Paylaş
Demesine de...
Sonra düşündüm...
“Ne konuşacağım?”
Evet, düzgün, efendi, pırlanta gibi biri...
Beğendiğim de bir televizyoncu...
Ama işte “ama”sı var...
Ne konuşacağım?
Bizim işimizde, birinin çok düzgün olması problem.
Hikaye çıkmıyor.
Biliyorum tuhaf bu söylediğim ama ilgi çekmesi için bir olay, bir farklılık, bir skandal olması gerekiyor.
Ya da yeni bir şey anlatması, çarpıcı bir şey olması...
Bu mesleğin çelişkisi de bu.
BİRİ 6 DİĞERİ 11 YAŞINDA
TV8, aynı anda Kaan Yakuphan’a da, “Röportaj ver” diyor, “Bu kanalın yüzüsün sen, basında daha fazla yer almalısın...”
“İyi de hangi konuda röportaj vereceğim?” diyor.
“Ne bileyim hobilerini-mobilerini anlat” diyorlar.
Kaan Yakuphan, hayatının öyle bir döneminde ki şöyle diyor:
“Ne hobisi? Vaktim mi var? Yaptığım tek şey 12 saat çalışmak, sonra eve gidip çocuklarımla olmak. Eski eşim geçen eylülden beri çocukları bana bıraktı, biri 6 biri 11 yaşında...”
FULL TIME BABA
TV8 bu konuşmayı bana aktarınca...
“İşte hikâye bu!” dedim.
Full time televizyoncu, full time baba.
Hoş geldin Babalar Günü röportajı...
House Cafe’de buluşuyoruz.
“Spor mu yapıyorsunuz?” diyorum, “Gayet fitsiniz.”
Müstehzi bir ifadeyle gülüyor: “Çocuk bakma sporu yapıyorum!”
Lafın gelişi değil...
O, iki çocuğuyla yaşıyor, o anne gibi bir baba, resmen hayatını onlara adamış, sabahın köründe kalkıyor, çocuklara kahvaltı hazırlıyor, şahane omletler yapıyor, sonra gidiyor onları uyandırıyor, yediriyor, giydiriyor, anaokuluna gidecek 6 yaşındaki kızı Eda’nın saçlarını tarıyor, tokalar takıyor, 08.10’da servise bindiriyor, oğlu Arda’yı ise 08.20’de...
Sonra koştur koştur, tıraş oluyor, duş alıyor ve kanalın yolunu tutuyor.
Bu sırada evde yardımcı filan yok, Yücel Abla saat 4’te geliyor, çocuklar okullarından döndüğünde onları karşılıyor.
SEVGİLİ MEVGİLİ YOK
Baba gelince, “Hadi bana eyvallah” diyor.
Çocuklar babalarının üzerine atlıyor, bütün gün olup biteni anlatıyorlar.
Ders yapıyorlar.
Yemek yiyorlar.
Baba, banyolarını yaptırıyor.
Dikkatinizi çekerim baba, bunların hepsini tek başına kotarıyor.
Bir kadının bile zorlanacağı şartların altından kalkıyor.
Ve sonra yorgun argın küt yatak.
Başka türlü ertesi gün kalkması, bu tempoya dayanması mümkün değil.
“Sevgili mevgili yok mu hayatınızda?” diyorum...
“Ne sevgilisi! Benim durumumdaki bir adamı kim ne yapsın!” diyor.
Ben anlattıklarından çok etkilendim.
Ve onu çok sevdim.
Bu Babalar Günü’nde onun öyküsünü sizinle paylaşmaya karar verdim.
* Sizinki nasıl bir aşktı?
- 93’te tanıştık, ikimiz de o dönem Star’daydık. Şebnem, hava durumunu sunuyordu. Koridorlarda karşılaşıyorduk. Aynı ortam, aynı
hava, bir elektrik oldu, birbirimize kapıldık. Üç sene sonra evlendik.
* Biz sizi hep çok düzgün, çok istikrarlı, adam gibi bir adam olarak tanıyoruz...
- Ya evet öyle...
* Nasıl yani? Ben iltifat ettiğimi düşünüyorum. İyi bir şey değil mi “istikrarlı” ve “düzgün” olmak.
- Bizim sektörde değil. Öyle olduğun zaman belli bir yerde kalıyorsun. Yükselemiyorsun. Standart adam oluyorsun. İyi ama çılgın değil! Haber olacak bir şeyin olmuyor, ne de olsa fazla düzgünsün. Haliyle gazete sayfalarını işgal edemiyorsun, edemeyince yeteri kadar popüler olamıyorsun...
* Siz, aksini mi tercih ederdiniz...
- Hayır, kastettiğim şu: Her gün başka bir kadınla dolaşsam ya da koluma farklı farklı mankenler taksam, daha popüler olurdum. Ama o, ben değilim. Ben işini iyi yapmaya çalışan bir adamım. Bu da bizim sektör için yeteri kadar ilginç değil. “Düzgün” ve “efendi” olmak çok önemli bir özellik değil...
* Acı ama doğru söylüyorsunuz, medya böyle... İçinizde bir sapık yaşamıyor yani!
- A valla orasını bilmiyorum, belki de yaşıyordur. Bir potansiyel var ama henüz çıkartan olmadı.
* Eski eşiniz Şebnem Arda’yla tanıştığınızda tecrübesiz bir erkek miydiniz?
- Tecrübe dediğin nedir ki? Şimdiye kadar hayatta karşına ne çıktı ve sen o karşına çıkanlarla ne yaşadın?
* Ama kalp kıran aşağılık bir adam değildiniz...
- Tabii ki değildim. Ben düzgün bir insanım, hayatımın hiçbir döneminde öyle bir adam olmadım. Biz üç sene birlikte olduk, sonra “Evlenmemiz gerekiyor” gibi bir durum oldu. Aileler-maileler. Evlendik.
* Vazgeçilmez bir aşk mıydı, ayaklarınızı yerden kesen bir şey mi?
- Şimdi ne söylesem haksızlık olur. Ona da haksızlık yapmak istemem. Tabii ki başta aşk-sevgi vardı. Ama evlendikten sonra yürümedi. Denedik denedik olmadı...
ÇOCUK DÜZELTİR SANDIK
* Kaç yıl?
- 12 yıl sürdü evlilik, 3 yıl de flört. Toplam 15, zorlaya zorlaya buraya kadar gelebildik.
* Peki yürümeyen bir evlilikte niye iki çocuk. Birincisi tamam ama ikincisi niye...
- Birincisini yaparsın, hayat devam eder. Sorunlar da olur. Ama bir şekilde ittirirsin, sürdürmek için uğraşırsın. Sonra, “Yok olmuyor” dersin, bir ay başka bir yerde yaşarsın, sonra tekrar karar verirsin ayrı da olmuyor, bir araya gelirsin. “Çocuk, evliliği kurtarır, devamını sağlar, ikinciyi de yapalım” diye bir şey var ya, kadınlar çok rağbet eder, Şebnem istedi, onu da denedik, ikinci çocuğumuz da oldu, iyi ki de oldu, dünya tatlısı bir kızımız var, fakat evlilik, yine yürümedi. Ve Şebnem bir gün aşkın bittiğini, yürümediğini kabul etti. Sonrası ayrılık.
* Haaa siz demediniz, o mu söyledi yani...
- Tabii tabii. O daha devam etse, ben ederdim. Mutlu-mutsuz önemi yok...
* Neden?
- E çünkü ben boşanmış bir anne-babanın çocuğuyum. Anne ve babadan ayrı olmanın ne demek olduğunu bilirim.
* Peki biraz didikleyelim: Eşinizi aldattınız mı?
- Yok, hayır yapmadım. Bu da salakça bir şey değil mi? Pek çok insan, “Adama bak be, 12 sene mutsuz yaşamış, ama karısını hiç aldatmamış!” diyor. Beni ahmaklıkla suçluyor. Belki de ahmağım. Ama aldatmadım. Şebnem, “Aramızda aşk kalmadı, ben de sana eskisi gibi hissetmiyorum” deyinceye kadar ona bağlıydım...
* Peki sizden ayrılmak istediğini söyleyince ne kadar üzüldünüz? Ne kadar içinizi oyuldu?
- E üzüldüm tabii ki. İnsan tuhaf bir iç hesaplaşmaya giriyor, sadece kendini değil, çocuklarını da düşünüyor. Hatta, onları daha fazla düşünüyor. Söylüyorum ben boşanmış bir ailenin çocuğuyum. Benim için aile birliği önemli. Önce, “Kurtarabilir miyiz?” dedim. Şebnem kararlıydı, “Hayır” dedi.
* Karınızı ben çok güzel bir kadın olarak hatırlıyorum, hâlâ öyle mi?
- Tabii tabii. Her zaman güzel bir kadındır. Ayrıca iyi insandır. Güzellik dışında da meziyetleri var.
* Belki de ayrılmak istemediniz ondan...
- Ben bir gel-git yaşadım ama o da yaşadı. Sonra ayrıldık.
* Onun iş hayatı ne oldu?
- Biz boşandıktan sonra dizi-mizi işleri başladı. Bir iki oynadı ama sürmedi. Ama o ısrar ediyor.
BAKAMAYINCA BANA GETİRDİ
* Çocuklar peki?
- İlk yıl çocuklar annedeydi. Normal olan da buydu. Ben de bu konuda katiyen savaşa filan girmedim. Ama bu senenin başında dedi ki, “Ben yapamıyorum...” “Peki ne olacak?” “Senin almanı istiyorum. Onlara benden iyi bakacağına adım gibi eminim” dedi.
* Siz bu arada nasıl bir babaydınız?
- Benim kendime iyi demem bir şey ifade etmez...
* Ama zaten annesi bile çocukları size emanet ediyorsa, çok iyi bir babasınız...
- Bilmiyorum artık. Eylül ayından beri çocuklarla birlikteyim. Full time televizyoncu, full time babayım...
EVDE SABAH TELAŞI
Yakuphan Ailesi’nde hayat erken başlıyor. Önce baba uyanıyor. Ardından Eda ve Arda’yı uyandırıyor. Kahvaltı masası zaten çoktan hazır... Yumurta pişirme seansına ise herkes el uzatıyor. Çocuklar servise bindikten sonra, Kaan Bey’in haber koşuşturmacası başlıyor...
- Sizin acilen âşık olmanız gerekiyor! - Kimseye bu kötülüğü yapamam...
* İki çocuğunuz da sizinle yaşıyor. Nasıl bir hayat anlatsanıza?
- Her sabah yedide kalkıyorum. Çocukların kahvaltısını hazırlıyorum. Üzerimde bir şort, bir kasket oluyor, sabahları öyle. Allah’tan becerikliyim mutfakta, hemen yumurta, omlet yapıyorum, o gün ne esiyorsa. Yedi buçukta onları uyandırıyorum: “Hadi bakalım, uykucular kalkın!” Kahvaltılarını yediriyorum, sonra giydiriyorum. Eda’nın saçını yapıyorum. O iş uzmanlık istiyor. Hangi yaşta olursa olsun kadın kadın, o gün nasıl bir ruh halinde uyandı, nasıl bir saç modeli istiyor, hangi tokalarını takacağız. Neyse ki, insan her şeyi öğreniyor. Bir de kızım neşeli bir çocuk, anaokulunda okuyor, bana da çok düşkün, hooop sekizi 10 geçe servise bindiriyorum...
* Oğlunuz?
- Arda da yedinci sınıfta okuyor, onunla da aramız çok iyi, onun servisi sekizi 20 geçe geliyor. İkisine de el sallıyorum, sonra eve giriyorum. Hızlıca tıraş, duş ve kendimi kanala atıyorum. Akşam dokuz buçuğa kadar işteyim. Ama dur unuttum, evden çıkmadan, “Akşama kıymalı makarna yapalım Yücel Abla” diye buzdolabının üzerine not yapıştırıyorum ya da o gün ne pişirmesini istiyorsam... Buzluktaki kıymayı da çıkarıp çözülsün diye alta geçiriyorum...
* Yücel Abla kim?
- Yardımcımız. Her gün dörtte geliyor. Eda beş kırkbeşte evde oluyor, oğlan da altı buçuk yediye doğru. Yücel Abla onlar eve geldiğinde evde oluyor, bu arada ütü- çamaşır gibi işleri hallediyor.
* Siz ne zaman eve geliyorsunuz?
- Dokuz buçukta. Ben kapıdan girerken, Yücel Abla “İyi akşamlar” diyor.
10 BUÇUKTA UYUYORUZ
* Ve televizyoncu rolünüz bitiyor...
- Hem de nasıl. O andan itibaren evde televizyon filan da izlemiyoruz. Tam zamanlı baba oluyorum.
* N’apıyorsunuz?
- Ne mi yapıyorum? Onlar yemeklerini yemiş oluyorlar, ben onlara meyve hazırlıyorum, onlar meyvelerini yerken ben ayaküstü akşam yemeğimi yiyorum. Sohbet ediyoruz. Onlar bana günü anlatıyor. Eda bıcır bıcır zaten, o arkadaşıyla öyle olmuş, bu arkadaşıyla böyle olmuş. Arda daha ağırbaşlı. Bir saat filan sonra uyku vakti...
* Siz yatırıyorsunuz...
- E tabii kim yapacak. Zaten ben de onlarla yatıyorum. Pilim bitmiş oluyor. Önce Arda’yı, öpüyorum “İyi uykular” diyorum. Sonra Eda’yı uyuturken ben de uyuyakalıyorum. Sıkıcıyım değil mi? 10 buçukta uyuyan bir adam. Ama başka türlü bu tempoya dayanamam.
* Sizin acilen âşık olmanız gerekiyor!
- Kimseye bu kötülüğü yapamam...
* Neden?
- E sadece cumartesi akşamları bana ait. Cumartesi öğlen çocukları annelerine götürüyorum. Ondan sonra evin haftalık alışverişini yapıyorum. Çok romantik değil biliyorum. Ama fiilen hayatım böyle. Bütün haftayı planlamam gerekiyor. Bir kadın, benim gibi bir adamı ne yapsın?
* Niye öyle söylüyorsunuz...
- Bir cumartesi akşamı var, hem yemek yiyeceğiz, hem sevişeceğiz. Her şey bir akşama sığıyor, sonra hop ertesi gün çocukları almam gerekiyor.
* Aslında bir taraftan da muhteşem bir şey... Siz aynı zamanda bir annesiniz...
- Tabii ki bir annenin yerini tutamam ama bir annenin bile yaparken zorlanacağı şeyleri yapabiliyorum. Uzun karışık şaçları taramanın bir usulü olduğunu eskiden bilmiyordum, şimdi biliyorum. Sabırla her şeyi öğreniyorum. Bir erkek yapabilir miymiş bunları? Evet. Peki zorlanıyor muyum? Ona da evet. Ama oluyor.
* Çocuklar memnun mu?
- Valla cumartesi de birlikte olmadığımız için şikâyet ediyorlar.
* Peki size hafta için lojistik destek veren filan kimse yok mu?
- İstanbul’da tekim. İzmirliyim. TRT ile çıktım İzmir’den, sonra Ankara, derken Star’ın ilk zamanları Almanya. Sonra Şebnem’le evlendik, burada hemen hemen kimsem yok. Lojistik destek filan yok yani.
* Peki kadınlar sizinle beraber olmak için can atmıyorlar mı?
- Ne gibi?
* E hoş bir erkeksiniz...
- Sağol da tek taraflı bir şey değil ki bu. Benim de istemem gerekiyor...
* Siz yoksa hâlâ karınıza âşık mısınız?
- Hayır.
* Siz onu geri mi istiyorsunuz?
- Ne alakası var, ama sadece cumartesi akşamı kime yeter? Tut ki sevgilim oldu...
* Evet bir hafta cumartesi akşam buluştunuz, sonra bir sonraki cumartesi, sonra çocuklarla tanıştıracaksınız, sonra da belki sizin evinizde yaşayacak, ne var yani...
- Benim artık ikinci bir hata yapma şansım yok. Çocukların başına bir sevgili getirip, “Bu sizin cici anneniz...” diyemem ki...
* Evlenmeniz gerekmiyor, çocuklarla iyi anlaşırsa, niye sevgiliniz olarak kalamıyor...
- Bu ülkede işler böyle yürümüyor. Sadece cumartesileri için birilerini bağlamak ve onu üzmek de beni korkutuyor. Böyle bir sorumluluk alamam.
* Sizin burcunuz ne?
- Başak. Kötü değil mi?
* Niye kötü?
- Düzenli, tertipli. Her şeyi hesaplayan, mantıklı bir burç...
* E ne güzel...
- Ama işte çılgın değil. İnsanlar çılgın, tutarsız, ne yapacağı belli olmayan tipleri heyecan verici buluyor.
* Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz!
- Yok hayır.
* Bence sizin kendinizi biraz bırakmanız gerekiyor...
- Nasıl bırakacağım sen bana yol göster! Cumartesi öğleden sonradan pazar akşam üzerine kadar 24 saatlik sürem var. Her şeyi bu kadar az zamana nasıl sığdırayım? Hem aşk yaşayıp, hem gelecek haftanın planlamasını koordine edemem. Ben kendime dedim ki “Eda 18 olana kadar bu böyle gider...”
* Siz kaç olacaksınız Eda 18 olduğunda?
- 55. 12 yılım var yani.
* Siz normal misiniz!
- Çocuk yetiştirmek sorumluluk istiyor. Bu sorumluluğu almışsan, adam gibi yapacaksın.
* Peki anneniz filan “Kaancım sana yardım edeyim, el vereyim” demiyor mu?
- Böyle bir şey olduğunda kimse yardım edemez. Herkes, “Ne yapabiliriz, ne edebiliriz, gelelim, edelim” der ama gelse ne olacak.
* Eski eşiniz hiç rahatsızlık duymuyor mu?
- Neden?
* Bütün bu durumdan...
- Yooo. “Koşullar uygun olursa alabilirim çocukları” gibi şeyler söylüyor ama bunların hiçbiri gerçekçi değil. O da istiyordur onlarla birlikte yaşamak ama olamıyorsa ne yapsın...
* Açıklaması: “Sen daha fazla para kazanıyorsun” mu?
- Evet. Biraz da “Ben yapamıyorum, sen yaparsın...” Valla, benim gerçeğim bu. Koşulları değiştiremiyorsan kendi gerçeğini kabul edeceksin. Tabii itiraf da ediyorum, manevi tatmini müthiş. Çocuklarımla çok yakınım, pek çok babanın olmadığı, olamayacağı kadar. Oğlum, bir süre önce beni gece uyandırdı, “Baba buluğ oldum” dedi. Nasıl hoşuma gitti anlatamam. “Hadi koş çamaşırını değiştir ve uyu, seni çok tebrik ediyorum” dedim. Her şeyi konuşabiliyoruz onunla. Kızım ne kadar bana açık olacak bilmiyorum ama çok çok yakınız üçümüz. Bu da aslında piyango gibi bir şey. Çocuklarımla bir anne kadar yakın olabilme şansım var.
* Eski eşinizi aradığınız oluyor mu?
- Yok özel olarak konuşmuyoruz, sadece çocuklarla ilgili meselelerde.
YAPABİLECEĞİMİ BİLİYORDU
* Size müteşekkür değil mi? Yoksa tüm bunları normal mi kabul ediyor...
- Bence normal kabul ediyor. Biz birlikte yaşarken de ben gönüllü olarak sabah kalkar Arda’nın kahvaltısını hazırlardım. Evde ayrıca yardımcımız da vardı, ona rağmen. Bunun özel bir paylaşım olduğunu düşündüğüm için yapıyordum. O benim nelere yetişebileceğimi iyi bilir, o yüzden çocukları bana verdi. Bana güveniyor, haksız da değil, çocuklar emin ellerde.
* En çok ne zorluyor?
- Bir sürü şeyi aynı anda düşünmek. Bu daha çok kadınlara ait bir özellikmiş. Sonradan anladım onların hayatlarının ne kadar zor olduğunu. Diyelim ki işteyim, siyasi bir olayla ilgili bir şey yazıyorum ya da konuk ayarlamaya çalışıyorum, birden “Eda’nın şu işini halletmek lazım, Arda’nın da bu işini” diyorum. Erkekler daha çok işleriyle meşgulmüş, kadınlar her şeyi düşünmek zorunda. Ama ben süpermen filan değilim, pekâlâ ben yapabildiğime göre diğer erkekler de yapabilir...
* Niye yapmıyorlar?
- İşlerine gelmiyor da ondan!..
Paylaş