Paylaş
Kendisi benim yeni yüzler listemdeydi. Gerçi konuşunca öyle olmadığını anladım. Görüştüğüm erkek ve kadınlar içinde en modern görünümlü olmasına rağmen, en muhafazakâr olan ve erkek mahallesini savunan oydu. Muhalif görüşleri yayınlayıp, iktidarı savunanları yayınlamamak içime sinmedi. İtiraz ettiğim bir sürü şey olmasına rağmen, bugün de size kendi camiasındaki muhaliflere muhalefet eden İbrahim Danacılar’ın görüşlerini sunuyorum...
* Nerede, nasıl başlıyor hikayeniz?
- İstanbul Fatih’de. Ailem sol görüşlüydü...
* Siz nasıl muhafazakâr çizgiye kaydınız?
- Yakın bir arkadaşımın babasının bir cemaatle ilişkisi vardı. Bana babasının yaptıklarını anlatırdı, beni cuma namazlarına götürürdü, bende merak uyandı. Bu merak, peygamber efendimizi rüyamda görene kadar devam etti. Ondan sonra da İstanbul İmam Hatip’e yazılma kararı aldım.
* Aileniz hiç itiraz etmedi mi?
- Ne yapacaklardı ki? Kabul etmek zorunda kaldılar. Orada dini eğitim aldım. İmam Hatip’te okuyorsanız, bir şekilde siyasetle de tanışıyorsunuz. İki cephe vardı, Ülkücüler ve Milli Görüşçüler. Ben önce Milli Görüşü benimsedim. Ama sonra Sayın Başbakanımızın gösterdiği yeni çizginin felsefeme daha çok uyduğunu fark ettim.
* Anneniz...
- Modern bir kadındı. Dini bilgisi fazla yoktu, ilk eğitimlerini ben verdim. Sayemde tesettüre girdi. İçinde yaşadığı huzursuzluğu, sıkıntları, Allah’a yaklaşarak yenmesi gerektiğini öğrendi. Ne var ki 36 yaşında akciğer kanserinden vefat etti.
* Allah rahmet eylesin. Anneniz gibi, dini eğitim verdiğiniz başkaları oldu mu?
- Tabii tabii. İnanç esaslarına aykırı yaşayan pek çok dostum vardı, onların kazanılması doğrultusunda da emek harcadım. İçlerinde toplum suçları işlemiş olanlar da var. Kimini aldım hacca götürdüm. Çünkü ben 23 yaşında hacca gittim.
* Siz kimliğinizi nasıl ifade ediyorsunuz?
- Muhafazakârım ve demokratım.
* Fikren savunduğunuz şeyleri hayata geçiriyor musunuz?
- Tabii, tabii. Şu anda oluşturmuş olduğumuz kurum, bunun en büyük göstergesi. Uluslararası ekonomik ilişkilerle uğraşıyorum. Türk lobilerinin, uluslararası arenada daha aktif olması en büyük arzum. Türk diasporasının dünya arenasında güçlenmesi. Bu anlamda, iç ve dış yatırımcıları bir araya getirmeye çalışıyorum. Ülkemizin istihdam ve istikrarına katkıda bulunuyorum.
Abicim atmıştutmuş bunlar
* Başörtülü kadınların Müslüman erkeklerden şikâyeti var, meydanlarda “Başörtüsüne özgürlük!” diye bağırıp, sosyal hayatta onları yalnız bırakmakla suçluyorlar...
- Bazı erkekler böyle davranmış olabilir ama genelleyemeyiz. Ben katılmıyorum.
* Eşiniz başörtülü mü?
- Evet, tabii. Hayatını kesinlikle kısıtlamam. Bir sosyal hayatı tabii ki var. Olması gerektiği yerlere birlikte gideriz. Bundan rahatsızlık duymam. Ama duyanlar var.
* Niye rahatsızlık duyuyorlar? Eşleri onları deşifre ediyor diye mi? O yüzden mi eşlerini yanlarına almıyorlar...
- Ruhi kabullenmemekten ileri gelen birtakım şeyleri var...
* Kompleks yani.
- Evet.
* Bir işyerine giriyorsunuz, sizi mini etekli bir kadın karşılıyor, arkada kapalı kadınlar çalışıyor. Ne hissediyorsunuz?
- Hiçbir şey hissetmiyorum. Türkiye’yi görüyorum. Bakın, “siyasal simge” diye adlandırdılar başörtüsünü, ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyorlar. Kaygıyla izliyorum. En çok da Canan Arıtman’ı. Türbanlı kızları, ağza alınmayacak kelimelerle küçük düşürüyor. Oysa, bu ülkede kimsenin birbiriyle problemi yok.
* Ama sizin kadınlarınızın sizin kesimin bazı erkekleriyle problemi var.
- Öyle şey olmaz!
* E ben bu röportajları “Türbanlı Erkekler” kitabından yola çıkarak yapıyorum. Bakın, Ayşe Böhürler, Merve Kavakçı, Sibel Eraslan. Hepsi bu konuda röportajlar vermiş...
- Bence abartmışlar!
* Eşiniz çalışıyor mu?
- Bilgisayar programcılığı eğitimi aldı. Çocuğumuz küçük olduğu için onun bakımıyla uğraşıyor, çalışmıyor. Ama ileride, benim de onaylayabileceğim bir yerde elbette çalışmasına izin veririm, neden olmasın?
* Erkeklerin birden fazla eşi olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Günümüz toplumuyla bakacaksam farklı cevap vereceğim, İslam senteziyle bakarsam farklı. İslam buna, antipatik bakmıyor. İslam’da ikinciyi, üçüncüyü, hatta dördüncü eşi almak mubah. Herhangi bir spekülasyon söz konusu değil. Ama günümüz toplumunda yadırganıyor. İslam kurallarını Ahmet Mehmet yazmıyor, Allah yazıyor. Allah, Kuran-ı Kerim’de helal kıldıysa, ben haram diyemem ki. Ama siz yapar mısınız derseniz, yapmam.
* Kadın, bacak bacak üstüne atmaz, pantolon tunik giymez, aşırı makyaj yapmaz, erkeklerde dip dipe çalışmaz...
- Örf, adet denilen bir şey var. Tabii ki kadının ince tightlar giymesi, bütün uzuvlarının belli olması tarafımızdan hoş karşılanmaz. Ya da aile büyükleri arasında bacak bacak üstüne atması...
* Eşiniz, bacak bacak üstüne atıp oturamaz mı?
- Aile büyüklerimizin yanında hayır. Kendi ortamında oturur. Fakat benim de eleştirdiğim birtakım şeyler var: Başına türban takıyor, altına dar pantolon giyiyor veya mini etek ve erkeklerle çok yakın temas halinde oluyorlar. Böyle şeyleri onaylamıyorum. Ama bakın beni yanlış anlamayın, insanlar hata yapabilirler, örneğin birisiyle yatıp kalkabilirler. Hatalar insanlar için. O kadın, bunu bir hata olarak kabul edip tövbe ederse, tamamdır. O şartlar içinde, ben bir hayat kadınıyla bile evlenebilirim. Benim dinim bana, “Kesinlikle hayat kadını alamazsın!” demiyor. Onu topluma kazandırmak adına, nikahını üzerime alıp, kendime eş yapabilirim.
* 28 Şubat sonrasında muhafazakâr kadınlar, kendilerini muhafazakâr erkeklerden daha fazla geliştirdiler. Böyle bir iddia var, siz ne diyorsunuz?
- Yok canım. O kitapta mı yazıyor bunlar? Abicim atmış tutmuş bunlar.
* Ama sizin camianızın ileri gelen kadınları söylüyor...
- Emine Abla mı söylüyor? Mümkün değil. Merve Kavakçı mı? Yok canım.
* Başörtülü kızlar artık “makbul eş adayı” değil mi?
- Ne münasebet. Bu kitap abartılı. Bizim camia öyle değil. Merve Hanım’ı çok yakın tanırım, Washington’da iki ay kaldım. Merve Hanım böyle şeyler söylemez. Ayşe Abla’yla da çok görüşürüm. Bu kadınlar, o zaman atsın başörtüsünü, rahat rahat yaşasınlar, öyle şeyler söylemezler. Ya da erkekleriyle alakalı kişisel sorunları var demek ki. Mutlu olamıyorlar. Bütün bu toplumu da mutlu olamamış gösteriyorlar. Sorun burada.
* Böyle yazayım mı?
- Lütfen yazın. Kesinlikle katılmıyorum. Şiddetle kınıyorum bu söylenenleri...
Dün Kelebek müthişti
Emziren, doğuran, topuklu giyen erkek fotoğrafları süperdi. Kadına yönelik, “Şiddete Son” kampanyasına katılan kadınların, su altında nefeslerini tuttukları fotoğraflar da, kadınlara karşı cinsel ayrımcılığa karşı çıkan manifesto da olağanüstüydü.
Gazetemin militan sayılabilecek bir tavırla kadınları savunması çok hoşuma gitti çünkü bir kadın olarak karşı karşıya kaldığımız manzara içler acısı!
Şiddet, tecavüz, ayrımcılık, ikinci sınıf insan muamelesi, aşağılama, nefret... Tamam evvel eski vardı. Ama son dönemlerde iş iyice çığırından çıktı. Kadının adı yok, sesi yok diye kadınların canı çıkarılıyor. Kocasından ayrılmak istedi diye vuruluyor. Sevdiği adama kaçtı, başlık parasından etti, ailenin namusunu lekeledi diye öldürülüyor. Namus meselesi yüzünden öldürülen erkek yok ama ne işse hep kadınlar, hep kadınlar.
Hormonlarını kontrol etmekten aciz birtakım erkekler tarafından tecavüze uğruyor, üste suçlu çıkarılıyor o da dekolte giymeseydi efendim diye. Aile içi ya da dışı şiddet, dayak, tecavüz hatta ensest akıllara durgunluk verecek seviyede.
Fikirlerini beğenmeyip onları protesto eden kadınları “öpmekle” aşağıladıklarını zanneden erkek köşe yazarları bununla yazdıkları gazetelerde açıkça övünüyorlar.
Kadınların katlanmak zorunda kaldıkları rezaletler saymakla bitecek gibi değil. Her zaman her yerde, o mahallede de bu mahallede de ezilenler, hor görülenler, yok sayılanlar, yok edilenler kadınlar...
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü mana ve ehemmiyetine uygun bir biçimde militanca kutladığı için gazetemi kutluyorum.
En çok da Kelebekçileri...
Paylaş