Peki Nur artık neye inanıyor? - Ona göre beden sanal bir şey. Bir tür elbise. Esas olan içimizdeki enerji. İnsanların gözünde hep onu görmeye çalışıyor.
- Artık hiçbir şeyden korkmuyor. Hele ölümden hiç. Her an hayatın tadını çıkarmaya çalışıyor. İstemediği hiçbir şeyi de yapmıyor. Hayatın bize bahşedilen bir ödül olduğunu biliyor.
Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU
NUR ERDEN KİMDİR? SIKI bir iş kadını. Ankara TED mezunu, ardından Hacettepe’de okumuş, sonra ver elini New York University (NYU). Türkiye’ye dönünce bir süre halkla ilişkiler sektöründe çalışıyor, ardından MÜSİAD’da danışmanlık yapıyor. Tam 17 yıl, İBF International Business Forum ve MÜSİAD Uluslararası Fuarlarının koordinatörlüğü yürütüyor. Şu anda Vega Elektronik, Bilişim, Yazılım şirketinin genel müdürü olarak sağlık sektörü yazılımlarıyla ilgili çalışıyor. Konuşurken insanın gözünün içine bakıyor. Yaşamayı çok seviyor.
Her zaman rüzgâr alıyor.
Hikâyemizin kahramanı Nur işte bu evde oturuyor.
O gece de, şiddetli bir lodos var.
Nur kombiyi yakıyor.
O üst katta uyuyor, kızı Sim ve yardımcıları Necla alt katta.
*
Hiçbir özelliği olmayan normal, sıradan bir gece.
Yani onlar öyle zannediyor.
Sabaha karşı 5.
Nur müthiş bir mide bulantısı ve baş ağrısıyla uyanıyor.
Başı çatlayacak gibi.
Öyle böyle değil.
Kendinde de değil, ne olduğunun da farkında değil.
Kusuyor ve sonra sürünerek alt kata iniyor.
Bir de ne görsün!
Kızı Sim ve yardımcıları Nurcan da aynı durumda.
Bir acayiplik var ama ne...
Düşünmeye çalışıyor...
“Bize ne oldu? Üçümüze birden bir şey oldu ama ne?”
Aşamayacakları bir yorgunluk baskısı var üzerlerinde ve tarifi olmayan bir uyuma isteği...
Duruyor ve sesinin çıktığı kadarıyla: “Kızlar, biz ölüyoruz!” diyor.
Duruyor.
“Yediğimiz bir şeyden mi zehirlendik? Papağanı veterinere götürmüştük, orada mikrop mu kaptık acaba?”
Kızların cevap verecek halleri bile yok. Ölüyorlar ama niye... Sebep ne... Sonra her nasılsa...
Nur’un içine hayal meyal bir şüphe düşüyor, “Yoksa kombi mi? Galiba kombi. Koku da yok ama galiba zehirleniyoruz. Üst kata çıkıp, banyoya gitmem lazım. O boru rüzgârda ters döndü, evin içine yayılıyor gaz...”
Son bir gayretle emekleyerek merdivenleri çıkıyor, banyoya gidiyor, duvarlara tutuna tutuna ayağa kalkıyor, çok zorlanıyor ama boruyu dışarı vermeyi başarıyor.
Ve sonra banyonun dışındaki sarı kanepeye yığılıp kalıyor.
*
Ondan sonrasını dilerseniz kendisinden dinleyelim:
“Ben ölüme giden o yola girdim. Sakın bunun kötü ve ürkütücü olduğunu zannetmeyin. Hayatım boyunca yaşadığım en müthiş şeydi. Gri bir bulutun içinde döne döne yükseldim. İşte şimdi, tavanın bir köşesindeydim ve aşağıya kendi bedenime bakıyordum. Nasıl bir mutluluk, nasıl bir özgürlük duygusu, nasıl bir hafiflik... Anlatması zor. Aşk gibi insana coşku veren bir şey. Sanki uzun zamandır beklediğin bir seyahate çıkıyorsun gibi. Ben yatılı okudum, hafta sonları eve, yuvaya dönmek diye bir şey vardır, sevdiklerine kavuşursun, öyle bir his işte. Hiç de öyle bütün hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmedi. Sadece ‘Ölüm bize anlatıldığı gibi korkunç bir şey değilmiş’ dedim. Ve tuhaf, bunları düşünen zihnim değildi, ruh mu dersin yoksa içimizdeki enerji mi, artık ne dersen de oydu. Sonra birden annem geldi aklıma, ‘Kızım şofbenden zehirlendi’ diye kahrolacak, keşke ona bir not yazabilsem diye düşündüm, keşke ‘Anne, hiç olmadığım kadar mutluyum, beni merak etme sakın, nasıl olsa buluşacağız orada’ diyebilsem. Kafayı yemiş bir insan intiba vermek istemiyorum ama ben ölüme giden o yola girdim ve hiç kötü şeyler yaşamadım. Allah da bizi severek, özenerek yaratmış, acı vermiyor...
*
Sonra...
Nur, bu ruh haliyle sarhoş olmuşken birden aklına kızı geliyor.
Sim...
O da aşağıda baygın yatıyor...
Ona ne olacak?
Ve o anda onu ölüme terk edemeyeceğine, ondan ayrılamayacağına, onu bırakamayacağına karar veriyor...
Ve her nasılsa o anda bedenine geri dönmeyi başarıyor...
Nur o anı şöyle açıklıyor:
“Gitmemeyi ben mi seçtim, yoksa gitmemek kaderim miydi bilmiyorum. Bildiğim tekrar bedenime girebildiğim.”
Zorlanarak da olsa yerde sürünerek balkon kapısına ulaşıyor.
Kapıyı açtığında denizden gelen sert rüzgâr yüzüne çarpıyor.
Bir süre sonra da bir yakınına “Yetiş ölüyoruz!” diye telefon ediyor. Ambulans geliyor, hastaneye götürülüyorlar.
Allah’tan hastane 5 dakika uzaklıkta. 9 saat oksijen veriyorlar. Bugün üçü de hayatta...