Babamı toprağa verdikten sonra, dinlediğim en hoş hikayelerden biriydi, beni çok etkiledi, acıma iyi geldi, sizinle de paylaşayım istedim.
Huriş halam hálá güzel, hep güzel ama o yıllarda en güzel halinde.
20’li yaşlarının sonunda.
Rita Hayworth’ın gençliğini andırıyor.
Camın kenarında, elinde minik bir ayna kaşlarını alıyor.
Karşısında da Nevzat dedem, yakın gözlükleri takmış gazete okuyor.
Birden halam, saçlarının arasında bir beyaz tel bulup çığlık atıyor:
"Aman Allah’ım saçım ağarmış!"
Bunun üzerine dedem, yakın gözlüklerini burnuna indiriyor, gazetesini de.
Ve en şefkatli haliyle diyor ki:
"Kızım. Mademki ırmaksın, nasıl olsa akacaksın. Saçların da ağaracak, yüzün de kırışacak, yeter ki kalbin güzel olsun."
Alo ben Hayrünnisa Gül
Başsağlığı dileyenlerden biri de Hayrünnisa Hanım’dı.
Küt diye aradı.
Hayatında ilk defa beni bir Cumhurbaşkanı eşi arıyor.
Bir an nasıl davranmam gerektiğini bilemedim, bir de "efendim"li, "sayın"lı konuşmayı da bilmem ama gerek kalmadı.
İnanılmaz samimiydi.
"Biraz üşütmüşüm, yatakta gazeteleri daha ayrıntılı okuma fırsatı buldum. Sizin yazınızı görünce çok üzüldüm, aramak istedim" dedi.
"Annenize, kardeşlerine lütfen başsağlığı dileklerimi iletin, Allah daha büyük bir acı yaşatmasın."
Ekledi:
"Kızınıza da bayılıyorum, benim yerine ona sıkı sıkı sarılın ve yanaklarından öpün. Duygularını açıkça ifade edebilen bir annesi olduğu için çok şanslı."
O kadar protokolden uzak ve insanca bir yaklaşımdı ki.
Çok çok hoşuma gitti.
İtiraf ediyorum, biraz da utandım kendimden, Hayrünnisa Gül’e karşı önyargılarım vardı benim, birden bire telefonda konuştuğum kişinin, kafamda oluşturduğum kişiden farklı biri olabileceğini fark ettim.
Belki günün birinde onu daha yakından tanıma fırsatım olur.
İki doktor iki taciz
2008 yazında, tatil dönüşü kulak ağrısı şikayetiyle doktora gittim, özel bir hastanenin kulak burun boğazcısına. Muayene koltuğunda otururken - yazdı, etek giyiyordum- doktor elini bacağıma koyarak muayenesine devam etti. Tedirgin oldum, bunu da hissettirmeye çalıştım. Ama adam, aslında her şey normalmiş gibi, yüzünde güya anlayışlı bir gülümsemeyle muayenesine devam etti. Ben 32 yaşında okumuş yazmış ve saygın bir yerde çalışan bir kadınım. Ağzımı açıp hiçbir şey diyemedim. Hastanenin halkla ilişkilercisi yakın bir tanıdığım ona bile bir şey diyemedim. Sanki utanılacak bir şey yapmışım gibi.
Bir başka seferinde jinekoloğumun muayenesi sırasında tacize uğradım. Şeklini anlatamayacağım kadar can sıkıcı. Sadece muayene sırasında, adamın sesinin boğuklaştığını söyleyebilirim. Ona da hiçbir şey diyemedim. Tek tepkim, bir daha gitmemek oldu. Ve bundan dolayı kendime kızgınım. Bizim maalesef genlerimize uğradığımız tacizlerden utanmamız ve kendi yaşam biçimimizi ona göre düzenlememiz kodlanmış. Susacaksın ve etek giymeyeceksin. Sizden ricam o ki lütfen, bu taciz meselesini gündemde tutun. (Deniz A.)
Evet halksınız öyle yapmalıyız. Belki de tacizde bulunanları adlarıyla, sanlarıyla afişe etmeliyiz. Hiçbir şeyden korkmuyorlarsa, rezil olmaktan korksunlar! Evet gerçekten bir şeyler yapmalıyız, çünkü her şey gibi bu da normalleşiyor. İzin vermemeliyiz. Bu ülkede bir taciz gerçeği var, her yerde hepimizin başına geliyor, otobüste, yolda, hatta evimizde. Toplu çıkmalı sesimiz. Onlara inat, mini eteğimizi de giyeceğiz, bağıracağız da!
Çok mutlu olun!
Dün bizim gazetede okudum.
Deniz Uğur hamileymiş.
Tanımam etmem ama çok sevindim.
Reha Muhtar için de sevindim. Ama daha çok Deniz Uğur için.
Eski eşinin ani ölümü, Tamer Karadağlı’yla yaşadığı o hırpalayıcı ilişki.
Bir kadının başına gelebilecek en büyük felaketleri, travmaları peş peşe yaşadı.
Şimdi ise bir kadının yaşayabileceği en güzel şeyi tekrar yaşayacak.
Şeker bir çift onlar, ikisine de mutluluklar.
Lütfen kendinizi ve bebeklerinizi, mutsuz, huzursuz, negatif ve kıskanç insanlardan koruyun!