Paylaş
Özellikle yazı çiziyle haşır neşir olanlar.
Yeni ve farklı şeyler söylemenin ve üretmenin derdindeyiz.
Deliler gibi debeleniyoruz.
Her an değişen “zaman”ı yakalamaya çalışıyoruz.
İşte bu adam “yeni”.
Çoğumuza, yaptığımız şeylerin ne kadar “demode” olduğunu gözümüze sokacak kadar yeni...
Murat Menteş beni büyüledi.
Romanlarıyla da, anlattıklarıyla da...
Hayata ve edebiyata bakışıyla da...
Bu aralar kahramanım.
Pazar günü başlayan röportajı bugün ve yarın devam edecek.
Sağda solda hakkında yapılan yorumlara bakıyorum da...
Kıskançlık tavan yapmış.
Saldıran saldırana...
Ama tespitlerine, yorumlarına ayılıp bayılanlar da bir o kadar çok...
Bu işler böyle, arası yok.
Ya çok seviyorlar, yere göğe koyamıyorlar ya da gömmeye çalışıyorlar.
Siz siz olun, kararı kendiniz verin.
Murat Menteş ismini not edin, gidip bir “Ruhi Mücerret” alın ve o baş döndürücü romanın satırları arasında kaybolun...
“Ruhi Mücerret”ten bu kadar heyecan duyunca, internete girip araştırdım sizi biraz. Hakkınızda biyografi neredeyse yok. Hayatınızı anlatmaktan hoşlanmıyor musunuz?
- Tabii ki hoşlanmıyorum. Şimdiki aklım olsa, Rodney Whitaker gibi takma isimle yazardım. O, Trevanian imzasıyla yazdı kitaplarını. Şibumi’nin yazarı. İnsanlar birbirlerini didikleyip tüketiyorlar. Diyelim fırından enfes bir pide aldınız. “Kim yapmış bu pideyi? Derhal onu tanımalı, hakkında her şeyi öğrenmeliyim!” demezsiniz. Fakat yazarlar nedense fazla merak ediliyor...
Kadıköy’de bir kitabeviniz mi vardı? Ve saçlarınız gerçekten omuzlarınıza kadar uzun muydu?
- Evet, “Mucizeler Dükkânı” adlı bir yer açmıştım. Jorge Amado’nun bir romanının adıdır. Çok gençtim. Saçlar da kendiliğinden uzamıştı.
Hâlâ gençsiniz, 38 yaşındasınız ama üç oğlunuz var. 12 yaşında olan ikizler, ilk romanlarını yazmış bile. Yazmak, sizde bir “aile geleneği” mi?
- Babam şiir yazardı. Hatta onları besteler ve bağlamasıyla çalıp söylerdi. Orhan Gencebay ve Mahzuni hayranıydı. Ben de öyleyim. İkizlerimiz birer çocuk romanı yazdılar, evet. Fakat ikisi de yazar olmayı düşünmüyor. Alain de Botton, “Çocuklarınızın mutlu olmadığını, yazar olmak istemelerinden anlayabilirsiniz” der. Sanırım bizimkiler hallerinden memnun.
Oğlanlar, Türkiye’deki çoğu profesörden daha mı çok kitap okudu...
- Geçen gün, ikizlerden Kaan, elime bir liste tutuşturdu: “Baba, şu kitapları al”. Dedim ki, “Kitaplığına bir bakalım, okumadığın harika romanlar vardır, önce onları bitir”. Baktık. 500’e yakın kitap var ve hangisini sorsam okumuş! İyi bir okuyucu, yılda 70-80 kitap okur. Merak ediyorum, ülkemizde kaç kişi bu sayıyı tutturuyor?
POLİTİK MUHAFAZAKÂR DEĞİLİM
Sizin gerçek okurunuz kim? Bir “muhafazakâr” için, fazla “modern” değil misiniz?
- Politik anlamda muhafazakâr değilim. Attilâ İlhan, bir keresinde “Hep, tanıdıklarımızın bizi okuduğunu zannederiz. Oysa asıl okurlarımız, çok uzaklarda yaşayan, bizim hiç tanımadığımız, bilmediğimiz insanlardır” demişti. Sanırım benim okurlarım da, Attilâ İlhan’ınkiler gibi uzaktalar. Nobelli V.S. Naipul’un bir sözü var: “Ben öyle bir yazarım ki, herkes, beni, başkalarının okuduğunu düşünüyor.” Naipul’a hiçbir bakımdan benzemediğimi umuyorum. Okurlarımın, benden çok daha zeki kişiler olduklarını düşünürüm. Okumak, zahmetli bir iştir. Okumayı herkes sevemez. Orta Afrika’da, 1960’larda, Batılı eğitmenler, kabilelere ders veriyormuş. Eğitime yeni katılan bir kabileye, diğerlerine yetişsinler diye biraz daha yoğun bir okuma programı uygulamışlar. Ve beş yerli, beyin kanaması geçirip ölmüş.
Her şeyi kitaplardan öğrenmiş gibisiniz. Konuşurken de sürekli alıntılar yapıyorsunuz, neden?
- Meslek hastalığı! Bence hayatımıza, romanlardan sahneler uyarlamalıyız. Avrupa medeniyeti, romanlardan uyarlanmıştır mesela. Dindarlık da böyledir. Kuran’ı okursun ve oradan hayatına sözler, sahneler aktarırsın...
Başörtülüler bir restorana girecekleri zaman bir saniyeliğine de olsa tereddüt ederler
‘Öteki Y’ kuşağıyla konuştunuz. Neden Gezi, dindar Y kuşağını dışlamış ben anlamadım, neden öyle hissediyorlar?
- Başörtülü kızların, Gezi gibi karma bir oluşumdan davet beklediği sanıldı. Öyle değil. Sadece kendi fakültelerindeki, ‘Gezici’ arkadaşlarının dışlayıcı tutumlarından şikâyet ediyorlardı. Buna, “Mağdur edebiyatı” deyip geçmek olmaz. Başörtülüler, bir restorana girecekleri zaman, bir saniyeliğine de olsa tereddüt ederler. Okulda, hocaya soru sorarken duraksarlar. Biz, toplum olarak başörtülülere ve genel olarak tüm kadınlara doğru, iyi ve güzel davranmakta yetersiziz.
Erotik türküye kulak tıkamak
Cinselliği ciddi bir şekilde konuşmayı denediğinizde, çoğu kimse kızıyor. Halbuki günlük konuşmalar hep cinsel göndermelerle dolu. Hazza alerjimiz var. Geceleri, duvarlardan hayalet kurt adamlar gibi tecavüzcüler geçiyor, o insanlarla gündüz aynı yollarda rastlaşıyoruz. Erotik bir türküye bile kulak tıkayıp toplu tecavüzlere göz yummak bize
yakışmıyor...
Fotoğraflar: Cem Talu
Paylaş