Röportajın en nev-i şahsına münhasır adamı

Onun adı Hızır Tüzel. Benim bin yıllık arkadaşım. Hani bazı insanlar vardır, kalbi iyidir bilirsin, adam satmaz güvenebilirsin.

Hem hüzünlüdür, hem komiktir, bütün sorularında konuşmalarında bu gizlidir. Derindir derin! Adam, hayatın ta kendisidir. Basma, kaldır ayağını, Hızır o işte! 5 senedir Radikal'de röportajlar yapıyor. Elime de Bileşim Yayınevi'nde çıkmış ‘‘Dalga Gibi Geçiyorum’’ adlı söyleşi kitabı geçmiş bulunuyor. Daha dumanı tütüyor. Hızır, düzgün adamdır. Bana düşen nedir? Röportaj yapmak. Size düşen nedir? Kitabını okumak...

Maceran kaç yaşında, nerede başladı?

- 59 İstanbul doğumlu olduğum söyleniyor. Nüfus kayıtları öyle diyor. Ama yıllar sonra elime geçen eski bir pasaportta, bu tarihin yanlış olduğunu fark ettim. Babam telsiz memuruydu, 6 aylıkken annemle beni kapıyor Yolaç Merve gemisiyle Amerika'ya götürüyor. O zaman çıkartılan pasaporttaki tarihler, nüfus kayıtlarındakiyle çelişiyor...

Yani gerçekte kaç doğumlusun?

- Bilmiyorum ki! Gerçi Paul Auster'in ruh haliyle, durumu araştırmaya başlamıştım. Ama hastanedeki doğum kayıtlarına ulaşamadım. Ailede bu konuda bana bilgi verecek kimse de kalmamıştı, durumu kendi haline bıraktım.

Nasıl bir çocukluk seninki?

- Öğrenim yıllarım feci geçti. Annem, ince hastalıktan mustarip. Peder yok, denizlerde. Üç kardeş sürünüyoruz. İlkokulu 6 değişik okulda okudum. Kafam başka yerlerde dolaştığı için, ders çalışmayı filan hiç sevmedim. Ortaokul ve lisede döküldüm anlayacağın. Sonuçta, çift dikiş filan derken, Haydarpaşa Meslek Lisesi'ni zor bela bitirdim. Sefere böyle çıktım işte!

Bir insanın babası denizci olunca ne oluyor? Kişiliğinde hep terk etme, terk edilme, ‘‘dalga gibi geçip gitme’’ duygusu mu hakim oluyor?

- Denizci babalar belki daha ‘‘sert’’ daha ‘‘içe dönük’’ oluyorlar. Bu da etkiliyor insanı. Bir de tabii ortada pek yoklar. Annem öldüğü zaman babam Afrika sahillerinde ekmek parası peşindeydi. Kızdığım için söylemiyorum, durum öyleydi. Denizin kuralları vardır, katı kurallardır bunlar. Uymazsan eğer, dalgalar yutar. Terk edilme, dalga gibi geçme meselesi ise pederle değil, annemle birlikte ve sonrasında gelişti, serpildi ve bir kişilik haline geldi.

Sen tam olarak ne zaman ‘‘uçurdun’’? Hangi dönüm noktasında?

- Annemi kaybettiğim zaman. Şimdi düşününce, o zamanlar hafiften ‘‘sıyırdığımı’’ anlıyorum. 13 yaşındaydım. Annem Sevim Tüzel yazardı. Evde onun yazdığı radyo skeçlerini dinlediğimi hatırlıyorum. Ses, Yelpaze gibi dergilerde şiir ve öyküleri yayınlanırdı. Onu hep kırmızı uçlu sigarası ağzında, çay bardağında kırmızı şarabıyla daktilo başında çalışırken anımsıyorum. Çok şık bir model olmuştur annem bana. Sinemayı çok severdi mesela. Bir gün vurdulu kırdılı bir filme götürdü beni. Filmdeki adam herkesi dövüyor. Filmden sonra bana şöyle dedi: ‘‘Bak, bu adamın parmakları ince ve uzun, bakışları çok farklı, ileride çok büyük bir oyuncu olacak.’’ Haklı çıktı, o adam Yılmaz Güney'di. E böyle renkli bir annenin erkenden çekip gitmesi çocuğu etkiledi tabii. Durup dururken terk edildi çocuk, üzüldü haliyle. Hálá da üzülüyor. Kazık kadar olduğu için de, bunu kendine yediremiyor, dalga gibi geçiyor.

Bu mesleğe nasıl bulaştın?

- Önce muhasebecilik yaptım. Fakat hesap işlerinden hiç anlamadığım, hálá da anlamak istemediğim için 4 ay sürdü muhasebecilik maceram! Sonra bir reklam şirketinde karanlık odacı olarak çalıştım. Derken bir öğrendim ki, yeni bir dergi çıkacakmış, foto muhabiri arıyorlar, araştırdım derginin başında Yalçın Pekşen diye biri var. Hemen başvurdum.

Küt diye aldılar mı seni işe?

- Yalçın Abi, önce kabul etmedi, ‘‘Tecrübeli adam istiyorum’’ dedi. O kadar dil döktüm ki, ‘‘Peki’’ dedi. Gazetecilik yapmak aklımın ucundan bile geçmiyordu, ama giderek hoşuma gitti. Tabii ilk çalışma arkadaşlarım Arda Uskan'ın ve Dürin Ababay'ın da bunda payı büyüktü. Arda Abi'yle işe gitmek hem deneyim hem keyif açısından süperdi. Dürin'le de keza öyle. Bir de Dürin de benim gibi fena halde dalgacıydı. Güzel bir havada sıkıcı biriyle söyleşiye giderken, ‘‘İnşallah adam bizi eker de, güzel bir yerde yemek yerken hayattan bir iki saat çalarız’’ diye umut ettiğimizi hatırlıyorum.

Peki bu maceranın sonuçları?

- O zorla işe girdiğim dergi, sonradan efsane olan Nokta Dergisi oldu. Epey çalıştım. Sonra Duygu Asena, devreye girdi. Anlattığım hikayeleri sevdiğinden olacak, ‘‘Bunları bize yazar mısın?’’ dedi. Bu yüzden yani, bazıları 20 yıldır benim bu abuk sabuk yazılarımı okumak zorunda kaldı.

İyi de nasıl oldu da, şimdiye kadar ‘‘tutundun’’ ve basının en farklı, en renkli seslerinden biri oldun? Kimler sayesinde...

- Tutunduğuma ve basının en renkli kişiliklerinden biri olduğuma inanmıyorum. Yaşama bir tırnak attık o kadar. Ben sevmem öyle renkli şeyleri. Hálá yazıyorsam eğer, hayata biraz pratik bakmamdandır. Mesela ben her zaman mesleğine saygılı, bilinçli bir içici oldum. İçki içerek çalışamadığım için, içmediğim saatler önemliydi. Dolayısıyla, bu saatleri çok dikkatli kullandım diyebilirim. Bunun yanında alkol sayesinde hızlı yazabilme yetisi kazandım. ‘‘Yazıları çabuk yaz, işini hemen bitir ki, rahat rahat içebilesin’’ meselesi. Bu arada tabii ki şanslıydım. Mesela Yalçın Pekşen gibi bir adam tanıdım. Okuyabildiğim en güzel söyleşileri o yazdı. Sonra Arda Uskan, röportaj meselesine nasıl girebileceğimi, bunun psikolojisini ondan öğrendim. Muhittin Sirer abim da çok önemlidir benim için, sende olduğu gibi bende de büyük emeği vardır. Son yıllarda bana destek veren Mehmet Y. Yılmaz, Dürin Ababay, İsmet Berkan ve Yeşim Denizel de var. Bir de tabii aşkım Tansel...

Sana ‘‘Şahane serseri’’ deniyor. Gerçekten öyle misin?

- Eski arkadaşlar öyle diyor. Ben de teşekkür edip, ‘‘Estağfurullah!’’ diyorum. Ben mesleki eğitimimi Maltepe'de Çakır Pub'ta yaptım. On yıl boyunca balıkçılar ağırlıklı olmak üzere, her meslekten, her kesimden, her renkten insanla birlikte oldum, hayat paylaştım. Soru sormayı, dayak atmayı, dayak yemeyi, tartışmayı, paylaşmayı, gülmeyi, güldürmeyi, ölmeyi, öldürmeyi hep orada öğrendim. Halimden memnunum.

Herkesin sevdiği bir adam olmayı nasıl beceriyorsun!

- Bak, bunu bilmiyordum. Sevenler sağ olsunlar da, sevilmek zor zanaattır, sorumluluk ister, bana gitmez yani. Zaten sevilmek için özel bir çaba sarf etmem. Yine de beni seviyorlarsa, bunun sebebi yalancı değilimdir, riyakarlık yapmam, parada pulda gözüm yoktur, kasıntı da olmadım. Biraz ‘‘gizli aptal’’ım belki ondan seviyorlardır!

Sıkıldım mı giderim

Elektrikçilik de yaptım, bir mukavva fabrikasında da çalıştım. Sonra gazete dağıtım merkezinde ve bir otomobil fabrikası maceram da var. Sıkıldım mı, hemen demir alıp, uzaklaşırım oralardan. Şimdiye kadar istifa etmediğim bir işim olmadı diyebilirim. Çalıştığım her yerden mutlaka bir iki kez ayrılıp, sonra geri dönerim. Reklam ajansında metin yazarlığı da yaptım. Bir yıl sonra ceketi kapıp, vınn. Sonra televizyoncu oldum. Sonunda arkadaşım Dürin, ‘‘Bundan başka bir şey olmaz!’’ diye düşünmüş olacak ki, Radikal Gazetesi'ne girmeme önayak oldu. Ama senin aklına bana yakıştırabileceğin başka bir işi geliyorsa, söyle...

20 yıldyr ropörtajcı


20 yıldır söyleşi yapıyorum. 5 yıl ara vermiştim, döndüğüm zaman her şeyin değiştiğini fark ettim. Röportaj yaptığım kesim, özellikle magazin dünyası çok farklılaşmıştı. Randevulara gelmememeler, geç gelmeler, gazeteciyi küçümsemeler, soruları yanıtlamamalar, kiyafetsizlikler filan gırla. Eskiden karşındakinin ağzından bir sözcük kapabilmek, hiçbir yerde yayınlanmamış bir açıklama alabilmek çok önemliydi. Şimdi adam bir şey açıklayacaksa, o akşam tüm kanallarda bunu anlatıyor zaten. Neyin röportajını yapacaksın ki? Kaset çıkarmış, film yapmış, sevgilisinden ayrılmış. Afferin ona, ne diyeyim yani! Ama hálá yaptığım işten keyif alıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları