Sen çok yaşa Muazzez Teyze!

Torunu Esra Akın aradı.

Haberin Devamı

“Mutlaka babaannem Muazzez Akın’la tanışmalısınız” dedi. /images/100/0x0/55eb1781f018fbb8f8aa7f52
Kaybettiği eşine ‘Öteye Mektuplar’ diye kitap yazan, içime sokmak isteyeceğim kadar tatlı Muazzez Teyze’yle Pera Palas’ta buluştuk.

MUAZZEZ AKIN RÖPORTAJINDAN KARELER

O, eşinin anısına, emekli maaşıyla kütüphane yaptıran bir kadın.
Yatılı okumanın nasıl bir şey olduğunu bildiği için, Ankara’ya okumaya gelen bütün Demircili çocuklara evini açan bir anne.
Onun yaşama amacı ‘ben’ değil, ‘biz’…
Yardıma muhtaç olan herkese elinden geldiğinde hizmet etmek.
Onun varlığı insana umut veriyor, iyilik çağrıştırıyor.
O, ölümü bile mutlulukla bekliyor.
Bayıldım, bütün anlattıklarına, hayat felsefesine, enerjisine, pes etmeyişine…
Hepimize örnek olmasını diliyorum...

Haberin Devamı

Muazzez Teyze… Siz, bir cumhuriyet kadınısınız. 1926 doğumlusunuz. 87 yıllık hayatınıza bir sürü şey sığdı. Mutluluklar kadar acılar da... Ama dimdik ayaktasınız. Nedir bunun sırrı?
- Evladım, bu benim ilk röportaj verişim. Nasıl konuşulur bilmem, içimden geldiği gibi konuşacağım. Olur mu?
Tabii, tabii…
- Ben bu dünyaya bir ‘görev’le gelmiş gibi hissediyorum. Hepimizin bir görevi var. Öyle   haybeye gelmiyoruz.
Neydi sizin göreviniz…
- ‘Ben’ değil, ‘biz’i yaşamak. Hep öyle hissettim kendimi. Bundan da hiç gocunmadım.

VERMEK EN BÜYÜK MUTLULUK

Baştan anlatır mısınız her şeyi?
- Annem ve babam 19 yaşında evlenmişler. İkisi de çok genç. Sene 1923. Bir sene sonra, ablam dünyaya geliyor. Üstüne ben. Maddi, manevi zorluk içindeler. İkinci çocuk ağır gelmiş. Ve beni düşürmeye çalışmış annem. Ben daha o zamandan başlamışım mücadeleye. Tutunmuşum annemin içine. Önceleri, bu olay anlatılırken aşağılık kompleksi hissediyordum, “Ben istenmedim” diyordum. Ama sonra, “İyi ki de doğdum” demeye başladım. Hayatta, olaylara iyi tarafından bakmayı bileceksin. Bir sebebi olmalıydı dünyaya gelmemin değil mi ama? Ve ben 87 yaşına kadar hiç pes etmedim. ‘Almak’ için değil, ‘vermek’ için uğraştım. Sen de benim torunum sayılırsın, bu lafımı hiç unutma olur mu? Hayatta ‘vermek’ten büyük mutluluk yok. Birilerini mutlu etmenin hazzı başka hiçbir şeyde yok.
Peki nasıl bu kadar güçlü olabildiniz?
- ‘Günah korkum’ var. Bildiğin klasik anlamda dindarlıktan söz etmiyorum, kötülük yapmayacaksın kimseye, ahını almayacaksın; sana geri döner, bu hayatında değilse, başka hayatında.
Yeniliklere nasıl bu kadar ayak uydurdunuz? Gençler sizin için Facebook’ta ‘Muazzez Teyze’yi Sevenler Kulübü’ kuruyor. Siz aynı zamanda aktif bir sosyal medya kullanıcısısınız…
- Evet öyle, gençlerden öğrendim. Manisa’nın Demirci kazasında yetiştim. Dışarı gidip liseyi bitiren ilk kız benim. Orta 1’den lise sona kadar İzmir Kız Lisesi’nde yatılı okudum. Bilirim yani, yatılı olmanın ne anlama geldiğini. Şu anda da Ankara’da oturuyorum. Memleketimden gelen bütün yatılı talebelerin Muazzez Teyze’siyim, sosyal medyayı filan onlar sayesinde öğrendim.
Eşinizle ne zaman evlendiniz?
- 48’de. Atıf, dayımın oğluydu…
Âşık mı oldunuz, görücü usulü mü?
- Yok canım, ne görücü usulü! O bana 5 yaşından beri âşıkmış. E benim de gönlüm vardı. Önceleri, ‘Kardeşim Atıf’, ‘Kardeşim Muazzez’ diye mektuplaşıyorduk. Sonra bir gün baktık, ‘kardeşim’ lafı kalkmış ortadan. Aşk, biraz da alın yazısı. Atıf da görebilseydi keşke bu günleri, Facebook filan o da severdi…

Haberin Devamı

EMEKLİ MAAŞIYLA KÜTÜPHANE

/images/100/0x0/55eb1781f018fbb8f8aa7f54

 Sizin yaşınızdaki bir sürü insan teknolojiyi bu kadar iyi kullanamıyor…
- Diyorum ya, yatılı talebe olmak nedir bilirim. O yüzden Demirci’den gelen Ankara’da okuyan bütün çocukları evime topluyorum. Onlara sıcak ev yemeği yapıyorum, saatlerce sohbet ediyoruz. Elimden gelirse, burs buluyorum onlara, bazen işe girmelerine yardımcı oluyorum. İşte ‘vermek’ bu. İlla, çok büyük şeyler olması gerekmiyor. Onlar da sağ olsun beni çok seviyorlar, bilgisayarı filan öğrettiler. Facebook’u da onlar gösterdi. Hatta kitap yazmam da onlar sayesindedir, “Bize anlattıklarını yazsana Muazzez Teyze. Eşine yazdığın mektupları toplasana” diye diye, resmen ensemde boza pişirdiler, iyi de oldu…
Siz bir de kütüphane yaptırdınız…
- Evet. Ben eşimi kaybettim, sonra da bir kazada büyük oğlum İbrahim’i. Hayata tekrar bağlanabilmek için kendimi, ihtiyacı olanlara vakfettim. Bir de bir eser bırakmak istedim. Gençlere faydalı bir şey. “Memleketimde bir kütüphane kurayım” dedim.
Paranız var mıydı?
- Yooo, eşimin emekli maaşı vardı.Zaten çevremdeki insanlar, “Senin etin ne budun ne? Sen nasıl yaptırırsın ki” dediler.
Peki nasıl yaptınız?
- Bak, sana hayatla ilgili ikinci bir sır. Eğer bir insan, bir şeyi karşılık beklemeden yaparsa, Allah ona yardım ediyor. Benim gelin gittiğim ve eşimin doğduğu yerin, depremde yıkılmış arsası duruyordu. Kız kardeşleri, onu satmak istediler. Önce görümcelerden o arsayı satın aldım. Eşimle evlendiğimizde bir daire daha almıştık. O daire de satıldı. Oradan bana düşen ‘sekizde beş’ti, onunla kütüphanenin inşaatına başladım.

Haberin Devamı

‘BİZ’ İÇİN YAŞADIM

Varınızı yoğunuzu koydunuz yani…
- Tabii, tabii. Biriktirdiğim mutfak harçlıklarını bile oraya verdim. Sonunda o 209 metrekarenin üzerine kütüphane kuruldu ve bir odası müze olarak döşendi.
Kütüphanenizle gurur duyuyor musunuz?
- Çoook. 20 bine yakın kitabımız var.
Bir de Kütüphaneciler Derneği ödül verdi size…
- Evet. Çok mutlu ettiler beni. Orada bir konuşma yaptım.
Neler anlattınız konuşmanızda…
- Kütüphaneyi nasıl kurduğumu, nasıl çocuğum gibi bağlandığımı, nelerden fedakârlık ettiğimi anlattım. Mesela bir ayakkabı almak yerine bir kapı yaptırdım. Tatile çıkmadım, günümü inşaatın başında geçirdim.
Şimdi ilgi nasıl?
- Oooo çok. Talebeler okuldan çıkınca oraya koşuyorlar, özellikle de kışın soğuk havada, ödevlerini orada yapıyorlar. Annelerin içi rahat. Üniversitede araştırma yapanlar da geliyor.
Peki gençlerle bu muhabbetiniz nasıl başladı?
- Eşim Atıf, çok gençken ne zaman ev yemeği istese, aile sıcaklığına özlem duysa, Laleli yokuşunda Hastazadelerin evine gittiğini anlatmıştı, hatta sonradan beni de onlarla tanıştırdı. O evde hep güzel yemek olurmuş, yemek saati de hiç şaşmazmış, o da özellikle öğlen gidermiş, “Atıf sofraya gel” derlermiş, bizimki de mutlulukla otururmuş. Bu hikâye çok hoşuma gitmişti, gel zaman git zaman, oğlum ODTÜ’yü bitiren arkadaşlarını eve getirmeye başladı. Bir gün, “Hemşehrini yemeğe getirdim anne” dedi, sonra o arkadaşı, kardeşini getirdi, o bir başkasını, o bir diğerini. Baktım bütün Demircili gençler bizim evde. Her sene gelenlere soruyordum, “Oğlum, üniversiteyi yalnız mı kazandın, yoksa memleketten başka kazanan var mı?” “20 kişi kazandık bu yıl” mı diyorlar mesela. Hooop o 20 kişinin büyük bir kısmına ulaşıyorum, eve davet ediyorum. Böyle başladı. Tam 17 senedir onların Muazzez Teyze’siyim.
Hayat boyu “Kendim için değil de ‘biz’ için yaşadım” dediniz. Peki hiç “Ya ben ne oluyorum?” demediniz mi?
- Hayır, demedim. Çünkü başkaları için yaşarken, ‘ben’ de mutlu oluyorum. Üstelik senin bir şey yapmana gerek kalmadan, başkaları seni öne çıkarıyor. Böyle de ödüllerin oluyor!

Haberin Devamı

Çocuklar ihmal  anneler sitem etmesin

Sen çok yaşa Muazzez Teyze

Bugün Anneler Günü. Annelere ne tavsiye edersiniz?
- Evlatlarını karşılıksız sevsinler. “Ben bu kadar büyüttüm, yetiştirdim” deyip, fazladan ilgi beklemesinler. Çocuklarımız bize ‘misafir’ geliyor, biz onları büyütüyoruz, iyi birer insan olmalarına çalışıyoruz, sonra uçup kendi hayatlarına gidiyorlar. Onları özgür bırakmalıyız. Annem de bize sitem ederdi. Ziyaret ettiğimizde az kalıyoruz diye. “Herkes önüne bakıyor, kimsenin geriye baktığı yok!” derdi. Ben de muzibim ya, “Dünya bile geriye dönmüyor!” derdim. Ama tabii ki annem de haklı, arada dönüp geriye bakmak gerekiyor. Ama baskıyla değil…
Peki gençlere ne tavsiye edersiniz?
- Annelerini, babalarını, aile büyüklerini arada bir yoklasınlar, ziyaret etsinler. Ama görev gibi değil. Vazife gibi değil. İçtenlikle. Çünkü zaman, çabuk geçiyor. Bir gün baktıklarında, onları, orada bulamayabilirler.
Bugün Anneler Günü, söylemek istediğiniz bir şey var mı?
- Çocuğu olsun olmasın bütün kadınların, Anneler Günü kutlu olsun. Doğuranların da doğurmayanların da çünkü sadece doğurmakla anne olmuyor insan. En çok da eşleri tutuklu olanların Anneler Günü’nü kutluyorum. Tutukluluk çok zordur. Ben de yaşadım, bilirim. Tez günde, ailelerine kavuşmalarını diliyorum. Onlar için dua ediyorum. Bizler de içeride olan o insanları unutmayalım…

Haberin Devamı

Ölümü özledim, korkmuyorum

Büyük bir aşkla sevdiğiniz kocanızı kaybedince nasıl ayakta kalabildiniz?
- Atıf siyasete gönül vermiş bir hukukçuydu. Demokrat Parti’den. Ben siyaseti pek sevmedim ama eşimi çok sevdim, n’aparsın, birtakım şeylere sevdiğin için katlanıyorsun. Ayakta durmayacaktım da ne yapacaktım? Ben üç çocuğumla ilgileniyordum. Eşim önce Yassıada’da yattı, sonra Kayseri Cezaevi. Çok acılı dönemlerdi. Kitapta, hepsini detaylı anlatıyorum. Tam 15 yıl siyasete ara verdi. “Bir daha siyaset yapmayacağım” diye de söz verdi.
Sözünü tutamadı mı?
- Tutamadı. Milli iradeyle gelmiş bir meclisten, silah zoruyla çıkarılmış, Kayseri olaylarını görmüş biriydi. Onun da tutkusu buydu. Bir şey, bir insanın tutkusu haline gelmişse, önüne geçebilmeniz imkânsız.
Kaç yıl tutuklu kaldı?
- 1.5 yıl Yassıada’da, 1 yıl da Kayseri Cezaevi’nde yattı.

GERÇEK AŞK

Siz de haklı olarak bütün bunları çekmiş birine, “Bırak bu sevdayı” dediniz.
- Dedim ama 15 yıl sonra seçme ve seçilme hakkı geri verildi. Nasıl durduracaktım ki onu? Siyaset eşimin içinde hep ukde olarak kaldı. Ne var ki, tekrar seçilip milletvekili olduğunda, o koltukta 6 ay bile oturamadı. Seçim konuşması yapmak için girdiği Manisa’da bir kahvede kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti. Henüz 52 yaşındaydı…
Onu kaybedeli neredeyse 40 yıla yaklaştı. Ama siz hâlâ onu yaşatmaya devam ediyorsunuz. Şimdi de ‘Öteye Mektuplar’ kitabınızla yaşatıyorsunuz…
- Gerçek sevgi böyle bir şeydir, aşkın yanında olmasa bile seninle yaşar.
Hâlâ her gün aklınıza geliyor mu?
- Gelmediği gün yok. Öyle bir duygu ki, otobüse binsem yanımda hissediyorum. Hacca gittim, namazımı kılarken de yanımdaydı. Beyazlar giymişti. Sırtımı üç kere sıvazladı, mutlu günlerimde, üzgün günlerimde hep benimledir Atıf. Bir Anneler Günü’nde evde yalnızdım. Yatağa uzandım, yine geldi, nefesini yanağımda hissettim.
‘Gerçek aşk’ böyle bir şey mi?
- Evet. Ben başka türlüsünü bilmiyorum. Her şey daha dün gibi. Bazen bana cezaevinden yolladığı mektupları okuyorum. Öyle güzel ki, hep o mutlu günlerimizi yeniden yaşıyorum.
Siyaset yüzünden eşiniz hayatını kaybetti sonra oğlunuz İbrahim Akın da siyasete girdi. Seçim konuşmasına giderken onu da kaybettiniz. O acıyı nasıl anlatırsınız?
- O acı, benim dünyamı yıktı! İnsanın evladını kaybetmesinin tarifi yok. İçin yanıyor. Oğlum Adalet Partisi haysiyet divanı üyesiydi. Doğruyol Partisi’nden de aday adayıydı. Manisa’ya bir seçim konuşması yapmaya gidiyordu, arabayı o kullanıyordu, ben de yanındayım. Gece 01.30’da Ankara’dan yola çıktık. Bugün hâlâ “Uyukladım da onu da uyuttum mu?” diye içim sızlar. “Biraz arabayı çekip uyuyalım evladım” dedim, “11 kilometre sonra İkbal var, orada dinleniriz anne” dedi. Bu, son konuşmamız oldu. Karşıdan bir kamyonun geldiğini gördüm, o kadar. Şarampolden aşağı uçmuşuz. Gözümü açtığımda araba uçurumun dibindeydi, oğlum da yanımda.
İnsan ne hissediyor? Oğlunun öldüğünü anlıyor mu?
- Kaza yaptığımızda, henüz ölmemişti, öncelikle çocuğumu kurtarmaya çalıştım. Deli bir güç geliyor. Ben onu, o uçurumdan yukarı taşıdım, oysa kalçam, bileğim, kaburgalarım kırılmış, farkında bile değildim. Ama nafile. Ne yaptıysak olmadı...
Sonra peki?
- Sessizleştim. İçim oyuldu. Aylarca hastanede kaldım. Üst üste 4-5 ameliyat. Sonra protez taktılar kalçama. Yürüyemiyordum, aylarca somyadan kalkamadım ama bir gıdım fiziksel acı yaşamadım. Evlat acısı o kadar fena, Allah kimseye vermesin…
Evlat acısı ve koca acısı arasında nasıl farklar var?
- Eşini kaybedince çatın uçuyor. Ama yine de bir pencere dibi, bir sedir kenarı bulabiliyorsun sığınacak. Ama evlat acısında, bütün duvarların yıkılıyor, dımdızlak kalıyorsun. Yakıyor seni, içini, kalbini, ruhunu. Allah, o acıyı kimseye göstermesin. Hiç kimseye.

İSYAN ETMEDİM

İnsan isyan ediyor mu? Gökyüzüne bakıp haykırıyor mu?
- Hayır, uzun süre hiç sesim çıkmadı. Hatta, “Niye bu kadar suskun, sesini mi kaybetti?” diyorlardı. İsyan etmedim, çünkü isyan edersem, Allah birini aldı, öbürlerine de bir şey olur diye korktum.
Sonra peki nasıl ayağa kalktınız?
- Yine ‘biz’ için yaşayarak. Oğlum gidince, geride genç eşiyle iki torunum kaldı. Benim onlara sahip çıkmam lazımdı.
Facebook’a ameliyat olacağınızı yazıyor ama kimseye merak etmemesini söylüyorsunuz ve gidip küt diye kendi başınıza oluyorsunuz. “Her şeyi, kendim hallederim” demek mi bu?
- Tabii, tabii. Hiç kimseden bir şey beklememek, kendi kendine yetebilmek gibi prensibim var. Bazı anneler, “Aramadı, gelmedi” diye evlatlarından şikâyetçi olurlar. Yapmamak lazım. Herkesin kendi hayatı ve hayat mücadelesi var.
İnsan, sizin yaşınıza gelince ölümden korkuyor mu?
- Yok, ben ölümü özledim, korkmuyorum. Çok güzel yaşadım, artık alabilir ölüm beni. Ben yatalak olmaktan korkuyorum. Çünkü kimseye yük olmak istemem. Duam, Allah’ın bana yatak ömrü vermemesi…
“Ölünce eşime kavuşacağım” diye düşünceler geçiyor mu aklınızdan…
- Eşimi kaybedince bir yıl ruh gibi dolaştım. Sonra Adalet Partisi Kadın Kolları beni ziyarete geldi. Hepsi giderken, “Allah, ahirette kavuştursun!” dediler. O zaman birden, “Demek ki insanlar, ahirette kavuşuyormuş!” dedim. Bu bana teselli oldu. Doğru mu bilmiyorum, göreceğiz...

 

Yazarın Tüm Yazıları