar huzurlu, o kadar güzel bir yer ki insan terk etmekte zorlanıyor.
Allah sizi inandırsın evlat edinebilecek olsam edinirim, kartlarını filan da aldım. Türk vatandaşı olarak zor ama Alman olarak bir ihtimal var.
Orada bir günlük, dört günlük, sokağa, oraya buraya bırakılmış bebekler var.
Müdürü Barbara Nankya Mutagubya, beni ağlatan şeyler anlatıyor. “Benjamin’i çalılıklar içinde köpekler buldu” diyor. Dört saat olmuş doğalı. Köpekler havladıkları için, mahalleli gidip bakıyor neden havlıyor bunlar diyor, Benjamin’le karşılaşıyor...
Şimdi bir aylık oldu, gayet sağlıklı.
Uganda’da bebek evlat edinmek çok da kolay değil, bir sürü prosedürü var, İrlandalıysanız zor, üç sene Uganda’da yaşayacaksınız, Amerikalıysanız daha kolay, ülkelerin anlaşmaları var.
Ben orada hayatta en çok sevdiğim şeyin annelik olduğunu bir kere daha anladım.
Ve o Mark’lara, Benjamin’lere ağladım.
Alya 16’sına bastığında çok isterim ki, o yuvada çalışsın, o çocuklara yardım etsin, görsün dünyada başka ne hayatlar var?
AIDS OLDUĞUMU SAKLAMIYORUM
Marlene, 43 yaşında.
Kocası AIDS’ten ölmüş dokuz yıl önce. Ama o zamanlar neden öldüğü bilinmiyormuş, beş yıl sonra aynı teşhis ona konmuş. Büyük kızı da AIDS’li, Allah’tan küçük kızı henüz sağlıklı. “Kimseden utanmıyorum. Saklamıyorum da. Zaten bu mahallede herkes HIV pozitif. Bazısı kabul etmiyor buna üzülüyorum, tedaviyi de reddediyorlar, ilaç da kullanmıyorlar.”
SÖYLEMEMEYİ TERCİH EDİYORUM
Christine HIV pozitif olduğunu yedi sene önce öğrenmiş, altı çocuğu var, bir tane de sokaktan çocuk bulmuş, ölmek üzereymiş. Toplam yedi çocuk, “Hepimiz burada yaşıyoruz” diyor. Çocuklarının ikisi HIV pozitif. Hayatını çamaşır yıkayarak ve ütü yaparak kazanıyor. Çok gururlu ve güçlü.
“Mahalledeki herkes biliyor mu?” diyorum. “Hayır, söylememeyi tercih ediyorum” diyor.
“Peki çocuklar, onlara nasıl bakıyorsun?”
“O gün para kazanırsam yemek var, yoksa yok, yapacak bir şey yok” diyor.
Aydan aya ilaçlarını içiyor, hayatta kalmak için mücadele veriyor.
KADIN EVLİYSE AIDS’TEN KAÇMA ŞANSI YOK
· Eşlere HIV’den korunma yolları öğretiyorlar.
· Ama ne oluyorsa kadınlara oluyor. AIDS konusunda risk grubu kadınlar, evli kadınlar. HIV pozitif olan koca, canı isterse prezervatif kullanmadan seks yapabiliyor. Buna hakkı var. Kadın evliyse Uganda’da HIV’den kaçma şansı yok.
· Annelerin en büyük sorunlarında biri çocuklarına ilaç içirmek. İçmek istemiyorlar. Çünkü açlar. Siz de aç karnına ilaç içmek istemezsiniz değil mi?
· AIDS’in ilk ismi GRID idi. Gay Related Infection Disease. Türkçesi, eşcinselliğe bağlı gelişen enfeksiyon. Ama çok ırkçı ve ayrımcı bulunduğu için adı değiştiriliyor.
· Afrika’dan Avrupa’ya oradan Amerika’ya atladığı söyleniyor.
· Görüştüğüm doktorlardan biri, maymunlarla seks yapan insanlardan bulaşmış olabileceğini söyledi ama bir başka doktor buna itibar etmedi.
SAFARİ BAŞKA BİR ŞEY AFRİKA BAŞKA
Bu, benim ikinci Afrika seferim. Fas, Mısır, Tunus gibi Kuzey ülkelerini saymıyorum, benim için damardan Afrika, Sudan’ın altından başlıyor. Geçen sene Kenya’ya gittim, çok çok sevdim, hatta aşık oldum ama o bir safariydi, moda çekimiydi. Doğadan ve vahşi hayvanlardan, insanları gözlemeye fırsat bulamadım, şehirlere, köylere hiç gidemedim.
Afrika gerçeğini bilmiyordum. Meğer safari başka bir şeymiş...
Afrika başka bir şey...
Bir de trahom derdi var
Trahom, bizim cumhuriyetin ilk yıllarında hallettiğimiz bir göz hastalığı.
Afrika’da hâlâ en yaygın göz enfeksiyonu ve milyonlarca insan kör oluyor. Şu ana kadar 84 milyon insanı etkilemiş.
Trahom konusunda eğitimler veriliyor. Okullarda antibiyotik dağıtılıyor.
Okulun birinde gördüğüm uyarı beni derinden sarstı, ‘Havlularınızı ve bezlerinizi hayvanlarla paylaşmayın’ deniyordu. Çünkü hayvanlarla iç içe yaşıyorlar.
Temiz su yok.
Yüz temizliği, hijyen yok.
Önlenebilir bir körlük sebebi olduğu için, engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kampala’nın dışında İkanga bölgesinde okul ziyaretleri yaptık.
Pembe üniformalı çocukların okulu.
Ayakkabısız okula geliyorlar. Boyunlarında bir plastik bardak asılı. Gün içinde bir bardak süt hakları var ve ayda bir yardım olarak gönderilen antibiyotikleri için sıraya giriyorlar.
Biz oradan ayrılırken o kırmızı yollarda peşimizden koşup, “Hey mzungu yine gel olur mu?” diye bağırıyorlardı.
Kafaya taktım, o kadar isterim ki bütün okula forma diktirebilmek, topu topu 800 kişiler, biz tekstilde ileri bir ülkeyiz, bir firma vardır buna gönüllü olacak... Yok mudur?
MZUNGU KİM, AFRİKALI KİM
Bütün Uganda boyunca “Hey Mzungu!” diye seslendiler bana.
Çok acayip, gelip tenine, saçlarıma dokunuyorlar, bizden ne farkı var diye, öpüyorlar, okşuyorlar, suratıma uzun uzun bakıp, kahkaha atıyorlar.
“Sen mzungusun” diyor. “Peki sen nesin?” diye soruyorum, “Afrikalı” diye cevap veriyor. “Tamam diyorum, sen çok güzelsin!” Hoşlarına gidiyor.
BU FOTOĞRAFLAR CEM TALU’NUN
Bu olağanüstü güzel fotoğrafları Cem Talu çekti. Talu, ODTÜ Gıda Mühendisliği okudu, yine OTDÜ’de master ve Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme doktorası yaptı. Şimdi de Mimar Sinan’da sanat yönetimi dersi veriyor. Fotoğraf onun uzmanlığı ve tutkusu. Aylık pek çok dergide fotoğraflarını görebilirsiniz. Onu heyecanlandırıyorsa sonsuza kadar çekebilir. Ona teşekkür ediyorum, benim kelimelerimin yetmediği yerlerde onun fotoğrafları imdadımıza yetişiyor.
Paylaş