Paylaş
Patlayan bombalar, ölen masum insanlar, dünyanın en büyük acıları, kayıpları, şaşkınlık, şok, gözyaşı, infial, isyan, korku, kızgınlık, nefret...
Doruklara çıkan kutuplaşma... Çaresizlik... İhbar gelmesine rağmen önlem alınmamasına...
İnanamıyorum, bir gün içinde olup bitenlere, gündemin nasıl bu kadar hızlı değişebilmesine...
Bir güne bu kadar acı sığabilmesine...
Ve bütün bunları nasıl göğüslediğimize...
İnanamıyorum.
Ama işte hepimiz yaşıyoruz bu coğrafyada...
Ve şunu biliyoruz, hepimiz Atatürk Havalimanı’nda hayatını kaybeden o insanlardan biri olabilirdik.
Artık böyle.
Her an, her yerde başımıza her şey gelebilir.
Artık böyle bir gerçekle yaşıyoruz.
Bildiğim tek şey, “Öyleydi, böyleydi!” demenin, onu bunu suçlamanın, hamaset edebiyatı yapmanın, nefret tweet’leri atmanın hiçbir faydası yok.
Çünkü değişen hiçbir şey olmuyor.
Öyle bir an gelecek ki, devam edecek gücümüz kalmayacak, işte belki o zaman bir şeyler değişir...
Ölenlere rahmet, yakınlarına sabır diliyorum...
İnşallah bir daha böyle bir felaket hiç yaşanmaz!
OYUNCU PELİN ÇALIŞKANOĞLU BİR IŞIK ELÇİSİ
'SESLERİ KARANLIKTA KAYBOLANLARA IŞIK OLUYORUZ'
KÖTÜ haberlerin üst üste yığıldığı bugünlerde, insana Pelin Çalışkanoğlu ilaç gibi geliyor! Umut verici geliyor!
Pelin hayata, uyuşturucu kullanan, alkolik bir annenin çocuğu olarak geliyor. Annesi bir arabada yaşıyor. Koruyucu ailesi onu Fenerbahçe Parkı’nda çimlerin üzerinde buluyor. Takdir edersiniz ki, zor bir başlangıç. Ama Pelin karşısına çıkan bütün olumsuzlukları pozitife çevirmeyi başarıyor. Müthiş bir başarı öyküsü onunki!
Şimdi de sesleri karanlıkta kaybolan kendisi gibi çocuklara, gençlere ışık olmaya çalışıyor.
- Annenin biyolojik annen olmadığını ne zaman öğrendin?
- 6 yaşında, pedagog eşliğinde durumu açıklamışlar. Ama ben hatırlamıyorum bile. İkinci denemeleri 11 yaşında oldu. Bak, onu hatırlıyorum. Şok yaşadım! Ama olağanüstü bir ailem var, bu kadar koşulsuz bir sevgi çemberi içinde insan kendini ne kadar yalnız hissedebilir ki! Zor ve yorucu bir süreç oldu ama üstesinden geldim...
- Biyolojik annene karşı ne hissediyorsun?
- Önce kızdım. Ama sonra üzüldüm. Onun adına. Sonuçta o da bir anne ve böyle olmasını eminim ki istemezdi...
- “Neden uyuşturucu kullanan bir alkolik tarafından dünyaya getirildim! Neden ben?” diyor mu insan?...
- Demez mi? Bitmez tükenmez sorgulamalar yaşıyorsun. Özellikle küçükken. Ama hiçbir zaman utanç kaynağı olmadı biyolojik annem. O da netice de belli travmalar yaşamış, erken yaşta evlendirilmiş, şiddete maruz kalmış bir kadın. Geçmişinizi en ince detayına kadar merak ediyorsunuz. Koruyucu ailemin, hikâyemi hiç saklamadan anlatması birçok soru işaretini de yok etti. Onların gösterdikleri sabır ve sevgi, içimdeki bütün fırtınaların dinmesine sebep oldu...
- Biyolojik anneni öz annen gibi hissedebildin mi?
- Hayır. Hayatınızda sayılı kere gördüğünüz birine karşı böyle bir duygu beslemek imkânsız...
- Uyuşturucu kullandığı ve alkolik olduğu için kız kardeşin de engelli doğdu. Bu ne hissettirdi?
- Ona en büyük kızgınlığım kardeşimden dolayıdır. Ama artık ne kadar kızsam da olan olmuş bir kere. Sonuç hiçbir zaman değişmeyecek. Yıllar sonra anladım ki ona olan kızmak sadece bana zarar veriyor. İşte o zaman bütün kızgınlıklarımı geride bıraktım.
- Peki bütün bu duyguları nasıl aştın?
- Sevginin gücüne çok inanıyorum. İyileştirici ve geliştirici bir etkisi var benim yaşantımda. Önce kabullenmeyle başladım her şeyi. Daha sonra da kendimi sevmeyi öğrendim. Ben kendimi sevdikçe gelişiyor ve değişiyordum. 28 yaşındayım ve hayatımda neredeyse geçmiş yaşantımla ilgili bütün çatışmalarım bitmiş durumda!
- Ne kadar çetin bir iç muharebeydi yaşadığın?
- Önümde çok fazla seçeneğim yoktu aslında. Ya geçmişimin bunalımına girip, bütün hayatımı cevaplarını hiçbir zaman tam alamayacağım sorularla geçirip, yitirilmiş bir birey olacaktım ya da önüme bakıp, “Daha iyisini nasıl yapabilirim?” diye hikâyeme yeni başarı öyküleri katacaktım. Ben ikincisini tercih ettim. Geçmişim benim için iyi bir öğretici oldu. Ama ben her zaman gelecekle ilgilendim...
- Bütün bunları bugün normal anlatabiliyorsun... Bunda en büyük pay kimin?
- Tabii ki koruyucu ailemin! Onlar olmasaydı asla başaramazdım. Bir parkın içinden alıp, ayaklarının üzerinde duran hem de sapasağlam duran bir birey haline getirdiler beni. Bence en büyük alkışı onlar hak ediyor!
- Kız kardeşinle aran nasıl?
- Benim için onun yeri apayrı! Aramızda çok kuvvetli bir sevgi bağı var. O benim en büyük gurur kaynağım. Zihinsel engelli ama kendini inanılmaz geliştirdi. Yıllarca, “Yapamaz, beceremez!” diyenlere inat, o da hızlı adımlarla bir birey olabilmek için ilerliyor...
- Biyolojik annenin-babanın durumu şu an ne?
- Baba, ben 2 yaşındayken denize girmiş ve bir daha çıkmamış. Anne ise çeşitli sağlık problemleriyle birlikte yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Ben de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum...
- Peki koruyucu ailen?
- Gerçek ailem onlar! Saatlerce anlatabilirim onları. Bugün dünyaya yeniden gelsem ve bana ailemi seçme şansı verseler, bir an bile düşünmeden yine onları seçerim. Muhteşem bir aileye sahibim! Babam mesela, öyle bir babaydı ki, son nefesinde bile, bana beni ne kadar çok sevdiğini söyledi. Abim, her koşulda ve şartta destektir. Bir ablam var ki, abla demek doğru olmaz, anne gibidir. Çok özeldir. Ve annem!... Aynı kandan olmadan, aynı candan olabilmeyi öğreten kadın. Her türlü sıkıntımda her zaman yanımda dağ gibi duran annem! 9 ay boyunca karnında değil ama hayatı boyunca yüreğinde beni büyüten kadın... Benim hayatımın başkahramanı!
SORUN ÖTEKİLEŞTİRME, ETİKETLEME
- Seninle benzer geçmişi olan çocuklar ne kadar acı çekiyor?
- Koruyucu ailelerdeki çocuklar veya evlat edinilen çocuklar aslında maddi olarak iyi şartlarda. Zaten sorunları maddi değil. Sorun, ötekileştirme. Bu çocuklara acıyarak ya da korkarak bakma, önyargılı davranma...
- Toplum ne kadar ve nasıl ötekileştiriyor?
- Toplumun her alanında, her kesiminde, koruma altında yetişen çocuk ve gençlere karşı inanılmaz bir etiketleme var. “Annem seninle evlenmemi istemiyor!” diyen de var, “Kızımı yuvadan Zehra’yla oturtmayın!” diyen de... Hatta kızına veya oğluna, “Yuvadan Zehra’yla, Ali’yle arkadaşlık yapma” diyen de. Malatya’da bir ilkokul müdürü, “Veliler, çocuklarınızı güvenle kaydedebilirsiniz. Bu yıl yuvadan çocuk almıyoruz!” yazmıştı okulun camına. Bir sendika da Türkiye’deki eğitimin sorunlarının en önemlilerinin arasına yurtta yetişenlerin eğitim sisteminde istihdam edilmesini koymuştu. Bu ve benzeri onlarca örnek, bu çocuk ve gençlerin ayrımcılığın objesi haline getirilmelerine neden oluyor. O zaman da o çocuklar hayata tutunamıyor...
- 2 milyon insan çocuk sahibi olamıyor ama...
- İki milyon insanın çocuk sahibi olamadığı biliniyor. Ama onlar, koruyucu aile olmak istese veya evlat edinse hemen toplumun ayrımcı mekanizmaları devreye giriyor: “Büyüsün de seni kessin mi?”, “Başına bela mı alacaksın?” “Anasından-babasından aktaracağı birçok olumsuz geni var” gibi... Halbuki, çocukların sorunlu davranışları yeterli ilgi ve sevgiyle düzeliyor. Hep olumsuzluk, hep olumsuzluk... Bu işin iyi yanlarını, güzelliklerini vurgulayan neredeyse hiç yok!
- Geçmişi senin gibi olup da geçmişinden asla bahsetmek istemeyenlere ne dersin?
- ‘Bence hayat geçmişe bakarak anlaşılır ama geleceğe doğru yaşanır.’ Böyle düşünüyorum. Kendi gerçeğimizi kabul etmek, geçmişimizle barışmak zorundayız. Saklamanın, gizlemenin kimseye faydası yok. Utanacak bir şey de yok. Benim geçmişimde başarı, umut, umutsuzluk, hayaller ve hayal kırıklıkları hepsi iç içe geçmiş durumda. Ama bunlar aslında beni güçlü kılıyor. Bir de ben, yaşamın bilgeliğinin kırık kalplerde gizli olduğuna inanıyorum. Bizim hikâyelerimiz özel, mutlu, direnişçi ve yaratıcı hikâyeler. Anlatalım ki, insanlar imkânsız diye bir şey olmadığını görsünler! Evet, hayat zor ama mücadele edersek ve sevgiden vazgeçmezsek, her şey mümkün!
YAŞAMIN BİLGELİĞİKORUYUCU AİLELİK
Koruyucu ailelik, yaşamın bilgeliği bence. Sevginin aşamayacağı hiçbir engelin olmadığını göstermek. Koruma altındaki çocukların hepsi birer zor çiçek. Ama bu zor çiçekler, emin olun, yeterli ilgi ve sevgiyle o kadar güzel açar ve kokarlar ki. Keşke herkes bu kokuları duyabilse, bu güzellikleri görebilse...
- Sizler “ışık elçileri” misiniz?
- Evet, öyleyiz. Benzer hayatları yaşayan ancak kendini bir şekilde ifade edemeyen, yalnız olduğunu düşünen gençlere, “Biz de sizin gibiyiz!” diyoruz. Ötekileştirenlere de “Bunu yapmayalım, yok aslında birbirimizden farkımız!” diyoruz. Biz, yalnız kendimiz için değil, tüm dünya için sevgi ekiyoruz. Umut ekiyoruz. Farklıklara saygı ekiyoruz. Sesleri karanlıkta kaybolanlara, kılavuz olmaya, ışık olmaya çalışıyoruz...
- Amaç, koruyucu aileleri yaygınlaştırmak mı?
- Evet, tam da bu! Yuvaların, çocukların gelişimlerine verdiği zararlar, neredeyse yüzyıldır tartışılıyor. Artık birçok ülke, yuva modelini terk etti. Bunun yerine aile ve toplum temelli çözümler geliştiriyor. Yoksulluktan dolayı, çocukları yuvalara almak yerine, biyolojik ailelerini olabildiğince desteklemek gerekiyor. Eğer yine de çocuk, koruma altına alınacaksa, personel eliyle değil, “koruyucu aile” eliyle olmalı. Dünya döndükçe bu durumda olan çocuklar olacağına göre, yapmamız gereken “koruyucu aile” modeli doğru bir şekilde anlamak ve yaygınlaştırmak. Benim hayat amacım tam bu!
Paylaş