Paylaş
Yetenekli, gelecek vaat eden, hatta bu ülkeye imzalarını atacak insanlar olarak yükseliyorlardı.
Ama aralarında en göze çarpanı, en parlak olanı Beyaz değildi.
Eğlenceli, esprili, hoş, ama çok da öne çıkmayan, sivri olmayan, uçlarda dolaşmayan biriydi. 10 yıl önce ne yalan söyleyeyim, hayranı değildim.
Bakın çok açık söylüyorum, belki ben 10 yıl önce yanılıyordum ya da bu 10 yıl içinde o da ben de büyüdük.
Şimdi konuştuğum adam farklı.
Bir kere duruma çok hakim.
Ne nedir biliyor.
Sakin bir ses tonuyla anlatıyor. Olgunlaşmış, değerleri oturmuş.
Savrulmuyor, oradan oraya uçuşmuyor. Şöhretle, parayla ilişkileri çok daha rahatlamış.
Aşmış artık bunları, aşmış.
O zaman da tadından yenmiyor...
Riske girmeyi sevmem. Garantici bir tipim. Etliye sütlüye karışmam. Bugüne kadar çok uçlarda hareket de yapmadım. Ama bu demek değil ki, beni herkes sever, benim herkesle aram iyi. Değil. Ama kimseyle medyanın önünde didişmiyorum. Tarzını beğenmediğim, tavrını beğenmediğim insanlar var. Bunu onlara gazete aracılığıyla söylemiyorum.
Çok yazıldı çizildi ama bu örneği seviyorum: Bir bardak suyun içinde bir damla zeytinyağı olmaya çalışıyorum. Hem bardağın içinde olup hem suyun dışında kalabilmek için uğraşıyorum. Bu işi yapıyorum ama mümkün olduğu kadar bu işin sakat taraflarından uzak kalmaya gayret ediyorum. Olur olmaz röportajları kabul etmiyorum. Salak sulak demeçler vermiyorum. Elimde sigara ve içkiyle çok fazla görünmüyorum. Bu ülkenin yüzde bilmem kaçı açken, ben iftar sofralarında boy göstermiyorum. Birileri beni eleştirdiği zaman, "Tamam kardeşim, kendimi toparlayacağım" diyorum, kafa atmıyorum. Ama bütün bunları meşhur bir adam olan Beyaz’ı korumak için yapmıyorum. Ben böyleyim. Derleyiciyim, toparlayıcıyım. Ben bir ortama girip içki içtiğimde dağıtmam, herkesten fazla içerim ama herkesi ben eve bırakırım. Otokontrolle yaşayan bir adamım. Bir kafeteryadan içeri girmeden önce, kafeteryanın kapısı içeri doğru mu açılıyor, yoksa dışarı doğru mu diye uzaktan seyrederim. Benden önce birinin girmesini beklerim. Kontrollü yaşamayı seviyorum.
Otokontrol, beni en iyi özetleyen kelime...
SIRT ÇANTASIYLA 4 AY ORTA AMERİKA’YI GEZDİ
En favori hayaliniz nedir?
- Sevdiğim arkadaşlarımla dünya seyahati yapmak. Ama çok salaş bir seyahat. Sırt çantalı filan. Ben zaten hep öyle tatiller yapıyorum. 4 ay Orta Amerika’yı gezdim. Arkadaşım Necip’le, Küba’ya, Jamaika’ya, Meksika’ya gittim. Sıfır acente. Plan, program yok. Tamamen içgüdülerle, koku yoluyla gittik. Süperdi.
ANNEMİN ONAYLAMADIĞI KIZLA ÇIKMADIĞIM DOĞRU DEĞİL
Hayatınıza giren kadınlar kendilerini önce annenize mi beğendirmeye çalışıyor?
- Bu nereden çıktı anlamadım. Böyle bir şey yok.
Bir şehir efsanesi o zaman...
- Annemle tanıştırabildiğim çok fazla kız arkadaşım yok. En fazla bir iki tane. Diğerleriyle vaktimiz olmadı, annemle tanışma fırsatı olamadan ayrıldık zaten. Bir yanlış anlama var ortada, benim annem hayatımdaki yargı mekanizması değil. Annem benim hayatımla ilgili kesin hükümleri olan biri de değil. O bizi çok rahat bırakmış bir kadın. Abimler 20 senedir evli, annem evlerine 20 kere gitmemiştir. Rahatsız etmekten korkar. Biz ayarlı insanlarız. İç ayarımız vardır. Birbirimizin hayatına burnumuzu sokmayız.
Hayatta, kadınlar erkekler için, erkekler de kadınlar için yaşar. Biz aslında her şeyi karşı cinse beğendirmek, karşı cinsin onayını almak için yaparız. Hemfikirsek, devam ediyorum... Siz de popüler, paralı, genç, yakışıklı, yetenekli, zeki bir adamsınız... İyi ama neden yalnızsınız!..
- Cevabı çok basit: Karşıma çıkmadı. Aradığım kişi, henüz karşıma çıkmadı. Hayatta her şey birden olmuyor. Demek ki tam olarak aşık olamamışım, hayatımın kadınına rastlayamamışım...
Evet taşralıyım
Kendinizi taşralı mı sayıyorsunuz?
- Evet. Bundan da gurur duyuyorum.
İstanbul’da büyüyen bir fırlama olsaydınız işiniz daha mı kolay olurdu, daha mı zor? Etiler çocuğu olsaydınız mesela...
- Dikkatim ve algılamam daha zayıf olurdu diye düşünüyorum. Etrafımdaki şeylere dikkat etmeyebilirdim. Bizim her şeyi kendi kendimize halletmemiz gerekiyordu. Daha paralı pullu bir ortamda yetişseydim, büyük bir ihtimalle işlerimi daha kolay halledecektim, mesela banka kuyruğuna fatura yatırmak için 500 kere girmeyecektim, yağ kuyruklarını, sigara kuyruklarını, tüp kuyruklarını bilmeyecektim. E haliyle o zaman da başka bir adam olacaktım...
MUHTEŞEM BEŞLİ
Ailemden sonra onlar gelir. Bu 4 adam benim için inanılmaz önemli. Çok sağlam bir dostluk bizimki. Hálá lisedeymiş gibi, yatakhanede yaşıyormuşuz gibi. Aykut, İbrahim, Atay ve Mahmut. Hele Mahmut’la 35 yıldır arkadaşız. Küçükken birbirimize bir söz vermiştik, büyüyünce kimin ihtiyacı olursa, o her şeyini bırakıp diğerinin yardımına koşacak diye. 6 yıl önce telefon ettim, Mahmut da doğma büyüme İngiltereli, orada yaşıyordu yani, adamın bir ailesi, bir hayatı vardı, dedim ki, "Ben burada ünlüyüm, para da kazanıyorum her şey iyi ama çok yalnızım. Benim yanıma gelir misin?" Sadece şöyle dedi: "Küçükken birbirimize verdiğimiz söz bu söz mü?" "Evet" dedim, Her şeyini bırakıp ertesi gün geldi, onu Atatürk Havalimanı’nda karşıladım, artık Türkiye’de yaşıyor.
Bunun güzel tarafları var, kötü tarafları var. Abim de Suudi Arabistan’daydı, yalvar yakar ona da inşaat mühedisliğini bıraktırdım, Türkiye’ye getirttim. Şimdi bütün işlerimi o kontrol ediyor, o da farkında tabii, kendi etrafıma bir koruma mekanizması ve kabuk çektiğimin. Geçen gün bana dedi ki, "Bu kabuğa dikkat et. Meyvelerde ve sebzelerde kabuk dışarı doğru değil, içeri doğru büyür. Ve çekirdeği küçük bırakır!" Bu kadar sıkı bir kabuk yapma etrafına, biraz hava al, yarın öbür gün, çekirdeğine dönüp baktığında onu küçük görebilirsin demeye getiriyor. Kim bilir belki de haklıdır.
Babam beni gökyüzünden izliyordur eminim
Biz neden sadece annenizi tanıyoruz?
- Kimi tanımak isterdiniz? Beş kişilik çekirdek aileyi hemen sayayım: Abim Korkut, ODTÜ İnşaat mezunu, zehir gibi bir adam. Tarih bilir, matematik bilir, tasavvuf bilir. Suudi Arabistan’da çalışırken allem ettim, kallem ettim, onu zorla buraya getirttim, birlikte çalışıyoruz. Eşi Aysun da OTDÜ İnşaat mezunudur, bir de çok tatlı bir yeğenim var Leyla. Ve tabii annem Nurten. Bu kadarız.
Siz ana kuzusu olarak biliniyorsunuz. Sahiden öyle misiniz?
- Değilim. Ama bu yakıştırmayı gururla taşırım. Çünkü anne kuzusu olmak benim için kötü bir şey değil. Hatta çok iyi bir şey. Ne var ki, 4-5 senedir annemle birlikte yaşamıyorum.
Babanızı neden tanımıyoruz?
- Hoppala, niye tanımanız gerekiyor ki? İlk çıktığım dönemlerde, annemle birlikte yaşadığımız için, anlattığım hikayelerde hep annem vardı. Babamdan neden bahsetmediğimi soruyorsanız, yeni rahmetli olmuştu. Acısını üzerimizde taşıyorduk. Onunla ilgili esprili anekdotlar anlatabilecek durumda değildim. Babamla ilgili fazla konuşmam. Programa çıkmadan dua ederim, ona da yollarım, o kadar. Zaten konuşulabilecek fazla bir şey yok. Ailemizin reisiydi ve düzgün bir adamdı. Nur içinde yatsın.
Nasıl rahmetli oldu?
- Babam polisti. Küçük bir çocuk için babasının polis olması müthiş bir şeydir. Eve geliyor ve silahını masanın üzerine koyuyor, her işin altından kalkacak gibi görünüyor. İsmet İnönü’nün koruma polisliğini yapmış. Babamla gurur duyardım. Ben 6-7 yaşındaydım, emekli oldu.
Sonra?
- Sonra... Tam da hayatın tadını çıkaracağı, emekliliğin keyfini süreceği bir zamanda, üstelik toplu ikramiyesini almışken felç geçirdi...
ÊKaç yaşındaydı?
- 49. Belden aşağısı tutmadı. 15-16 yıl o halde yaşadı. Arada iki üç kere beyin kanaması ve kalp krizi geçirdi. Sürekli hastalıkla meşgul olduk. O tarihten sonra da annem, bizim evin hem erkeği hem kadını oldu. Bu kadına nasıl saygı duyulmaz? Herkes annesini sever ama abimle benim, annemle özel bir bağımız var, çünkü babam için yaptıklarına birebir tanık olduk. Üstelik her şeyi üç kuruş para ile halletmeye çalışıyordu, bir polisin emekli maaşından ne olacak, büyük kadındır, babamı sırtında mı taşımadı, hastanelere mi götürmedi. Hastaneye götürmek, ufak bir ayrıntı gibi görünebilir ama paranız yoksa, inanılmaz meşakkatlidir.
Peki babanızın zihinsel fonksiyonları yerinde miydi?
- Tabii, tabii. Sadece hayatı evde geçiyor, bazen onu kahveye taşıyorduk. Şikayet etmiyor, kapris yapmıyor, "Neden bunlar benim başıma geldi?" demiyordu. Ama biraz sessizleşti ve alıngan oldu tabii. Dağ gibi bir adam, korkusuz, cesur bir adam, gücün simgesi, polis, daha ne olsun, küt diye elden ayaktan düşüyor, bir tarafına felç iniyor, koymaz mı insana?
Siz nasıl etkilendiniz bu durumdan? "Ben babasız büyüdüm" diyor musunuz mesela?
- O nasıl söz! Asla. Yatalak, matalaktı ama başımızdaydı. Çok iftihar ettiğim bir babam var. Dürüst bir adam, evimize borç harç hiçbir şey girmiyor. Gözümün önünden hiç gitmeyen şöyle bir kare var: Sokağın başından babam görünüyor. Elinde filesi, bembeyaz teni ve en yakışıklı haliyle eve doğru geliyor. Yatağa mahkûm olması bizden çok onu etkiledi. Evin erki, haranın hesabı ondayken anneme geçti. "Ben aileme yetemiyor muyum?" durumları oldu. Ama içindeki fırtınaları bize yansıtmadı.
Anneniz, herkese güç veren bir tür Pollyanna mı?
- Hayır, biz tamamen normal insanlardık. Evde devamlı pür neşe dolaşan insanlar yoktu ama sürekli ağlak gezen insanlar da yoktu. Anlatabiliyor muyum? Başımıza gelenleri kabul ettik, kendimizi aldatmadık. Ama "Kahpe kader!" de yapmadık.
Babanız, sizin Beyaz halinizi görebildi mi?
- O da başka bir sıkıntı. Onun vefatından iki sene sonra, benim elim iş tutmaya başladı. Yani göremedi. Daha da acı olanı, maddi olanaklarımız yetersiz olduğu için onun sağlık ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayamadık. Yanarım yanarım ona yanarım. Ben mesela geçen hafta anjiyo yaptırdım, 35-50 yaş arası erkekler için en sıkıntılı dönem, ben de 37’yim ve babadan miras yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol var, Allah’a şükür bir şey çıkmadı. Ama o dönemde de böyle teknolojiler olsaydı ve tabii paramız olsaydı, babam için her şey farklı olabilirdi.
Yaşınız ilerleyince tedirginliğiniz mi artıyor ki, sağlık endişeleri duymaya başlıyorsunuz?
- Tabii. Hepimiz için geçerli bu. Yaşla birlikte farklı evrelere giriyoruz. Çocukları olanlar hep şöyle söyler, "Müthiş bir şeymiş baba olmak, şimdi kendime daha çok dikkat etmek istiyorum, çünkü çocuğumla daha fazla vakit geçirmek istiyorum." Benimki de o hesap. Yaşım ilerledikçe hayatın farkına varıyorum. Kim bilir belki de yaşlanıyorum. Bahçeli bir evde oturuyorum, menekşelerim var, onlara bakıyorum, "Ya" diyorum "Ne kadar güzel rengi var bu menekşelerin. Ama yazık bu menekşeler kendi renklerinden bihaberler." Ben onlara göre, kendimin daha çok farkındayım, duş alırken, bedenime değen suyu hissedebiliyorum. Artık yaşadığım her anın değerli olduğuna inanıyorum. Eskisine göre daha güzel rakı içiyorum, daha güzel fasıl yapıyorum. Sanat müziğini daha çok sever oldum, daha çok eve kapanır oldum. Geçmişimle daha fazla yüzleşir oldum, "Keşke öyle yapmasaymışım"ı daha çok söyleyebilir oldum. İnsanlarla ilişkimde daha ılımanım, daha çok alttan alıyorum, sinir katsayım azaldı. Daha uzlaşmacı oldum. Babamı daha çok düşünür oldum. Bir kare daha geldi aklıma babamla ilgili...
Nedir?
- Yan yana yürürken babamın ayakkabılarından çıkan sese çok özenirdim. "Aman Allah’ım nasıl müthiş bir adam, bu sesi nasıl çıkarıyor!" derdim. Kösele ayakkabı giydiği ve benden daha ağır olduğu için taşlar ve kumlar o yürüdükçe ezilir ve çıtır çıtır ses çıkarırdı. Ben de bir an evvel büyümek ve öyle kösele ayakkabılar giymek ve o türden sesler çıkarmak istedim.
Ne güzel anlattınız...
- En büyük keyiflerimizden biri de, pazar sabahları maaile salonda kahvaltı yapmaktı. Babamla annem sobayı yakardı, TRT 1’i açardık, pencereden puslu Ankara’yı görürdük, burnumuza babamın sobanın üzerinde kızarttığı ekmeklerin kokusu gelirdi. Huzurlu günlerdi. Babam, ilkokul mezunuydu ama kendini yetiştirmiş bir adamdı. Sartre’la, Neruda’yla, Ataol Behramoğlu’yla, Nazım’la babam sayesinde tanıştım. Çok okuyan bir adamdı.
Babanızın başarılarınızı görmesini ister miydiniz?
- Zaten gördüğünü düşünüyorum. Ailesinden birilerini kaybeden herkes bu inanca sahiptir. Babam da beni gökyüzünden izliyordur, eminim. Bence, babam da aynı hisler içindeydi. Çünkü dedemin mezarına gömülmek istedi, yan yana olsunlar diye...
Babanıza anneniz bakmış, yük hep onun omuzlarındaymış. Bunu görmek sizi nasıl yönlendirdi? Bir an evvel yırtmak, hayata katılmak, anneye, aileye bakmak... Şeklinde mi?
- Aksi mümkün mü? Annem ve babam bizi yetiştirdi, düzgün bir eğitim verdi, parasız pulsuz bizi okuttular. Hiçbir şeyden eksik kalmamamıza özen gösterdiler. Para yok diye tatile gidemiyordum lisede ben, annem komşudan borç aldı gönderdi, resmen yoktan var ederdi, unutur muyum ben bütün bu fedakarlıklarını. Tabii ki bir an evvel hayata atılıp para kazanıp, onları rahat ettirmek istedim. Krallar gibi yaşatmak istedim. Ama ne yalan söyleyeyim, hayalim memur olmaktı. Showbiz filan aklımda yoktu. Belli bir maaşım olsun, 9-6 çalışayım, sigortam olsun. Ama hayatta bazı şeyler senin elinde olmuyor...
Allah Allah yoksa memur olmadığınıza pişman mısınız...
- Yok hayır. Kader faktörünü anlatmaya çalışıyordum. Üniversitenin birinci basamağını kazandım, ikinciyi kazanamadım. Abimin de benim de resmimiz iyidir, "Bari Güzel Sanatlar’ın sınavına gireyim" dedim, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazandım. Eskişehir’de seramik ve heykel okudum. Okurken özel radyolar ve televizyonlar açıldı. Ev arkadaşım da radyocuydu. Sonra gitti kendi radyosunu kurdu. Bütün bunlar olmayabilirdi. Ama oldu. Ben de onun yanında çalışmaya başladım. Kader değilse ne bu?
BEYAZ SHOW’UN İLK 5 DAKİKASI BENİM İÇİN ISTIRAP
En utandığınız, en sıkıldığınız an?
- Beyaz Show’un ilk beş dakikası. 10 yıl oldu, değişen bir şey yok, hálá oraya çıktığımda çok utanıyorum, çok sıkılıyorum. "Bu sefer olmayacak!" diyorum, "Beceremeyeceğim." Neden bu kalabalık burada? Neden ben o seyircilerden bir tanesi değilim? Bak, bana "Beceremeyeceksin!" der gibi bakıyorlar. Diyorum, diyorum. Ama 5 dakika sonra, her şey birdenbire değişiyor, rahatlıyorum ve kendi kendime "İyisin ya, hatta oldukça iyisin!" filan demeye başlıyorum.
Bu kadar seneden sonra hálá hissediliyor demek ki!
- Hissetmez olur muyum? Beyaz Show cuma’ları yayınlanıyor, cuma sabahları müthiş gergin oluyorum. Kimseyle konuşmak istemiyorum. Show’un başlamasına yarım saat kala, boş stüdyolardan birine girip, tek başıma oturuyorum. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum. Öyle yani. 10 yıldır bu işi yapıyorum, alıştım artık yok.
Paylaş