Son derece masum bir talepti: ‘Yeni kitabın ilk röportajını ben yapabilir miyim? ‘ Daha önce çeşitli seferlerde itişip kakıştığımız için (ben yani, sinir oluyordum onun fazlasıyla küstah, zaman zaman kibirli, küçük dağları ben yarattım havasına.
Ama insanı ve kadını, kadın da bir insan ya, okuyanı hayrete düşürecek kadar iyi yazdığını da biliyordum. Görüyordum. Okuyordum. Seziyordum. Belki de öfkem bu yüzdendi ya neyse) bu kadar çabuk ‘‘Tabii canım’’ diyeceğini hesaba katamadım.
İşte bütün günahlar böyle masum acabalarla başlar: ‘Acaba kabul edecek mi?’ Karşındaki, işi zora koşmuyorsa, önce sersem bir mutluluk geliyor üzerine (Yaşasın herkesi atlatıyorum) kestiremiyorsun tabii başına gelecekleri, ama sonraaa...
Kamyon çarpmış gibi oluyorsun!
Aklına gelen başına da geliyor.
Can Yayınları kitabı gönderiyor, üzerinde dana gibi şöyle yazıyor:
ALDATMAK.
Hımmm, bu defa çok oyuncaklı bir meseleye el atmış...
Allah bilir içimden geçen de şu:
- Bakalım altından kalkabilecek mi? Mevzu geniş, fikir mebzul.
*
Heyecanla bir çırpıda 40 sayfa okuyorum. Ama bir yemeğe gitmem gerekiyor, ara veriyorum.
Yemekteki insanlara da yazarın dedikodusunu şöyle yapıyorum:
- Valla inanmayacaksınız ama Ahmet Altan sıkı bir Beyaz Dizi yazmış. Peynir ekmek gibi satacak. Öyle bir aldatma hikayesi ki, okuyan vay be olacak. Üstelik kahraman bir kadın. Adı Aydan. Oturduğu sitede bir ‘‘komşu’’ var, mimar Cem, tam Beyaz Dizi adamları gibi. Bir gri gözleri eksik. İlk karşılaştıklarında üzerinde ne mi var? Bildiniz, sadece havlu. Daha kitabın başındayım ama seviştiler. Çilekler eşliğinde. Ama ne sevişme. İnsan heyecanlanıyor, okurken yüreğin hop hop ediyor. Bir kadının memesi öpülünce neler olur ancak böyle anlatılır...
Yaklaşımım hafif alaycıydı anlayacağınız.
Ben öyle diyorum ama siz anlayın ki, elime fırsat geçmişken ukalalığın üst sınırlarında dolaşıyorum. Oradan giriyor, buradan çıkıyorum 40 sayfa okuduğum roman hakkında ahkam kesiyorum. Yemek bitiyor, eve geliyorum. Bir merak, kitaba devam ediyorum. Salondaki kanepede soru işaretine dönüşüyorum. Elimdeki kitabı bırakabilmem mümkün değil. Kitap bittiğinde ‘çatırt’ ediyor belim. Öylesine yerleşmiş omurlarım. İnsan hiç kıpırdamadan 349'uncu sayfaya gelir mi? Tamam iki kere tuvalete gittim, ama kitap da yanımdaydı. Ha bir de mutfağa su almaya gittim, o kadar.
O kadar sarsıldım ki, anlatamam.
Uyuyamadım o gece.
Ve ‘‘Roman bu roman! Niye bu kadar ciddiye alıyorsun’’ dememe rağmen kendime, yine de sinir oldum Ahmet Altan'a çünkü bu son kitabında aşkın yazarı, aşk-maşk anlatmıyor, ne yapıyor, ediyor, insanın derisini kaldırıyor. Ve altından ooooo ne cerahatlar, iltihaplar çıkıyor. Bizi insan yapan bütün duygular anasını satayım karşımızda!
Ben sade bir okurum, okuduğum şeyin iyi edebiyat olup olmadığına ben karar veremem, ama biz de az buçuk bir şeyler yaşadık şu hayatta, pek çok tespitine katılıyorum Ahmet Altan'ın ve hayatının bir döneminde birilerini aldatmış olanların, aldatmaya hali hazırda niyeti olanların bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.
Ama şimdi bana bir sorumluluk da yükleniyor.
Sen misin ilk röportajı yapacağım diye direten...
İlk günah gibi bir şey.
Dahası süpriz finalli bir kitap bu. Benim de filmin sonunu söyleyen hıyarlardan olmamak için çenemi kapatmam gerekiyor. Ama şunu söyleyebilirim ertesi gün gecenin üçünde sevgilime anlattım kitabı, beşe kadar konuştuk. Sonra ‘‘Hadi ben yatıyorum’’ dedim. Ha ha ha. Bu sefer o uyuyamadı! Yani şu an vizyonda olan Richard Gere'in filmi Sadakatsiz sizi sarsmışsa, ‘‘Ben eve gidip yatmak istiyorum, yorgunum’’ tribine sokmuşsa, bu kitap canınıza okuyacak...
Valla benden bu kadar.
Değil tabii.
Bir de kitabı okuduktan sonra şu yanda gördüğünüz röp'ü yapmam icap etti. Aslında eğlendim. Ama Ahmet Altan bir değil de, üç insan gibi konuştuğu için aynı zamanda sürmenaj geçirdim.
Eeeeeeee...
Aldatma röportajına gidiyorsun, kolay değil.
Ancak böyle bir kıyafet uygun düşerdi (bakınız şekil 1A) ayrıca karın içeri, göğüsler dışarı, dudaklar 333...
HAMİŞ: Pardon. Röportaj bitmedi. Ben adamı böyle süründürürüm! Yarına randevu veriyorum. Kitaptan alıntılar bu köşede. Koş vatandaş, koş, derya kuzusu bunlar...
Çok iyi bildiğiniz bir şeyi bir de benden dinleyin: ALDATMAK
Başkasıyla sevişsin ama beni Mİ düşünsün yoksa benimle sevişsin kimi istiyorsa onu mu düşünsün
Kadınları iyi anlatan bir yazarın çok sevişmiş olmasının bir mahzuru var mıdır? Ne oluyor? Edebiyatçı karizma mı çiziliyor!
- Hiçbir mahzuru yok...
Peki o zaman neden illa bunun altını çizmek gerekiyor: ‘‘Kadınları iyi tanımam gerekmiyor, ben sadece onları iyi yazıyorum.’’ Neden şöyle denmiyor: ‘‘Kadınları iyi de yazarım, iyi de tanırım, onlarla sevişmeye de bayılırım!’’
- Çünkü bir tanesi yazara ait bir şey: Yazmak. Sevişmek ise erkeğe ait! Benim yetişme tarzımda bir erkeğin sevişmelerinden söz etmesi çok ayıp. Bu paylaşılmaz. Hayatımda kimseyle kadın konuşmadım. Hem sevişmek iki kişilik bir şey, sadece sana ait değil ki, seninle sevişen insan, bütün mahremiyetini sana teslim etmiş biri, bunlardan nasıl söz edilir?
Ben söz edin demiyorum ki, sadece kitaplarınıza kendi tecrübelerinizi de pekala sokuşturduğunuzu söylüyorum...
- Yaşadığın her şeyden bir şeyler süzülür ama sadece görünür gerçekleri bilirsin, yaşam sana bunları verir: ‘‘O kadın şöyle davrandı, bu durumda böyle davrandı.’’ Ama o kadının duygularının ne olduğunu, o duyguların nasıl kıpırdadığını görerek anlamak kolay değildir. O yüzden diyorum ya, yazarın kendisini o kadının yerine koyması gerekir.
Peki hiç sevişmemiş biri sevişme sahneleri yazabilir mi?
- Hayır. Sevişmekle ilgili epeyce bilgisi olması gerekir! E, benim içimdeki erkek de bu konularda biraz bilgiye sahiptir!
Aldatma konusunda kitabınızda yazdığınız gibi mi düşünüyorsunuz? Yani orada yazılanlar kurgu mu, yoksa sizin gerçek düşünceleriniz mi?
- Kitap, ‘‘Şu iyidir, bu değildir’’ diye yargılara varan bir kitap değil. Sadece bir şeyin nasıl yaşandığını anlatan bir kitap. Bir aldatma anlatıyor.
Ama farklı bir aldatma...
- Herhalde insanların, özellikle de aldatmış olanların, ‘‘Ben nasıl aldatmışım? Yeteri kadar iyi aldatmış mıyım?’’ diye kendi hayatlarıyla kıyaslamalara gidebilecekleri bir aldatma! İnsanlar, duyguları aynı şekilde yaşamazlar. Herkesin içinde bir potansiyel var. Bu potansiyelin ortaya çıkması için bir yardıma ihtiyaç duyulur. Bazen içimizdeki kötülükler ortaya çıkar, bazen de iyilikler. İşte yazar, bu içerideki gizli duyguların ortaya çıkışını anlatmak istiyor. Bir insan aldatırken aynı anda pek çok duygu yaşar. Bir kere tanımadığı o yeni duyguları. Sonra o duygulara sahip olmanın tedirginliğini. Ama aynı zamanda hiç aklına gelmedik şeyleri yaşamanın zevkini de yaşar. Bir karmaşa yani. Ben bu karmaşayı anlatmaya çalışıyorum. Yargı yok. Ama diyorum ki, bir kadın aldattığında bakın ne kadar çok duyguyu bir arada yaşayabilir, bir de ben anlatayım size...
Aldatmak neden insanlar için önemlidir? Yedikleri bir kazığı unuturlar da, aldatılmayı unutmazlar. Ne oluyor? Nasıl bir mekanizma devreye giriyor?
- Sanırım üç şey. Bir, sevdiğin birini kaybediyorsun. İki, bir başkası sana tercih ediliyor. Sende bir şeylerin eksik olduğu hissi sana geliyor: ‘‘Bende ne eksikti ki bir başkası bana tercih edildi?’’ Bu da kendine olan güvenini sarsıyor. Üç, gururun inciniyor. Bunlardan hiçbiri tek başına ortaya çıkmıyor. Bir bütün halinde geliyor. Aptal yerine konmak gibi bir başka duygu daha var ama bence esas olan diğerleri.
İNSAN DUYGULARI KIPIRDAK
Erkeklerle kadınların aldatılmaya tepkileri farklı mıdır?
- Farklıdır. Meşhur bir laf vardır, bence çok da hoş: ‘‘Kadınlar unutmaz ama affeder, erkekler affetmez ama unutur.’’ Kadınlar, gurur meselesini biraz daha geride tutabiliyorlar, duygusal çalkantıları daha önemli olabiliyor. Toplum öyle bir rol dağılımı yapmış ki, sanki aldatılmak konusunda esas yaralanan erkekmiş gibi! Çünkü hakim olan, güçlü olan erkek gözüküyor. Güçlüysen kırılgansındır. Güçlülük aynı zamanda büyük bir güçsüzlük getirir. Çünkü güçlülük, dokunulmazlıkla birlikte var olabilen bir şey. Dokunulduğun an gücünü kaybediyorsun. Ve sana güç veriyorsa bir toplum, güçlü görüyorsa, dokunulduğu anda sen güçsüz gözükenden çok daha fazlasını kaybediyorsun. Onun için erkekler aldatıldıklarında daha büyük tepkiler gösteriyorlar.
Siz hiç aldatıldınız mı?
- Her türlü duyguyu yaşama şansına eriştim!
İnsanlar aldatmadan durabilir mi?
- Ben sadece şunu söyleyebilirim: İnsanların duyguları değişir. Eğer duygularının değişmeyeceğini zannedersen, çok acı çekersin. Şarkılar hep bundan yakınır: ‘‘Hani beni seviyordun!’’ Seni seviyordu ama o zaman; şimdi sevmiyor, duyguları değişti. Bunun kabahati de belki kimsede değil. İnsan duyguları çok kıpırdak. Suç belki bunda, belki sende, belki onda. Bunları tam bilemezsin. Ama istiyorsun ki, sevdiğin hep sana bağlı olsun! Ha bunun da ne kadarı tam duygularla ne kadarı sosyal taleplerle ilgili onu da bilmiyorum. Çünkü eskiden anaerkil aileler vardı, kadınlar bir çok erkekle birlikte olurdu. Kimse de kimseyi kıskanmazdı. Sonra babaerkil aileler vardı, bir adam bir çok kadınla olabiliyordu. Demek duygusal olarak böyle dönemlerden geçti insanlar. Belki de bugün yaşanılan kıskançlıklar, korkular, güvensizlikler, aldatmalar kendimizi kendi doğamızın dışında bir yere koymaya çalışmamızdan. Kendi duygularımızı dondurmaya uğraşıyoruz. O anı sonsuz kılmaya çalışıyoruz. Oysa o an sonsuz değil, sadece o an.
Aldatmayı ve aldatılmayı ne kadar incelediniz? Demek istiyorum ki kimyasal, fiziksel, biyolojik ve psikolojik olarak! Yoksa kendi sezgi, içgüdü ve deneyimlerinizin sonucunu mu yazdınız?
- Tabii ki incelemedim! Tarihi romanlar için bir sürü şey inceledim ama adamı bozar onlar! Doğallığı bozar. Ben şuna inanırım: Kahramanlar gibi hissetmeye çalış ve yaz. Bunu dışarıdan bilgilerle beslemeye çalışırsan bozarsın. Belki ben o bilgilerden daha başka bir şey bulacağım? Belki o bilgilerin içinde kalmak istemiyorum, başka şeylere ulaşmak istiyorum...
Siz gerçek hayatta bir kadını aldattığınızda romanınızın kahramanı gibi içinizden ‘‘Bütün bunların sorumlusu sensin!’’ der misiniz?
- Bunu genellikle kadınlar söylüyor. Aldatma öyle bir şey ki, acı sadece birisinde kalmaz öbürüne de geçer. Acıtan, yani aldatan da üzülür. O karmaşa içinde düşünülenler, söylenenler ne kadar doğrudur: ‘‘Senin yüzünden! Bana başka türlü davransaydın belki olmayacaktı bunlar.’’ Kim bilir belki doğrudur, belki de o başka türlü davransaydı da olacaktı...
Neden daha ağırlıklı kahramanlar aldatan tipler de aldatılanlar değil. Aldatma heyecanı içinde mi tezgahlanıyor bir kitap, bir roman. Ya da okuyucular, izleyiciler kendilerini daha çok aldatanla mı özdeşleştiriyorlar?
- Daha çok duygusal zenginliğe sahip olan aldatan da ondan!
İyi de neden hep aldatana paye veriliyor! Aldatılanlar neredeyse kahraman bile olamıyor, onlar hep küçümseniyor...
- E var öyle bir şey. Çünkü aldatan, birçok duyguyu bir arada çekiyor. Vicdan azabı, heyecan, kararsızlık, aldattığı adama duyduğu şefkat, birlikte olmak istediği adama duyduğu çekim, yaşamak istediklerinin onda yarattığı gerginlik, kaybedeceklerine dair içinde hissettiği korku. Bir çok duygu bir anda çıkıyor aldatanda. Onun için aldatan daha iyi bir malzeme! Çok veri var orada. Okuyucuya gelince, kaçınılmaz olarak, o anda ne yaşıyorsa biraz onunla özdeşleştiriyor.
Aldatılan neden yaralarını bizzat aldatanın iyileştirmesini bekler ve ondan medet umar? Bu nasıl bir pisikolojidir?
- Bu insanın herhalde en çaresiz olduğu anlardan biridir. Çok derin bir yara alıyorsun. Ve o anda ne yazık ki, o yarayı açmış olandan başka iyileştirebilecek kimse yok hayatında. O yarayı iyileştirecek başka birini hemen bulamazsın zaten. Bir ok yiyorsun ve şunu biliyorsun, o ok bedeninde çok büyük bir acı yarattı ama onu oradan çıkartmaya çalıştığında büyük bir acı daha yaşayacaksın. Aynı anda ikisini birden taşıyamaz insan. Onun için çok büyük bir çaresizlikle senin canını acıtana o anda bağlanırsın. Güçlenene kadar. O oku bir daha oynatmasınlar, bir daha çekip, seni acıtmasınlar. Bir kere daha canını acıtmaması için senin canını acıtanın yanında durmaya çalışırsın. Ancak onun varlığı acını biraz yatıştırabilecektir.
BİR BELEDİYE BAŞKANININ KIZIMA KAĞIT VERMESİ YENİ BİR KİTAPTAN DAHA HEYECAN VERİCİ OLAMAZ
Kızınız evlendi, evlendirdiniz onu, ne hissettiniz?
- Kızımı evlendirmedim, o evlendi. Sanem 30 yaşında. Onun hayatının en önemli parçalarından birinde, eylemin kendisini almak çok büyük haksızlık. Kızın evleniyor, bunu bile yapamıyor, sen yapıyorsun. Bu babaların insafsızlığı! Ben düğünün nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyordum. Kır düğünü dediler, ben de öyle giyindim. Biraz tuhaf baktılar sonra bana, çünkü herkes düğüne gelir gibi giyinmişti. Kokteyli de kaçırmışım, trafik fazlaydı. Ayrıca ben evlilik meselesini çok da önemseyen biri değilim. Benim için önemli olan çocuklarımın mutlu olmasıdır. Yani kızım evlendi diye çok büyük bir heyecan duymuyorum ama mutlu diye çok memnun oluyorum.
Hangisi daha heyecan verici: Yeni kitabınız mı kızınızın evlenmiş olması mı?
- Yeni kitap tabii! Bir belediye başkanının kızıma bir kağıt vermesi bir kitaptan daha heyecan verici olamaz. Bunu Sanem’e de söyledim, çok anlıyor, o da yazıyla ilgili birisi...
Peki o düğünde magazin olmaktan utanmadınız mı? Edebiyat televole oldu diye eleştiriyorsunuz sonra da Hülya Avşar'la çekilen fotoğrafı engellemiyorsunuz! Edebiyatın ciddiyeti elden gitmedi mi?
- Özgür olmak için yazı yazıyorum ben, esir olmak için değil. Birisi benimle dans etmek isterse, resmimi çekerler diye bundan korkmalı mıyım? Dansöz görmüş milletvekili gibi mi davranmalıyım? Edebiyata daha yakışacak diye önüme mi bakmalıyım? Hayır, efendim bizim edebiyatımıza yakışmaz mı demeliyim! Bence asıl bunlar edebiyat için utanç verici şeyler.
Kadını ve aşkı en iyi anlatan yazarlardan birisiniz. İyi de bu kitapta aşk yok. Neden?
- Bu kitabın hoş yanlarından biri, anlatılan aldatmanın hiçbir mazeretinin olmaması: Kadın kahraman kocasını seviyor, mutsuz değil ama günün birinde aldatıyor. İnsan duyguları illa bir mazerete ihtiyaç duymaz. İnsanın içi kımıldar. Ne kadar bastırırsan bastır...
Kitabın kahramanları Aydan ile Cem'in birbirine aşık olmamasının sebebi ne?
- Kocasını aldattığı adamın yapısıyla ilgili bir şey bu. O daha saf bir şehvet ve oyun istiyor. Aşk onun istediği oyunun saflığını bozacak bir şey...
''Hainliğinin içinde kötülük barındırmayan bir adam'' olarak tanımlıyorsunuz Cem’i. Ne demek bu?
- O kadına yaptıklarının hainlik olduğunu bilmiyor demek. O sadece yeni bir oyun arıyor. Bu yeni oyunun insanları yaralayabileceği hiç aklına gelmiyor. Kötülük olsun diye de yapmıyor, oyuna katılanların da bunu sadece bir oyun olarak alacağı gibi bir yanılgı içinde. Onların gerçekmiş gibi yaşayabileceğini düşünmüyor. O yüzden hain ama kötü değil!
Bu kitapta anlatılan ne? Tutku mu hastalık mı? Ne?
- İnsanlar, kendi hayatlarını neredeyse tek hayat biçimi zannederler. Bildiklerinin de bilinecek bütün şeyler olduğunu zannederler. Aşkla ilgili de, cinsellikle ilgili de. Ama eğer biri gelir de, sana bir başka dünyanın kapısını açarsa ve sen başka bir cinsellik anlayışı, hatta başka bir ilişki biçimi kavrayışı olduğunu görürsen, sarsılırsın. Çok iyi bildiğini sandığın şeyleri aslında bilmediğini anlarsın...
Ve bu hayatta insanın başına gelebilecek en tehlikeli şey?
- Kesinlikle! Senin dünyandan olmayan, senin dünyanı allak bullak eder. Ama insanın sezgileri kendisini hemen uyarır: ‘‘Bu bana yabancı ve bu bana benim bilmediğim şeyleri gösterip hayatımı alt üst edebilir.’’ İki şey yapar insan. Ya kaçar, ki çoğunlukla böyle yapar, ya da kendisini güçlü, cesur ve meraklı hissettiği için ‘‘Bu benim bilmediğim neyi biliyor?’’ deyip o kapıdan bir geçmek ister. Eğer o kapıdan geçersen ve bilmediğin bir dünyayla karşılaşırsan, işte o zaman bildiğin herşeyden kuşkuya düşersin. Boşuna sezgilerimiz zaman zaman ‘‘Kaç!’’ demiyor. Ama bazıları kaçmaz. Bunun ödülü ve cezası vardır. O ödülü istiyorsan cezayı da çekmeyi göze alıyorsun demektir. Kaçamayan bedelini öder. Toplum da ödetir.
Aldatmanın ve aldatanın kuralları var mıdır?
- Herkes aldatılabilir. Genel bir kuralı olduğunu zannetmiyorum. Ama daha çok oyuncu olan genellikle daha çok aldatan olacaktır. Ne yazık ki iyi insanlar daha çok aldatılıyor. Çünkü iyi insanlar oyunları çok garip bir şekilde daha az olan insanlar oluyor. Ne var ki, oyunun azlığı kadın-erkek ilişkisinde ciddi bir sorun...
Kötülük ne kadar var bu kitabın içinde?
- Epeyce. İnsanların içinde kötülük vardır. Üstelik edebiyat kötülüğü iyilikten daha çok sever!
Aldatmak bulaşıcı mıdır?
- Eğer insanlar bunun çok zevkli olduğunu hissederlerse, bulaşıcı olabilir...
ÊHangisi daha tehlikeli? Hiç aldatmamış biri mi yoksa çok aldatmış biri mi?
- Aldatılana her iki tür insan da zarar verir. Ama hiç aldatmamış biri, bunu bir oyun gibi çok zor yaşar, dolayısıyla hiç aldatmamış biri, aldatıp biriyle birlikte olduğu zaman, çok kısa zamanda aldatılacak biri haline dönüşebilir. Bu oyunları bilen adam ya da kadın daha eğlencelidir. Ve daha tehlikeli. Eğlenceli olan daima daha tehlikelidir.
İnsanlar kızılca kıyamet koptuktan sonra neden hep o ilk ana döner ve kendi içinde bir hesaplaşma yaşar: ‘‘Eğer o adamla/ o kadınla o konuşmaları yapmasaydım, eğer onunla evine gitmeyi kabul etmeseydim... Bugün aldatmış bir kadın ya da adam olmayacaktım.’’
- Orada bir birikim var. O kişiyle olmasaydı başka birisiyle yine olacaktı. Hayattan bir başka talep var. Yaşadığının dışında bir başka şeyi yaşamaya dair bir talep. Yani birisi birisini aldattıysa sadece o kadına, o adama rastladığı için aldatmıyor. O isteği içinde biriktirdiği için aldatıyor. Birikimin kime akacağını bilemezsin. Ama birine denk gelecektir. Büyük bir ihtimalle insanlar birilerine çok tutuldukları için aldatmıyorlar, bu istek içlerinde çok yoğunlaştığı için birilerine tutuluyorlar. Ve eğer o tutuldukları kişi onların bu isteğini çok körükleyecek biriyse, evet olay iyice onların kontrolden çıkıyor.
Romandaki süpriz sonu okuyuculara saklayarak şöyle sorayım: İnsanların aldatmanın yerine koyabileceği başka şeyler var mıdır hayatta?
- Aradıkları kesin. Bazen bulabilirler bazen de bulamazlar. Aldatırken yaşadıkları heyecanı onlara verebilecek başka bir heyecan bulurlarsa, onu onun yerine koyarlar. Bazen başka biridir, bazen toplumun bütün kurallarına değişik bir şekilde meydan okumak, bozmaktır. Bazen kendi kurallarını yok etmektir. İnsanın kendi kurallarını yok etmesi çok heyecan verici ama tehlikelidir.
ÊKoca evde uyurken yan odada sevgiliyle sevişme bölümü ya da kocayla telefonla konuşurken aynı anda sevgiliyle sevişme bölümü neyin nesi? Fantezi mi acımasızlık mı? İnsan ''sapkınlığı‘‘nın hangi boyutunu karşılar böyle bir şey...
- Ben, duyguların beslendikçe büyüdüğüne inanıyorum. Heyecan bunlardan biri. Bu duyguyu beslemeye başladığın zaman, bunun nerelerde duracağını bilemeyebilirsin. Sonrası senin gücüne ve cesaretine bağlı. Bu sonsuzluğa doğru da gidebilir. Toplum bu tür şeyler sapkınlık, gibi isimler takabilir. Ben bir isim takmam, bu da insanın bir hali diye düşünüyorum.
Bir yazar için bu girdiğiniz sular tehlikeli sular değil mi? ‘‘Edebiyat değil pornografi!’’ ya da ‘‘Beyaz dizi yazmış’’ eleştirilerine verecek yanıtınız ne olacak?