Köşemi Attila İlhan’a bırakıyorum doğum günümü kutlamaya gidiyorum
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bu da bir tecrübe işte.
Her an bir şey öğreniyorsun.
Hele karşındaki Attila İlhan'sa...
Büyük bir katliama girişmeden söylediklerini aktarabilmek için perişan oldum. Her röportaj, bir sorumluluk aslında. Sana anlatılanları önce anlaman gerekiyor, sonra da anlamını kaydırmadan aktarman. Bu yüzden köşemi Attila İlhan'a bırakmak zorunda kaldım. Biraz onun Cumhuriyet'teki köşe gibi oldu. Bu kadar fikir benim için fazla! Ama sizin şahane bulacağınızdan eminim. Bu hafta sonunu da biraz ciddi geçirin. Bakalım, ne olacak? Hem bugün benim doğum günüm, herşeye hakkım var...
HAMİŞ: Bugün aynı zamanda Mehmet Ali Birand'ın da doğum günü. Bunu ne kadar önemli biri olduğumu göstermek için değil, sadece kendisinin doğum gününü tebrik edebilmek için yazıyorum. O çok zarif çünkü, unutmuyor. Bugün doğan diğer ünlüler: Kirk Douglas (1916), John Malkovich (1953), John Milton (1608)...
Türk kızları olarak ilk tanıdıklarım, İzmir'in kızlardı. Son derece batılıydılar. 1930'lu yıllarda Karşıyaka'da oturan bir kız, evinden çıkıp mayosuyla evinin önünden denize girebiliyordu. O haliyle manavdan alışveriş yapabiliyordu. Kimse de onu rahatsız etmezdi. Ben de o çocuk halimle, bütün Türkiye böyle zannederdim. Cumhuriyeti ilan etmişiz, yeni bir hayat başlamış ve artık kızlar böyle yaşıyorlar!
Kader, ailecek Anadolu'ya göç etmemizi gerektirdi. Konya'nın Ilgın ilçesinde hayatımın ilk şokunu yaşadım! Karşıma bambaşka bir Türkiye çıktı. Orada Batılı ve çağdaş kadın yok muydu? Vardı, Ayşe öğretmen vardı. Kız Öğretmen Okulu'nu bitirmiş Ilgın'a tayin edilmiş, başı açık, edebiyat meraklısı 20 yaşında bir hanımdı. Bir Cumhuriyet kızı! O kızlara çok değer veririm ben, sonradan filmlerini de yaptım. Cesurca giderler, inanılmadık yerlerde, inanılmadık işler yaparlar. Ama işte çoğunluk, 9 yaşındaki erkek çocuğunu bile sokağın bir ucunda göründüğü zaman örtünen, yüzünü duvara dönen kadınlardan oluşuyordu.
YEKPARE OLAMIYORUZ
İlk defa o zaman, bizim hayatımızda vahim bir yanlış olduğunu farkettim! İzmir'de başka bir hayat var, Marlene Dietrich'i taklit ediyorlar; Anadolu'da ise başka bir hayat var, küçücük erkek çocuklarından bile namahrem diye kaçıyorlar. Bunların ikisi de aynı milletin çocukları! Nasıl oluyor?
Aslında bu yanlış Cumhuriyet'in değil, Meşrutiyet'in hatta Tanzimat'ın yanlışı. Osmanlı, gün gelmiş, yaşama biçiminin çağdaş olmadığını farketmiş. Batılılar'ın zoruyla da Tanzimat Fermanı'nı ilan etmiş. Bana sorarsanız, son derece başarısız bir şey gerçekleşmiş! Evet, Türkiye'nin kreması diyebileceğimiz tabaka çağdaşlaşmayı Batılılara benzemek zannetmiş, onları taklit eder hale gelmiş. Ama geri kalan insanlarda hiçbir değişiklik yok! Onlar, olduğu gibi eski Osmanlı yapısını sürdürmüş.
Böylelikle biz hep iki millet arasında yaşamak durumunda kalıyoruz. Bir türlü yekpare olamıyoruz. Avrupa'ya gittiğimde ne gördüm? Tamam, Fransız kadınları sandığım kadar şık ve güzel değildi. Fransızlar sandığım kadar ince insanlar da değildi. Ama bir başka şey vardı: Yekparelik vardı. Kötü kahveye gidip oturduğunda hizmet veren kızla, lüks kahvede hizmet veren kız arasında mahiyet açısından fark yoktu. Derece itibariyle vardı. Benzer giyiniyorlardı. Belki biri daha kaliteli, diğeri daha az kaliteli. Ama aynı çerçeve içinde. İkisi de çok sesli müzik seviyordu. Bizde öyle mi? Büyük şehirdeki kız çok sesli müzik seviyor, taşradaki kız türkü seviyor.
O zaman da karşımıza şu soru çıkıyor: 40 sene öncenin ya da günün kızını, ahlaki açıdan değerlendirirken, hangi ahlaka göre değerlendireceğiz? Çağdaş ahlaka göre değerlendirsek bir şey çıkmıyor ortaya! Dehşet verici yani. Çağdaşlaşmayı anlayamıyoruz da ondan! Tanzimat, çağdaşlaşmanın Batı'yı taklit etmek olduğunu söylemiş bize, hálá onu taklit edip duruyoruz. İngiltere'ye giden İngiliz gibi geliyor, Fransa'ya giden de Fransız gibi. Sonuçta garip bir hal arıyoruz. Bir türlü yekpare bir ahlak kuramıyoruz. İslami ahlak mı geçerli olacak? Yoksa burjuva ahlakı mı? Burjuva ahlakı olması lazım çünkü ulusal demokratik bir devrim yapmışız.
İyi de bunun ahlakı nerede? Ortada yok. Bunun yerine ya Fransız ahlakından ya da Amerikan ahlakından söz ediyoruz. Hiçbirisi bizimki değil! Biz ümmet ahlakını terk ettik demişiz. İyi de millet ahlakı da yok ortada. Millet ahlakını ulusal olarak oluşturmak lazım. Bunun için de ulusal kültür sentezini yapmak lazım. Onu da yapmamışız.
Edebiyatına bakıyorsun, İngiliz'inden Fransız'ından kopya. Sinemasına bakıyorsun, keza öyle. Türkiye kültür sentezini yapamadığı için sürekli bir başkasının maymunu halinde yaşıyor. Oysa bir adam gelmiş, Mustafa Kemal Paşa adı, ‘‘Biz, bize benzeriz!’’ demiş, çok açık bir şekilde taklit kapılarını kapatmış. Yani Mustafa Kemal'in yapmaya çalıştığı, tamamen Tanzimat'a karşı bir şey. Halbuki bizde sanki Tanzimat'ın devamı gibi anlatılıyor. Hayır! Önceki bütün inkilapçılar, Batı'ya gitmişlerdir, Gazi Doğu'ya gitmiştir. Neden bunu kimse görmüyor? Paris'e değil, Samsun'a gitti!
Biz hala sömürgeler gibi davranıyoruz. Senegal mesela sömürgeyse, orada yetişmiş aydınlar Paris'tekiler gibi oluyor. Ve kendilerini çağdaş sanıyorlar, halbuki ne oluyorlar? Paris'in maymunu oluyorlar! Biz sömürge değiliz, bağımsızlık savaşı vermişiz ama kendiğiliğimzden sömürgeymişiz gibi davranıyoruz.
BEN UTANIYORUM
Ve bu vahimliği de aşağı yukarı 70, 80 senedir yaşıyoruz. O zaman Marlene Dietrich'i taklit ediyorlardı, şimdi Jeniffer Lopez'i! Hala bir yekparelik yok. Ve biz bu yekpareliği kuramadıkça, Türkiye ulusal kültür sentezini gerçekleştiremedikçe, biz bu ikilik içinde kalırız ve bu ikilik içinde ne kızımız rahat edebilir ne de biz...
60'lı yıllarda bir kitap yayınladım: Fena Halde Leman. Ortalık iyice birbirine girdi. ‘‘Türkler böyle şeyler yapmazlar’’ dediler. O zaman benim anlatmaya çalıştığım şey, ahlak meselelerine doğru bir medotla yaklaşmadığımızdı. ‘‘İnsanları tercihlerinden dolayı ayıplayıp durmayın, bunların neler yaptığına bakın ve bunları nasıl taşıdıklarına’’. Bunun üzerinden 40 sene geçti, İstanbul'daki bazı çevrelerde yaşanan şeylerden ben utanıyorum. Bunu yazan adamım ben, utanıyorum diyorum! Çünkü kötü taşıyorlar.
Birdenbire zannettiler ki, aklına ne eserse yaparsın. Hayır! Sen gene kuralsız ol ama kendi ahlak ölçülerinde! Gidiyor Soho'yu görüyor, İstanbul'da Soho'do gibi yaşamaya çalışıyor. Soho'nun kuralları ve İngilizlerin şartlarıyla seninkiler aynı değil ki. O zaman sen ne oluyorsun? Bir yabancı. Ve bir yabancının çektiği bütün sıkıntıları çekmek mecburiyetindesin. Başka çaren yok!