Kuralları delmenin dayanılmaz hafifliği

Geçen hafta, kurallara uymanın faziletlerini anlatırken, ikinci bir yazı olarak kuralları nasıl deldiğimi de yazacağımı söylemiştim. Araya başka şeyler girdi bugüne kaldı. Buyurun, buradan okuyun...

Bu gerçek bana çok komik geliyor:O daha el kadar bir şey...Bir de pasaportu mu olacakmış?

O pasaportta bir de fotoğrafı mı bulunacakmış?

Henüz dik duramıyor, kafasını tutamıyor...

Fotoğrafını nasıl çekeceğiz?

Ona ‘Objektife bak, içinde kuş mu var’ diyeceğiz?

Bu fikir kafamın içinde gezindikçe kıkır kıkır gülüyorum...

‘E Alya’ diyorum.

‘Sen artık varsın... Bir kişisin... Hatta 2 kişi bile sayılabilirsin. Anneannen sayesinde Alman, bizim sayemizde Türksün. Ve bunu kapı gibi pasaportunla kanıtlayabilirsin...’

De...

Biz o fotoğrafı çektirebilir...

O pasaportu çıkartabilirsek...

*

Bu konudaki en büyük engellerden biri benim.

Ben adamı delirtirim.

Bir türlü evden çıkamam.

‘Hadi acele et... 12’de kapanıyor konsolosluk... Daha Alya’nın vesikalık fotoğrafını çektireceğiz...’

Hani müthiş kadınlar vardır.

Ayakkabılarını giyerler, birkaç dakikada kapının önünde bitiverirler.

‘Hazırım, gidelim.’

Ne yazık ki ben onlardan değilim.

Bekleme özürlü oldukları için özellikle erkekleri hasta ederim.

Bitmez benim hazırlığım.

Huyumu seveyim her şeyi son anda yaparım, sokak kapısının önünde artık ağaca dönüşmeye başlayan ve dallarını uzatan o erkeğe ‘Geldiiiim... Valla, bitti işim’ diye bağırırım, ama o sırada ya rimelimi sürüyorumdur, ya gözüme kalem çekiyorumdur.

Bu iyi ihtimal tabii.

Kötüsü...

Aynanın önünde ‘Onu mu giysem, bunu mu giysem?’ yapıyorumdur.

Ki bu, çok daha çıldırtıcı bir ek süre gerektirir.

Diyelim ki, bir mucize oldu da çabuk giyindim, makyajımı filan da yaptım, o bile henüz hazır olduğum anlamına gelmeyebilir, çünkü cüzdanımı alırım, gözlüğümü unuturum, gözlüğümü alırım, anahtarımı unuturum, anlayacağınız bir türlü çıkamam o evden.

Şimdi durum daha da vahim...

Bir kadının hazır olmasından beter bir şey varsa, o da 2 kadının hazır olmaya çalışmasıdır!

Kendi arkasını toplamakta zorluk çeken ben, şimdi bir de Alya’nın arkasını toplamaya çalışıyorum: Emziğini aldık mı? Örtüsü tamam mı? Oyuncakları yanımızda mı? Şapkası, şapkası nerede?!

Alya’nın pasaportunu çıkarmak için Alman Konsolosluğu’na gideceğimiz gün de, işte böyle koşuşturmalı bir gündü.

Sonunda manevi zorlukları aşıp evden dışarı çıkıyoruz, doğru fotoğrafçıya yollanıyoruz.

Tabii sevgilimin suratı asık.

Bir tek Alya gülüyor arabada, en neşeli haliyle etrafa bakıyor...

*

- Bu kadın bilmiş mi, bana mı öyle geliyor? Ne demek konsolosluklar polaroid fotoğraf kabul etmiyor. Şimdi meseleyi niye genelliyor? Dubai’deki bütün konsoloslukların ne istediğini o mu biliyor? Hem kızımıza polaroid fotoğraf çektirmek istememiz, onu neden ilgilendiriyor? Zaten ben bunun bakışlarını da beğenmedim. Bak dikkat et Alya’ya nasıl dik dik bakıyor. Bir tek sana hoş davranıyor. Seni beğendi galiba...

- Tamamen saçmalıyorsun Ayşe. Ve saldırgan davranıyorsun. Yürü eve dönüyoruz...

- Hayır o Allah’ın belası polaroid’i çektiriyoruz! Ve konsolosluğa götürüyoruz...

- Niye inat ediyorsun! Söylüyor işte kadın. ‘Polaroid’i kabul etmiyorlar. Normal vesikalık istiyorlar’ diyor. Ebat bile veriyor. Biz de öyle yapacağız, kurallara uyacağız...

- Hayır efendim uymayacağız. Kurallar delinmek için vardır. Şansımızı deneyeceğiz...

- Bazen insanı gerçekten delirtiyorsun. Böyle bir kabiliyetin var yani. Çünkü vazgeçmiyorsun. Her şeyi dibine kadar zorluyorsun... Madem bu kadar ısrar ediyorsun... Hadi yap ne yapacaksan... Da normal hayatımıza dönelim!

A Alya, orada kuş var...

Artık Alya’nın bir vesikalık polaroid fotoğrafı var...

*

Alman Konsolosluğu’na kadar çıt çıkmadı arabada.

Küstü sevgilim bana.

Hem bir türlü evden çıkamadığım, hem de kuralları delmek içen bu kadar ısrar ettiğim için.

O medeni bir erkek.

Biri ona ‘hayır’ diyorsa...

O bunu gerçekten ‘hayır’ olarak kabul ediyor.

Öyle eğitilmiş.

Zannedersin İngiliz.

Kurallar onun için önemli.

Benim içinse, kurallar delinmek için var.

Hem niye o fotoğrafçı kadına itimat edeyim?

Etmiyorum kardeşim.

Ben Türk’üm.

Söyleyeceklerimi kuruyorum, diyeceğim ki: ‘Bu çocuk küçük. 2 aylık. Düz durmayı bile beceremiyor. Kurallarınız sökmez ona. Bunun vesikalığı da çekilse, elimdeki polaroid’den farklı olmayacak...’

İyi güzel de bunları birine söyleyebilmek için önce konsolosluktan içeri girebilmek gerekiyor.

Saat de 12’yi çeyrek geçiyor.

‘Sadece 15 dakika geç kaldık, merak etme alırlar bizi içeri’ diyorum.

Sevgilim yine tedirgin oluyor.

Yine bir kural delinmeye çalışılıyor benim tarafımdan.

Acı gerçeği, kapıdaki görevliler yüzüme karşı hiç vicdan azabı duymadan söylüyorlar:

‘15 dakika değil, 1 saat 15 dakika geç kaldınız!’

11’de kapanıyormuş meğer.

Sevgilim elinde car seat’inde uyumakta olan Alya, arabaya geri dönmeye hazırlanıyor.

‘Hayrola?’ diyorum.

‘E tamam işte’ diyor. ‘Görmüyor musun, kapı duvar.’

‘Deli misin buraya kadar geldik, fotoğraflar da yanımızda, içeri gireceğiz’ diyorum.

Bana inanılmaz gözlerle bakıyor.

Kim bilir belki de benden utanıyor.

Bu kadar ısrarcı ve tutturuk olmamdan.

Onun bir şey demesine fırsat vermeden ben hamlemi yapıyorum, kapıdaki görevlilerle sohbet etmeye başlıyorum. Esmer olanın 4 tane çocuğu varmış. Alya’ya bakıyor, ‘Kız değil mi?’ diyor, ‘Ne şeker. Benimkilerin 4’ü de erkek.’ Başlıyor oğullarını anlatmaya. O an fark ediyorum ki, bu çocuk muhabbeti insana bir dolu kapı açıyor.

Alman Konsolosluğu’nun kapısını da...

‘Bu kadar küçük bir çocukla bir yerlere gidip gelmenin, ne kadar zor olduğunu en iyi siz takdir edersiniz’ diyorum, atağımı ben de beğeniyorum, sonra gözlerimi ufuk çizgisine dikiyorum. ‘Birkaç gün sonra da İstanbul’a gidiyoruz, bu pasaporta acilen ihtiyacımız var, keşke girebilseydik içeri...’

Az buçuk duygu sömürüsünün kimseye zararı olmaz!

‘Bütün evraklarımız da tamamdı... Nöbetçi bir görevli filan yoktur değil mi?’

O da ne...

Yoksa bir umut ışığı mı?

‘Durun bir bakayım içeri’ diyor. Yarım ağız...

Oley!

Kuralları delme hamlemin ikincisinde de başarılı oluyorum.

Geri geliyor, müjdeyi veriyor:

‘Kapıda yeni doğmuş bebeğiyle bekleyen bir Alman kadın var dedim. Hemen gelsin içeri dediler...’

*

Sonunda içerideyiz.

İnsanlık için küçük olabilir ama benim için büyük bir zafer!

Alya’yı tam görecekleri yere koyuyorum.

Bizimki de uyanmış olmasın mı?

Camekanın arkasındaki Almanlara acayip gülücükler atmaya başlamasın mı?

Nasıl sevimli, nasıl sevimli.

Kızım resmen sahne alıyor.

Daha 2 aylık ama insanları nasıl tavlayacağını biliyor.

Alman Konsolosluğu’nda Almanca bilmeyen o yüzden İngilizce konuşmak zorunda kalan bir Alman olarak konuşuyorum:

‘Birkaç gün sonra İstanbul’a gidiyoruz, kızımın pasaportunu çıkarmam gerekiyor. Evrakları burada...

Hepsine tek tek bakıyorlar.

Son baktıkları da Alya...

‘Hemen geçici pasaportunu verelim’ diyorlar. ‘Gerçek pasaport için de başvuruyu şimdi yapın, birkaç hafta sonra elinizde olur.’

‘Tamam.’

‘4 adet de fotoğrafa ihtiyacımız var.’

Korku içinde polaroidleri uzatıyorum.

Görevli bakıyor, bakıyor ve gülüyor:

‘Ne sevimli çıkmış... Kurallara uygun değil ama bu seferlik kabul edebiliriz...’

*

Konsolosluktan ayrılırken Alya’nın Alman pasaportu elimizdeydi.

Hayatta bir kere daha kuralları delmeye çalışmanın, inat etmenin, ‘Hiç olmazsa denedim’ demenin faydasını görmüştüm.

Üstelik sevgilimle eve dönüş yolunda barıştık.

Fotoğrafçının önüne geldiğimizde birden ‘Dursana’ dedim, ‘O cadı kadına pasaportu göstereceğim...’

‘Şaka yapıyorsun değil mi?’ dedi.

‘Evet, şaka yapıyorum’ dedim.

Oysa çok ciddiydim.

Ertesi gün kimseye söylemeden, usul usul, Alya’nın bu sefer normal vesikalıklarını çektirmek için yine o fotoğrafçı kadına gittim. Bizimkinin fotoğraflarını çekti. Tam dükkandan çıkarken, içimde kalmayacak ya, ‘Ha bu arada o dün çektiğiniz polaroid’leri pasaporta kabul ettiler. Bakar mısınız...’ dedim.

Hedefime ulaşmıştım.

Hem sevgilimle küs kalmamış hem de o Alya’nın pasaportuna kavuşmuştum.

Üstelik iki kere kuralları delerek...
Yazarın Tüm Yazıları