Paylaş
BAŞBAKANIMIZ,
o meşhur mülakatında...
Hiç aklımdan çıkmayan bir cümle kurdu:
“Kim kızının birilerinin kucağına oturmasını ister ki!”
HEP PARMAK SALLADILAR
Derin bir iç çektim.
Yine aynı terane dedim.
Benim bütün hayatım böyle geçti.
Eminim yalnız değilimdir.
Bu ülkede milyonlarca, “Benim de, benim de!” diyecek kadın vardır.
Bize hep parmak salladılar.
Neyin ahlaklı olup, neyin ahlaksız olduğunu anlattılar.
Başkalarını bilemem ama ben “edepsiz” olmakla çoook suçlandım.
Suçum neydi?
Birilerine göre ahlaka aykırı, bana göre asla öyle olmayan bir sürü şey...
Sevgilimle bir bankta sarılmak, öpüşüp koklaşmak...
Evet, bazen de kucak kucağa oturmak...
Artık kazık kadar oldum.
Umursamıyorum.
Vız gelir tırıs gider.
Ama bu ülkede bir kız çocuğu yetiştiriyorum.
Ve birden yine o aynı naftalinli lafla karşı karşıya kalıyorum:
“Kim kızının birilerinin kucağına oturmasını ister ki!”
İyi de akıl var mantık var.
Oturuyorsa da bir bildiği var.
Hangi kız hiç tanımadığı, ilişkisinin olmadığı, herhangi bir duygu beslemediği adamın kucağına oturur ki?
İsterdim ki, “Kızlarımızın ne yapacağına biz karar veremeyiz. Onlar verir. Onların seçimidir!” densin, denebilsin...
Ama ı-ıh.
Fatih diyemedi.
Bu ülkenin kadınları yine gürültüye gitti.
Ki onun da bir kızı var.
Ve kimseye pabuç bırakmayan, cesur bir karısı var.
Eminim Hande, kendisinden de ileri gidecek bir kız yetiştirmiştir, yetiştiriyordur.
Ama işte Başbakan’ın karşısında Fatih, tıssssss.
Oysa herkesin ahlakı kendine...
O YASAK BU YASAK
Allah aşkına, o kızların kişiliği yok mu?
O kızlara bu kadar mı güvenmiyorsunuz?
Akılları, fikirleri, duyguları yok mu?
Müsaade edin de herkes kendi ahlakıyla yaşasın.
Ama etmiyorlar!
O yasak, bu yasak...
Sonra da bu gençlere, “Neden isyan ediyorsunuz?” diyorlar.
İnadına sevgi!
25 yaşındayım, İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Cuma günü polisin “haksız” müdahalesinden sonra ben ve benim gibiler her şeyi göze alarak ve sadece “birlik” olmak adına gittik oraya.
Taşsız, sopasız, savunmasız...
Gerçek şudur ki, 90 kuşağı siyasete inanmıyor.
Çünkü inanacağı bir görüş bulamıyor.
Biz çok genç yaşta Avrupa ülkelerini gezen, dillerini öğrenen “çapulcularız”. Farklı kültürleri gördükçe de bu ülkede dayatmacı siyasete inancımız azalıyor...
“Direnişçi” denilen biz “çapulcular”, sokakta alışveriş yaparken gördüğünüz ergenler, yabancı dizileri takip eden gençler, liseye ya da üniversiteye devam eden, bir yerlere giderken izin alan, haber veren tamamen normal gençleriz..
O yüzden bu, bir halk ayaklanması ya...
Biz 90 kuşağı olarak kavga etmeden, ölüp-öldürmeden kürtaja kendimiz karar vermek istiyoruz. Alkol kötüyse, içilmemesi gerekirse, kendi istediğimizle olsun istiyoruz. Çoğumuz, büyük inşaat firmalarının 1+1’lik evlerinde oturamadığımız için, o kadar paramız olmadığı için, parklarımız, sokaklarımız yabancılaştırılmasın istiyoruz.
Kısaca “yaşama alanı” istiyoruz.
Bana artık ne yapmam gerektiğini söyleme!
Nefes alamıyoruz bu ülkede!
Biz anne-babalarımızın desteğiyle gittik Taksim’e.
Arkadaşlarımızla omuz omuza mücadele ettik.
Sloganımız da, inadına sevgi!... (Merve B.)
Annelerinin-babalarının desteğiyle direnişe gittiler
DÜN bu jenarasyondan
söz ederken...
“Bireyci” olduklarını yazdım.
Evet, bireyci oldukları kesin ama aralarında müthiş bir “yardımlaşma” ve “dayanışma” var.
Gezi Parkı’nda bir yerde, tuğla duvarların üzerinde yiyecek, süt, ıslak mendil, Talcit filan duruyor.
Yüzlerce.
İhtiyacı olanlar gelip alsın, kullansın diye.
The Marmara’nın önünde
başka bir tezgâh.
Yine her şey dizili, yine bedava...
Halktan alıp halka veriyorlarmış.
Eylem sonrası mıntıka temizliği yapıyorlar.
Gezi Flarmoni Orkestrası kurdular.
Şimdi kütüphane yapıyorlar ve daha ezber bozan bir sürü şey...
Önümüzdeki günlerde “y kuşağını” bize daha detaylı anlatacak bir uzmanla röportaj yaptım.
“Y kuşağında” “iki p” çok önemliymiş.
1-) Peer, yani akranlar.
2-) Parent, yani aileler.
Gezi eylemlerine de o gençlerin çoğunluğu anne-babalarının desteğiyle gittiler, karşı çıkarak değil.
Oya 68 kuşağı ailelerine rağmen eylemlere gittiler.
Bu yeni kuşak öyle değil.
İki kavram onlar için çok önemli.
1-) Adalet duygusu.
2-) Aileye bağlılık.
Bu kuşağı daha yakından tanımak istiyorsanız, Cumartesi’yi bekleyin...
Kadınları karşısına alanların vay haline!
Bilmem farkında mısınız...
Başbakan’a soru soran Reuters muhabiri, bir kadın.
Direnişin sembolü olan “kırmızı elbiseli”, bir kadın
Tazyikli suya göğsünü siper eden “siyah elbiseli”, yine kadın.
Tencere tava çalanların çoğu da...
Eyleme giden çocuklarını evden destekleyenler de kadınlar.
Evet, fırsatçılık yapıyorum.
Ama kadınlar bu direnişte çok öne çıktılar.
Yaşasın kadınlar!
Huzurlarınızdan ayrılmadan, bilinmeli ki kadınları karşısına alanların işi bir hayli zor...
Hatta, kadınları karşısına alanların vay haline!
Bir çapulcu daha...
93 doğumlu bir çapulcuyum!
Hukuk okuyorum.
Baştan beri eylemlere
katılıyorum.
Dünkü yazınızda bahsettiğiniz, kuşağımıza ait “korkusuzluk” biraz da ailelerimizden aldığımız değerlerle ilgili. 90’larla birlikte aileler, çocuklarına daha iyi eğitim sağlayabilir oldular, hem de daha iyi yetiştirdiler.
Doğum öncesi kitapları, çocuk yetiştirme sempozyumları, bunlar hep bizim kuşakla gündeme geldi.
Dolayısıyla biz, ailelerimiz tarafından çok büyük bir özenle, entelektüel gelişimimizden kendimize güvenimize kadar her özelliğimizin üzerine titrenmiş bir nesiliz.
TIME bizim jenerasyonumuzla ilgili “The ME ME ME generation” diye bir tespitte bulunmuştu. Evet, çünkü kendimize güvenmeyi, kendimiz için hep büyük şeyler hedeflemeyi ailelerimiz bize fazlasıyla öğretti.
Bugün de böylesine büyük bir cesaretle kendimizi ortaya atmamızın arkasında bunlar yatıyor.
Yani bir alkış da ailelerimize lütfen!
İçinde bulunduğumuz toplum bizi sürekli zengin-fakir-dinci- dinsiz-Türk- Türk değil olarak böldüğü için bütünleşemiyorduk.
Bu eylemlerle, bize dayatılanın aksine, bir arada çok rahat, barış içinde, gayet rahat durabildiğimizi fark ettik.
Sosyal medyadan görüyorsunuzdur, “Bize böyle şiddet uygulanıyorsa kim bilir Kürtlere neler yapıldı?” diyebildik, LGBT bireylere kullanılan çirkin isimlerle yazılmış sloganları silme eylemleri yaptık.
“Yabancıdan peçete bile alma!” denmiş bizler, birbirimizin suyunu içmeyi öğrendik.
Bu hafta önce, gece karşıdan üzerime hızlı hızlı yürüse, korkup karşı kaldırıma gideceğim insanların aslında ne kadar bana benzediğini, ilk defa bu eylemle anlıyorum... (Defne S.)
Paylaş