Paylaş
Günlerdir kızın, ne despotluğu kaldı ne faşizanlığı.
Artık bu kadarına da pes!
En çok da, “Efendim, nasıl böyle yaparmış, emekçi kesime nasıl böyle davranırmış!” laflarına güldüm.
Hop!
Ne oluyoruz.
O bir anne ve belli ki “dadı”ya sinir olmuş.
Ne var bunda?
Bütün anneler, yeri gelir olur.
Dadılar da bize olur.
Bu ilişkinin tabiatı böyle.
Hem birbirimizi severiz, gerçekten çok severiz -yoksa en değerli varlığımızı nasıl teslim ederiz- hem de zaman zaman gıcık oluruz. Onları kıskanırız. Laf sokuştururuz, onlar da sokuşturur.
Belli ki dadı, teknede Sibel’i sinir etmiş ve evet dadı, orada çocuğa bakmak için bulunuyor, güneşlenmek, yüzmek, tatil hayalleri kurmak için değil.
Sibel de belli ki yazıyı aceleye getirmiş, var ya moda laf “yazının şehvetine kapılmış”, bir kere daha okusaydı, mutlaka belli ifadeleri yumuşatırdı.
Ben hiç buralara takılmadım.
Benim o yazıda takıldığım başka bir şey...
9 aylık çocuk ve dadıyla gittiğin bir tekne seyahatini, sanki çok zor bir maceraymış gibi anlatmak, “Bakalım başımıza neler gelecek? Bir deliliğe kalkıştık ama Allah sonumuzu hayretsin” türü ifadeler kullanmak, bu seyahati “challenge” gibi sunmak acayip olan...
Söz konusu olan bütün konforu tamam bir tekne...
Çocuk desen bebek değil artık, neredeyse bir yaşında...
Bir de yardımcın var...
Eeee?
Hani yelkenliyle denize açılmış olsa, tekneyi de Sibel ve kocası kullanıyor olsa, yardım edecek kimse olmasa, hava şartları da kötü olsa tamam, onu anlarım.
Ama öyle değil ki...
Sevgilimle ben, Alya 6 aylıkken yanımızda dadısız madısız, uçağa atladık İtalya’ya gittik, oradan kiralık bir arabayla Como, Portofino, Cannes, Nice yaptık, 6 farklı otelde kaldık.
Bunun da haber değeri yok.
Haa yazılmasına yazılır ama “challenge” gibi sunulması tuhaf.
Artık millet 3 aylık bebeğini boynuna asıp Nepal’e trekking’e gidiyor.
Biz Türkler çok korumacıyız, bebekleri evden dışarı çıkarmıyoruz, 9 aylık bebekle tatile gidince de çok büyük bir maceraya atıldık sanıyoruz.
Yine de olur böyle vakalar, Türk medyası birbirini bıçaklar!
Aldırma Sibel, kendinle dalga geç, oğlunla birlikte yazın keyfini çıkar.
Bir de dadıyla mutlaka barışma fotoğrafı bas!
Ya basındaki erkeklerin hali!
KENDİMİ bildim bileli, kadınların bedeni konuşulur.
Medya, kadınların bedenini kendine dert edinir.
Geyikler kadın bedeni üzerine yapılır.
42 beden mi iyidir, sıfır beden mi?
İnternet sitelerinde ‘neydi ne oldu’ fotoğrafları yan yana sıralanır.
Ve bundan nasibini almayan kadın olmaz.
Bana da mesela Deniz Arman türbanla dolaşıp dizi yaptığımda, “Yaşlanmış!” dedi. Aşağılamak, incitmek için. Bir kadını en iyi buradan vuracaklarını düşünüyorlar.
Peki ya erkekler, medyanın erkekleri?
Onlar kendilerine bakıyorlar mı acaba hiç? Arada sırada, aynada çıplak bedenlerini görüyorlar mı?
Hepsi yaşlanıyorlar -istisnaları hariç- gözümüzün önünde, şişmanlıyorlar, genişliyorlar, postürleri bozuluyor ve kendileri o haldeyken, utanmadan kadınların bedenleri üzerinde geyik çeviriyorlar.
Daha fazla şey söylerdim bu konuda ama hadi kalsın.
Ve artık kim üzerine alınırsa alınsın!
BİZE YENİ BİR DUYGU LAZIM!
"YAZILARINIZDA ima ettiğiniz bazı şeylerden fevkalade rahatsız oluyorum. Bu yüzden yazıyorum. Mesela ETS Tur ile dünyayı gezmeye hak kazanan çifte sorduğunuz o soru. Birbirlerini sevdiğini söyleyen o iki gence ‘Ne zorunuz vardı, niye evlendiniz’ diyorsunuz. Evli bir insan olarak bunu sormanız, bana garip geliyor. Madem birbirini seven insanların evlenmesi bu kadar saçma, siz niye evlendiniz? Bu işte bir çelişki yok mu? (Sanem.) "
Sanem. Çelişki filan yok. İma da etmiyorum, söyleyeceğimi doğrudan söylüyorum. Evet, ben insanların çok genç evlenmelerine karşıyım. Hele 20’lerin başında.
Evlilik bir “havuç” değil, bize yanlış öğrettiler. En büyük ödülmüş gibi gösterdiler. Beynimize, “Evlenebilirsen başarılısın, evlenemezsen başarısızsın”ı yerleştirdiler.
“En önemlisi gelin olmak, gelinlik giymek, o alyansı parmağına takmak” dediler.
Halt ettiler!
Evlilik araç olabilir insanın hayatında.
Amaç değil.
Daha iyi “havuçlar” var hayatta, kendi ayaklarının üzerinde durmak, bir meslek sahibi olmak, yaptığın işi iyi yapmaya çalışmak.
Sonra gelsin evlilik, sonra gelsin çocuk...
Ben 5 yaşındaki kızıma bile masalın sonunda, “Ve prens ve prenses çok çok aşık olmuşlar, birlikte yaşamaya başlamışlaaaar...” diye anlatıyorum.
Önce “ben olabilmeyi öğrenmelisin ki şu hayatta, biz olabilmenin hakkını verebilesin...”
Ayrıca bir insanı ömür boyu isteyip istememek öyle kolay verilecek bir karar değil.
Hele 20’lerin başında hiç değil.
Aşık mı oldun, hiç ayrılmak istemiyor musun, hep sarılmak, hep sevişmek mi istiyorsun? Şahane. O zaman git aşkınla birlikte yaşa, birbirini iyice tanı...
Tabii sen de haklısın, bu söylediklerimi bile hâlâ yadırgayan bir sürü anne-baba var bu ülkede. Onlar “mahalle baskısı” yüzünden, çocukları ilk flörtleriyle evlensinler diye boyunlarına çöküyorlar. Hadi onları anladım, onlar bir önceki jenerasyon, peki sen? Sen neden bu kadar tutucusun? Neden evlenmeden birlikte olmaya karşısın? Evlilikle aşk aynı şey değil, yoksa sen hâlâ anlamadın mı bunu? Biri, birlikte yaşama sözleşmesi, diğeri hesabı kitabı olmayan bir duygu hali...
Pınar’la Miguel aşıklar ve evlenmişler ama bürokratik bir sorunu aşabilmek için. Daha kolay vize alabilsinler, birlikte seyahat edebilsinler diye.
Bana gelince, benimki de bir zorunluluktu, Dubai’de herhangi bir hastanede evli olmadan doğum yapamıyorsun.
HAMİŞ: Duygu Asena bu meseleleri yıllarca yazdı durdu. Görüyorum ki, şimdi yeniden bir Duygu’ya ihtiyaç var. Bir sürü genç kadın, bir an önce evlenip, zengin koca kapmanın derdinde. Çok üzülüyorum.
Paylaş