Paylaş
Ölü Ozanlar Derneği’ni sevmeyen yok. Robin Williams’ın efsane rolünü de... O rolü oynamak sizi ne kadar heyecanlandırıyor?
- Çoook. Aşağı yukarı beş yıldır sahneye çıkmıyorum, oysa benim hayatım sahne! Tiyatrocu bir aileden geliyorum. Bir düşkünlüğüm var. Hakan Altıner bu rolü teklif ettiği zaman film gözümün önüne geldi. Kısa bir tereddüt geçirdim. Çünkü sinema daha imkânlı. Ama Hakan’la da daha önce çalıştığım için ne kadar yetenekli olduğunu biliyorum, iyi bir şey çıkmayacağını düşünse hayatta bu işe kalkışmazdı.
İçinize sindi yani...
- Hem de nasıl! Hakikaten çok akıllıca kısaltılmış, derlenmiş, toparlanmış. Hatta bazı sahneleri bana filmden daha vurucu geldi. Oynadıkça, içine girdikçe daha da çok sevdim.
Oynadığınız rolle gerçek hayatınız da çakışıyor. Siz de öğretmensiniz, hem de 45 yıldır...
- Aynen öyle! Çok genç yaşta öğretmen oldum, hâlâ öğretmenlik yapıyorum. Hayatta en önem verdiğim şey eğitim. Biliyorsunuz Arsen Gürzap ve bazı arkadaşlarımızla kurduğumuz ‘Diyalog’ diye bir okulumuz var, 26’ncı yılını dolduruyor. İnsan yetiştirmek kadar müthiş bir şey yok. Ayrıca sadece gençler bizden bir şeyler öğrenmiyor, biz de onlardan öğreniyoruz. Diyeceğim, bu oyunu ve rolü önemsiyorum, son beş yılın açığını kapatmaya çalışıyorum.
Beş yıl neden her şeye ara verdiniz?
- Bir perde kapatma durumu söz konusu oldu. Partnerim olan hanımefendi yüzünden... Bu da beni çok sarstı, uzun bir süre kendime gelemedim. Çünkü benim kitabımda perde kapatmak yazmaz, bana yakışmaz!
Nurseli İdiz’le olan meseleden söz ediyorsunuz değil mi?
- Evet. Mahkemelik olduk. Bir oyuncu için perde kapatmak feci bir şey.
Siz de her şeye küstünüz yani...
- Çünkü çok zarar ettim. Ben zengin değil, emeğiyle para kazanan biriyim. Turneler ayarlanmıştı. Hiçbirini yapamadık. Elazığ’da daha önce deprem olduğu için iptal etmiştik; ikinci kere gittik, bu sefer de bu hanımefendinin sorumsuzluğu yüzünden iptal oldu. Orada bir basın toplantısı yaptım, “Benim hiçbir dahlim yok!” diye. Ama olan olmuştu, ondan sonraki yedi-sekiz oyun da gerçekleşmeyince ben battım.
Kendinize de kızıyorsunuz?
- Evet. Çünkü beni uyardılar, dinlemedim. O hanımefendiyi, kuyunun dibinden çıkardım. Ve o hiçbir sebep yokken, maddi manevi, her şeyin en iyisi kendisine sağlanırken, bana sırtımdan öyle bir vurdu ki kuyunun içine ben düştüm. Ama davayı kazandım çünkü sözleşme var. Neyse geçti, gitti... Ama tabii bana iyi bir ders oldu.
Şimdiki ekip nasıl?
- Harika! Konservatuvardan gençlerle oynuyorum. Bizim okulumuz Diyalog’dan da dört-beş öğrenci var. Hepsi çok çalışkan. Hakan da çok iyi yönetti.
Bu oyunu bu dönem seçmenizin özel bir sebebi var mı?
- Elbette! Şu anda düşüncelerimizi özgürce ifade edemediğimiz bir ülkede yaşıyoruz, bunun altını çizmek istedik. Bir de tabii, oyunumuz eğitim sisteminin bir eleştirisi. Ben bundan 35 yıl önce Ankara Devlet Konservatuvarı’nda hocaydım. Sınava giren gençlere sorular soruyorduk, genel kültür üzerine, tiyatro, her şey üzerine... Ben o zaman gidişatı fark etmiştim, “Türkiye, işini gücünü bırakmalı, bütün ağırlığını eğitime vermeli. Çünkü eğitim hızla aşağı doğru iniyor!” demiştim. Öğrencilerden anlıyorsunuz. Kaliteli hocaların yetişmesi gerekiyor.
Şimdi?
- Şimdi durum daha da feci. Eğitim de sanat da yerlerde sürünüyor! Oyunda bunun da eleştirisi var. Israrla ‘sanat’ diyoruz, ‘kültür’ diyoruz. Bakın zengin olabilirsiniz ama para, cebin vitaminidir. Sanatsa aklın. Gençleri sanatla, sporla beslemek gerek. İstanbul’da bir opera binamız bile yok. Olacak şey mi? Tiran’a gitseniz, “Bizim İstanbul’un göbeğinde Taksim’de bir operamız vardı ama orası çalışmıyor kapalı, başka da bir yer yok şu anda!” deseniz alay ediyorsunuz zannederler. Londra’dan, Paris’ten değil Tiran’dan söz ediyorum. Muhsin Ertuğrul, Cüneyt Gökçer, Haldun Dormen hepsi hocalarımız... Bu ülkede tiyatroyu yerleştirmek için çırpındılar. Ama olmadı. Anadolu çapında yaygınlaştıramadık bir türlü. Yine de gençlerin de hakkını teslim etmek lazım. İstanbul’da o kadar çok genç, tiyatro ve sanat yapıyor ki ve o kadar değerliler ki olmayacak odalarda tiyatro yapıyorlar. Onlara ben ‘tiyatro kahramanları’ diyorum.
İNANÇ KADAR BİLİM DE SANAT DA ÖNEMLİ
Bu oyunda gençlere, “Baskılara aldırmayın, özgürlüğünüze, kişiliğinize sahip çıkın” mı demek istediniz?
- Evet. Bu oyun, güzellik, hakikat diyor, adalet diyor, ahlak diyor ve özgürlük diyor.
’Tiyatro öldü!’ mü gerçekten?
- Tiyatro ölmez. Ama ne yazık ki, Batı’da da televizyon yüzünden yeteri kadar oyun yazılmıyor. Bizde de 60’ların oyunları yok mesela. Bu arada, tiyatronun doğduğu yer, bu topraklar. Burada ölse bile, İngiltere’de, Fransa’da ölmez. Çünkü tiyatro, uygarlığın bir parçası.
Artan yüzeyselleşme moralinizi bozmuyor mu?
- Hem de nasıl! Perişanım. Ben bu ülkede tiyatronun güzel zamanlarını yaşadım. Çok güzel oyunlar oynadım. Çok kaliteli öğrencilere öğretmenlik yaptım. Şu anda hepsi ünlü oyuncular. Ama içim cız ediyor çünkü gidişat iyi değil.
Bu iktidarda sanat sizce ne kadar darbe aldı?
- Bir kere Devlet Tiyatrosu’nun kapanması söz konusu oldu. Olacak şey değil! Özel tiyatroların da ne sıkıntılar çektiğini biliyorum. Ama Devlet Tiyatrosu’nun kapanması söz konusu olduğu zaman mateme girdim.
Neyse ki gençler yetişiyor.
- Evet, ben de gençlere güveniyorum, umudum onlar. Ama bakın o gençlerin çoğu nerede tiyatro yapıyor? 30-40 kişilik abuk sabuk yerlerde. Tiyatro illüzyondur, ışık lazım, dekor lazım, bunun için de para lazım. Gençler nereden bulsun? Devletin ya da pek çok Batı ülkesinde olduğu gibi vakıfların vermesi gerek. Ama devletin ilgilendiği bile yok. İçler acısı bir durum...
Oyununuzun sponsoru var mı?
- Hiçbir şeyi yok. Galiba tiyatro sevilmiyor Türkiye’de. Bilmiyorum niye. Yaratıcılık da sevilmiyor, ben öyle görüyorum. Ama tabii sanatla başa çıkabilmek mümkün değil. Çünkü sanat söyler. Karikatürle başa çıkabilir misiniz? İstediğiniz cezayı verin, birinin çizmesini engellersiniz, öbürü çizer. Demokrasi tiyatrosuz, sanatsız olmaz. Hep ikisi bir arada olmuş. Ve uygarlık da o zaman gelmiş. Biz işte onu bir türlü yakalayamıyoruz.
Pazartesi akşamı kaçta bekliyorsunuz izleyicilerinizi?
- Sekiz buçukta.
Paylaş