Paylaş
İnanılmaz bir sebat.
Yüzüyorlar, bisiklete biniyorlar, koşuyorlar. Ama normal insanların yapabileceği mesafelerde değil. Koşu 42, bisiklet 180, yüzme neredeyse 4 kilometre. Art arda, bir kerede, dinlenmeden, ara vermeden...
Ve 17 saatin altında tamamlayacaksın!
Türkiye’de bunu başarmış 10 adam var.
Altısı fotoğrafta kayıtlı, ben üçüyle röportaj yaptım.
Hepsi de işi gücü olan, entelektüel, eğitimli, şahane tipler.
Bana “Sen ne spor yapıyorsun” dediler, çok utandım, röportajı yapıp ortalıktan kayboldum...
Siz nesiniz?
METİN: ‘Ironman’.
‘Ironman’ nedir?
METİN: Kat ettiğimiz mesafeye verilen isim. O mesafeyi, tamamlayana da ‘Ironman’ deniyor.
Ne kadarlık bir mesafe söz konusu?
METİN:180 kilometre bisiklet, 42.2 kilometre koşu ve 3.8 kilometre yüzme. Bu üç spor dalını, 17 saatin altında gerçekleştiren, ‘Ironman’ oluyor. Bitişteki spiker, bütün bu eziyeti çekip yarışı tamamlayabilene, “Sen bir Ironman’siiiiin!” diye bağırıyor.
Şahaneymiş...
BONİ: Biz aslında triatletiz. Yüzme, bisiklet ve koşu dallarının birlikte yapıldığı sporun adı triatlon. Bu spor dalında farklı mesafelerde yarışlar yapılıyor. Metin’in dediği gibi en uzunları Ironman. Her yıl dünyada bu kategoride 20 yarışma düzenleniyor. Türkiye’de sadece 10 Ironman var. Üçü karşında...
İnsan hangi akla hizmet ironman olur?
METİN: Ben 40 yaşından sonra azanlardanım! 40’ıma kadar mütevazı mesafeler koşan, masa tenisi oynayan, dağ bisikletine binen bir adamdım. 41 yaşında eşim beni, bir sürpriz olsun diye maratona kaydettirdi. Maraton Atina’daydı ve bir hafta sonra koşulacaktı. Meğer altı ay hazırlanılması gereken bir yarışmış, benim dünyadan haberim yok. Hayatında henüz 10 kilometre koşmamış birinin, 42 kilometre koşması neredeyse imkansızmış. O maratonu nasıl tamamladığımı bir ben bilirim, bir Allah! Ama o yarıştan sonra hırslandım, ver elini New York Maratonu, Chicago Maratonu, Berlin Maratonu. Sonra zaten Oğuz’la tanıştım. O beni zehirledi, Ironman’le tanıştırdı.
OĞUZ: Beni de abim zehirledi. 2000’e kadar sutopu oynuyordum, milli takımda da oynadım, sonra bıraktım. Abim, triatlon yapıyordu, onunla ufak ufak antrenmanlara başladım. 2006’da Zürih Ironman’ine katıldı, ben de izlemeye gittim. İnanılmaz etkilendim, ertesi sene ben de girdim. Sonra da gerisi geldi.
BONİ: Çocukluğum sporla geçti. Ama 15-35 yaş arası sıfır spor. Sonra Metin’le yollarımız keşişti. Beni de zehirleyen Metin. Onunla koşmaya başladık, sonra bir gün Ironman DVD’si getirdi. Çarpıldım, hatta ağladım ve triatlona başladım.
Neden ağladınız?
BONİ: 2000-2500 kişi yarışıyor. Ve her katılanın motivasyonu farklı. O filmde de belli insanları seçmişler, kimi itfaiyeci, kimi Irak’ta iki bacağını kaybetmiş, bu mesafeyi özel araçlarla katediyor, kiminin zihin engelli bir oğlu var. İterek, yüzerek botlarla çekiyor. Herkes tek bir amaca kilitlenmiş: O mesafeyi kat etmek. Çok büyük bir dayanıklılık gerektirdiği için nasıl yaparsanız yapın inanılmaz bir saygı görüyorsunuz.
Diğer masum sporlar size yetmedi mi? Niye bu kadar iddialı bir spor?
OĞUZ: Doğru, insanın sınırlarını gerçekten zorluyor. Ama diğer bütün sporlardan farklı. Sutopu mesela, yüksek tempoda yapılan ama kısa süren bir spor. Ve agresiftir. Buysa tam tersi. Tamamen sabır, planlama, organizasyon ve sebat üzerine kurulu. İbadet gibi. Ve resmen bir proje. Sekiz ay öncesinden kayıt yaptırıyorsunuz ve kendinizi adıyorsunuz. Her gün düzenli antrenman yapmazsanız, bitirebilmeniz mümkün değil. Bu arada sadece Türkiye’de popülaritesi düşük. Yoksa inanılmaz revaçta. O kadar ki yarışlara kayıtlar anında kapanıyor. Yer bulunmuyor.
METİN: Mesela önümüzdeki yıl ağustos ayı için New York’a kayıt oldum. Dokuz dakikada kapandı kayıtlar. Ve az para değil, 940 dolar.
Bu sporda sizi büyüleyen ne?
OĞUZ: Öteki sporları yapan bir sürü insan var. Bunda yok. Müthiş bir iddia... Ve insanı acayip eğitiyor, her açıdan. Başka bir insan haline getiriyor. Egolarından kurtarıyor.
Bana da sanki ego şişirirmiş gibi geldi. O kadar mesafe koş, yüz, bisiklet yap ve havasını atma, mümkün mü?
OĞUZ: Hiç de öyle değil. Mesele bu yarışa katılmak ya da bitirmek değil, o performansı sürdürebilmek. Çünkü bir sene şampiyon olan, ertesi sene yarışı yarıda bırakabiliyor. “Ben oldum, ben tamamım” diye bir şey yok. O emek sürecek. Hep ama hep sıfırdan başlamak gerekecek. O yüzden de, kendini sıfırmışsın gibi hissedebiliyorsun. Ve sekiz ay sonraki yarışa hazırlanırken, devamlı yorgun ve güçsüz dolaşıyorsun. Sekiz ay boyunca sadece yarış oluyor kafanda.
Bunun antrenmanı nasıl bir şey ki?
OĞUZ: Mesela yarın, 6 saat 15 dakika bisikletim var. Net çevirme süresi. Durmadan. Aşağı yukarı 180-190 kilometre ediyor. Üzerine de yarım saat koşacağım. Öğleden sonra da 4.5 kilometre yüzeceğim.
Oha demek istiyorum! Yapabiliyor musunuz gerçekten?
METİN: E tabii, her cumartesi böyle. Haftada 22-23 saat antrenman yapıyoruz. Hafta içi daha az, hafta sonu iyice yükleniyoruz.
PARA-MARA YOK ÜSTÜNE PARA VERİYORUZ
Peki bu emeğinizin kıymetini biliyor mu insanlar?
OĞUZ: Yok nerede? “Kaç para kazanıyorsunuz?” diye soruyorlar. Para-mara yok, üste para veriyoruz.
METİN: Bir de antrenmanda yaptıklarımızı sayınca, “Üç günde mi yapıyorsunuz?” diye soruyorlar. Ya da şu laf: “Oğlum manyak mısınız, 180 kilometre bisiklet dediğin, İstanbul’dan Adapazarı’na gidiş dönüş. İnsan nasıl bu kadar uzun mesafe bisiklete biner? Kafayı mı yediniz?”
Bana da acayip geliyor. Deli bir kondisyon gerekir...
METİN: Orası öyle. Buradan ABD’ye business class’ta uçarken, “Sıkıldım” diyor insanlar, 9-10 saatlik bir süre ya. Biz o süreyi selenin üzerinde geçiriyoruz. Sele de pofuduk değil, kıçına batıyor.
Peki aynı zamanda işadamısınız. İşiniz gücünüz var. Hepsi bir arada nasıl yürüyor, aile, çocuklar, iş, güç?
OĞUZ: Öğreniyorsun, organize oluyorsun. İşin, ev hayatın, karın, çocuğun, dinlenmen, uykun... Ve hep antrenman, hep antrenman. Ama isteyince her şey oluyor.
METİN: Hafta arası her gün, üç-üç buçuk saat antrenman yapıyoruz. 06.00 gibi başlıyoruz. 09.30-10.00 gibi işteyiz.
Peki bir sosyal çevreniz filan var mı? Kimlerle görüşüyorsunuz?
OĞUZ: Maalesef çoğunlukla birbirimizle! İnsanlar bir süre sonra bizi aramaktan vazgeçiyor çünkü ortalıkta yokuz, hep antrenmandayız.
Bu işlerden emekli oldum denilen bir yaş var mı?
METİN: Hiç yok, 70 yaşının üzerinde yapanlar bile var. 79 yaşında bir rahibe var mesela, 20. kez yapmış.
Karılarınız size itiraz etmiyor mu?
OĞUZ: Sağolsunlar tahammül ediyorlar.
10 SENEDİR PATATES KIZARTMASI YEMEYEN VAR KORKUT MESELA, SUDAN BAŞKA BİR ŞEY İÇMEZ
Nasıl yaşıyorsunuz? Gece hayatı filan?
OĞUZ: Bu grubun, geceleri en çok dağıtanı ve içeniydim. Ama artık yapamıyorum çünkü ertesi güne hemen bacaklarım bitiyor, toparlayamıyorum.
Neleri asla yapmıyorsunuz, neleri asla yemiyorsunuz?
METİN: Bizim grupta, 10 yıldır patates kızartması yemeyen de var, Korkut mesela. Sudan başka bir şey de içmez. Ama ben o kadar katı değilim.
OĞUZ: Ben pisboğazım. Onun için yağ oranım daha yüksek diğerlerine göre.
METİN: Saatte 500 kalori yakıyoruz. Yedi saatlik bir antrenmanda 3 bin 500 kalori kaybediyoruz. Yağ oranımız yüksek olsa ne olur? Antrenmana başlar başlamaz kilo veriyoruz.
Bu, başkalarıyla değil, insanın kendi kendiyle yarışması mı...
BONİ: Kendinle yarış, orta ayar adamlar için geçerli. Ben öyleyim, sadece belli bir bitirme zamanı hedefliyorum ama Oğuz öyle değil. O hem en tecrübelimiz hem de en iddialımız. Yılda 20 yarış yapılıyor dedik ya, bunların içinde en başarılı adamlar, dünya şampiyonasına davet ediliyor. Oğuz onlardan biri, yakında Havai’deki yarışa katılacak. Türkiye’yi temsil edecek başka biri de yok...
Kaç yarışa katıldınız?
METİN: Beşinciyi bitirdim. Altıncıya kaydoldum.
OĞUZ: Sekizinciyi bitirdim. Üç hafta sonra dokuzuncu başlayacak.
BONİ: Ben henüz birinci yarışımı bitirdim.
Peki bu kadar ağır bir çalışma temposu sağlığa zararlı değil mi?
METİN: Normal bir insanın nabzı, dakikada 70-75 atıyor, bizimki yaklaşık 45. Onların kalbinin iki kere attığında pompaladığı kanı, bizimki bir kerede pompalıyor ve yarısı kadar yoruluyor. Bazen insanlara, “Sizin merdiven çıktığınızda yorulduğunuz kadar yoruluyoruz biz de koşarken” diyoruz. Ama laboratuvar değerlerimize baktığınız zaman, kolesterol yok, şeker yok. Benim yaş grubum tansiyon, kolestrol ilacı kullanıyor. Karıları önlerine sabahları birtakım haplar dayıyor. Bizim öyle bir şeyimiz yok Allah’a şükür. Bisiklet kazaları dışında!
OĞUZ: Ama tabii doktorlar ironman’liği tavsiye etmez.
BONİ: Bedenimizi zorladığımız doğru. Yararlı mı, zararlı mı bilemiyorum ama beni çok mutlu ediyor.
OĞUZ: Geçen yıl bir yarışta sıkıntı yaşadım. Çok sıcaktı, kalbime ağrılar girdi. Zor bela yarışı tamamladım. Sonra EKG çekildi, “Az oksijen gidiyor kalbine” dendi. Türkiye’ye gelince anjiyo yaptılar, hiçbir şey çıkmadı, hatta 10 yıl öncesinden daha sağlıklı çıktım. Bir tek “Bebek aspirini al” dediler, çok su kaybettiğimiz için, sıcak havada kanın yoğunluğu artıyormuş, rahat dolaşım yapamıyormuş. Tabii sağlıklı olduğumu öğrenince, dört hafta sonra yeni bir Ironman’e daha girdim.
BACAKLARIM PIRIL PIRIL AĞDA YAPTIRIYORUM
Bacaklarınıza bakabilir miyim?
BONİ: Tabii. Gördüğün gibi pırıl pırıl. Tüy dökücü kullanıyorum.
METİN: Ben ağda yaptırıyorum, uğraşamayacağım jiletle ya da kıl dökücüyle. Bir kuaför buldum orada çektiriveriyorum tüylerimi.
Erkeklerin korkulu rüyasıdır ağda...
METİN: O kadar da acıtmıyor! Kadınların palavrasıymış!
Bacaklarınızın tüysüz olmasının sebebi ne?
METİN: Düşüp yaraladığında, kıl varsa bacağında mikrop kapıp geç iyileşebiliyor. O yüzden tüysüz olmamız daha iyi.
Peki daha iyi sevişiliyor mu? Yani Ironman olmak, cinsellikte bir üstünlük sağlıyor mu?
OĞUZ: Haliyle kondisyonlu tipleriz. Yedi saat İzmit yolunda bisiklet yaptım, sonra denedim hiç problem yok.
BONİ: Fizyolojimizin iyi olduğu muhakkak ama işin bir de yorgunluk kısmı var. O kadar antrenmandan sonra, manyak bir seks yapmak, benim için yalan olur. İçimden gelmiyor, uyumak istiyorum o kadar!
OĞUZ: Eşi sekiz aylık hamile olan bir adam konuşuyor. Oğlum kendin için konuş.
METİN: Dünyada triatlon dergilerini ve filmlerini izlediğinde fark ediyorsun ki, bu spora bulaşanlar eşlerinden ayrılıyor. Onların farklı dünyasını karıları pek tasvip etmiyor. Bu işin başarısı, bu işin doğru dengelenmesi.
Kadınların ilgisi nasıl?
OĞUZ: “Ayyy delisin sen!” diyorlar.
METİN: İlk ve ikinci yarışı tamamlandığımda, kardeşimden, karımdan ve anneden çok büyük ilgi vardı. En son geldiğimde, “İyi aferin!” dediler, konuyu değiştirdiler. Boni birinci yarışını bitirdiği için çevresinde bir kahramandır şu anda ama bizim çevremiz için normal.
OĞUZ: Genelde bir ilgisizlik var. Bir de anlayamıyorlar. “Bugün 200 kilometre bisiklet yaptım” diyorsun, “200 mü? Ben 30 kilometre işe gidip geldim, çok yoruldum!” diyor. Hayal bile edemiyorlar o mesafeyi.
Bütün bunların sonuncunda, daha iyi insanlar mı oluyorsunuz?
BONİ: Kesinlikle.
METİN: Eşim, antrenman sonrasında gergin olduğumu söylüyor. Tahammülüm azalıyormuş.
OĞUZ: Tansiyonun yükseliyor da ondan.
Eşler buna nasıl adapte oluyor?
OĞUZ: Baştan anlaşıyoruz. Hep beraber bu projenin içinde yer alıyoruz. Diyorum ki, “Üç ay bir yere gitmemiz gerekiyor demeyin, gidemem, antrenman programım bu. Uymak zorundayım.”
İyi de haksızlık ve bencillik değil mi? Sizin hayatınızı yaşamalarını istiyorsunuz...
METİN: İkizlerim var, her sabah yatağa gelip boş görünce, “Baba yine mi spora gitti!” diyorlarmış. Üzücü tabii. Ama aynı zamanda inanılmaz bir örnek olma durumum da var: Oğlum “Ben de babam gibi öne doğru bisiklete binmek istiyorum, ben de kask istiyorum” diyor. İçki içen, sabahlara kadar tozutan bir baba olmak yerine bu daha iyi.
BONİ: Bence eşlerin çok da tercih ettiği bir şey değil Ironman’lik. Birinci yarışta çok ciddi destek oluyorlar, ikincisinde de olmaya çalışıyorlar. Ama neticede, evden bir şey çalıyorsun. 20 saat antrenman yapıyorsun, onlarla geçirebileceğin boş zamanından alıyorsun. Ama yapacak bir şey yok. Bu da, bizim tutkuyla bağlı olduğumuz şey...
Paylaş