Sizi tanıyabilir miyiz?- Ben Leyla T. 12 yıldır Amerika’da yaşıyorum.
Ne münasebetle...- 24 yaşındayken, New York’ta yaşayan bir Türk ressama aşık oldum. Annemlere "Amerika’ya tatile gidiyorum" dedim, İstanbul’daki hayatımı geride bıraktım ve buraya yerleştim.
Çok mu yakışıklıydı, çok mu karizmatikti, çok mu şefkatliydi, çok mu varlıklıydı? Sizi kimse onun kadar sevmedi mi? Nedir?-Kafa olarak mükemmeldi. Türkiye’de ya erkek arkadaşınız olur ya sevgiliniz. Bir türlü, ikisi aynı insanda birleşmez. Ben şanslıydım, hem en yakın arkadaşım hem sevgilimdi, gözüm kapalı geldim.
Hemen mi evlendiniz?-Evet. İyi bir sosyal hayat, sanatçı bir çevre, sergiler, davetler enstelasyonlar... Rüya gibiydi her şey. Evliliğimizin 3. yılında bir de oğlumuz oldu. Ne kadar mutluyuz diyor, sürekli şükrediyordum ki kabus başladı. Eşim 5 vakit namaz kılan bir adam oldu.
Ne alaka?-İşte sorun da bu. Ramazanda içki içerdi, dinden uzak dururdu ama Fethullahçılarla tanışınca, inanılmaz bir değişim yaşadı. New York’ta yaşayan pek çok Türk, Fethullahçılardan rahatsız. Eşim dahil hepimiz, "Bunlar ne yapmaya çalışıyorlar? Neden kapı kapı dolaşıyorlar? Karşı bir dernek mi kursak? Öyle mi yapsak, böyle mi yapsak?" derken; biri eşime, "Sen savaş açtın ama bu insanları tanımıyorsun, gel bir gör!" demiş. Gidiş o gidiş. 1-3-5 derken, "Çok iyi niyetli insanlar, ben yanılmışım" demeye başladı, toplantılarına düzenli gider oldu. Ruhunu dinlendiriyormuş, yoga yapıyor gibi hissediyormuş, bir tür meditasyonmuş, insanın kendi dinini öğrenmesinin nesi kötüymüş. Evin içinde Fethullah Gülen’in dergilerini, kitaplarını okuyor, DVD’lerini izliyor...
Siz ne yaptınız?- Kendinizi benim yerime koyun, birlikte Soho’daki bütün barların altını üstüne getirdiğiniz adam, dünyanın en bohem adamı, Kuran’ı elinden düşürmüyor, 5 vakit namaz kılıyor ve "Allah için yapıyorum" diyor. Kafayı yiyecektim! Tamam ben de Allah’a inanıyorum ama ondaki bu 180 derecelik değişim beni korkuttu, öfkelendirdi, üzdü. Bir de kendimi aldatılmış hissettim, hayatını dinin esaslarına göre yönlendiren bir adam isteseydim, gider bir imamla evlenirdim.
Sizden dini kurallarına uygun olarak yaşamanızı istedi mi?-Yok hayır. Ama ruhen iki ayrı uca yuvarlandığımızı hissettim. Bana, "Sana asla kapan demem. Dinde zorlama yoktur. Benim görevim bunları sana anlatmak, ister yaparsın, ister yapmazsın!" diyordu. Bir de, vaaz veriyor yani! Bilmem ne suresinde bu yazıyormuş, bilmem ne suresinde şu yazıyormuş.
Arkadaşları peki? Onlar ne dedi?-Acayip dalga geçtiler. Her gittiğimiz yerde "Aaa sen Fethullahçı olmuşsun!" dediler. "Ne alakası var! Ben Fethullahçı değilim. Dinle ilgili bilgiler veriyorlar, gidip öğreniyorum" dedi durdu.
Kaç zamandır aynı şekilde devam ediyor?-3 sene oldu. Ben tabii ruhsal çöküntü yaşadım, depresyon tedavisi gördüm. Anlamını kaybetti her şey. Bana kalkıp, "Atatürk alfabeyi niye değiştirdi?" diyor, "Bütün devrimleri neden tepeden inme yaptı, halk hazır değildi." Sinir oluyorum. Çünkü evimde bu tür şeyleri tartışmak istemiyorum. Hálá kızıyor bana, neden bu kadar tepki gösteriyormuşum, neden abartıyormuşum. Çok eğitimli tiplermiş...
Siz tanıştınız mı?-Bir kısmıyla mecburen. Bizim oturduğumuz yerdeki derneğin ismi Tamef. 25 yaşlarında üniversite mezunu çocuklar çalışıyor. Hepsi eğitimli, İngilizceleri de çok iyi. Oğlum yaşındaki çocuklara yöneliyorlar...
Nasıl yani?-Forma veriyorlar, futbol oynattırıyorlar, yaz kamplarına götürüyorlar. E tabii 9- 10 yaşındaki çocuklar bu tür faaliyetlere deliriyor. New York dışında, 15 gün orman içinde kamp. Çocuğun umurumda değil Fethullah’ın kampı olması, gitmek istiyor. Benim oğluma da kafayı taktılar. Formalar, eşofmanlar, çantalar. Kesinlikle "Hayır!" dedim.
Tüm bu hikayede sizi en çok rahatsız eden şey ne?-Bakın, benim kocam camiye gitseydi ve caminin hocasından böyle bir eğitim alsaydı ondan nefret etmezdim, onu suçlamazdım. Ben Fethullahçıların ne niyetle bu hizmetleri verdiklerini bilmiyorum. Bu kadar iyi olmalarının sebebi nedir? Neden dünyanın her yerinde okullar açıyorlar, neden küçücük çocukları topluyorlar, dini eğitim veriyorlar...
Okullarını gördünüz mü?-Hayır ama o okullara devam edenleri gördüm. Bir arkadaşımın çok yaramaz bir oğlu vardı, Brooklyn’deki okula gitti, şimdi beyni alınmış gibi, karşılaştığı her büyüğün elini öpmeye çalışıyor. Tuhaf bir çocuk yarattılar, sanki çocuk değil, makine. Fethullah Gülen’e baktığınız zaman Afrika’da okullar, Uzakdoğu’da okullar, bir sürü yazı okuyorsunuz, hikaye dinliyorsunuz, tabii tedirgin olacaksınız...
Tüm bunları kocanıza anlatınca ne diyor?-"Sen zannediyorsun ki biz o toplantılarda, ’Vatan nasıl satılır?’ diye konuşuyoruz, bunun planlarını yapıyoruz, alakası yok!" diyor, "Neden önyargılısın, neden onların kötü olduklarını düşünüyorsun?" Sonra vaaza başlıyor, "Fethullah Hocamız şöyle diyor, böyle diyor..." O, öyle dedikçe ben çıldırıyorum. Bir tek iyi şey var: İşleri yoğunken, sergi-mergi, onlarla istediği kadar çok görüşemiyor, o zaman biraz olsun normale dönüyor.
Evliliğiniz ne durumda?-Tabii ki vazo kırıldı, eskisi gibi değiliz. Ben antidepresanlara devam ediyorum.
Bütün bunları bir gazeteciye niye anlatıyorsunuz?-Çünkü bizi rahat bıraksınlar istiyorum! İnanılmaz organizasyonlar yapıyorlar. Central Park’ta Türk günü yaptılar mesela. Nereden buluyorlar o parayı? Türk hükümetinden fon aldıkları doğru mu? Ben öyle Türk günü de istemiyorum. Bütün kadınlar kapalı. Türklük bu mu? Türk günü yapmak onlara mı kaldı? Her yerde niye karşımıza çıkıyorlar? Hani insan, "Ya çocuğumun uyuşturucu kullanan arkadaşları olursa, çocuğuma musallat olurlarsa" diye korkar ya, benimki de o hesap. Resmen uyuşturucudan beterler. Eve telefon açıyorlar, "Leyla Hanım, bilmem nerede kurban kesilecek, bize yardım etmek ister misiniz?" diyorlar. "Hayır!" diyorum, "Bize katılmak ister misiniz, hayır işi yapacağız?" "Hayır" diyorum, "Niye öyle diyorsunuz, gelin tanışalım, sizi ağırlayalım, bizi yakından tanıyın" diyorlar. Yine "Hayır!" diyorum. İnanılmaz yüzsüzler, hiç yılmıyorlar. Sinir bozucu olan da şu: Hep terbiye sınırındalar. Ama ben onlarla savaşacağım. Kocamı Fethullahçılara kaptırdım, oğlumu asla vermeyeceğim!
Peynir nefreti başka bir şeydirAlya’nın ilk veli toplantısı yazınızı okurken çok eğlendim. Ama en çok da minik hınzırın peynir yememesi beni eğlendirdi. 31 yaşındayım ve hayatımda hiç peynir yemedim, yiyemedim. O yüzden onu o kadar iyi anlıyorum ki...
Hayatım şu gibi komik cümlelerle geçti:
"Peynir yemeyen insan mı olurmuş?" Olur tabii işte ben!
"Peynirsiz bir hayat düşünemiyorum." Ben de peynir yediğimi düşünemiyorum!
"Aaaa hiçbir çeşidini mi yemiyorsun?"
Evet ne ayak kokuluları, ne ekşi kokuluları, ne bozuk süt kokuluları ve tuzluları...
Geriye zaten bir tek labne kalıyor, cheese cake yapın yiyeyim!
Ama en çok da şu yorumlar beni eğlendiriyor:
"Yok çocuğum, o poğaçaların içinde peynir yok! Kaşar o, kaşar!" Yok ya? Kaşar ne zamandan beri bir zeytin çeşidi oldu!
Ben bu numaraların hiçbirini yutmadım.
Alya da yutmaz gibi geliyor.
3-5 yıl böbrek taşı sancıları çektim. Doktorlar sıkı sıkı peynir yemememi, zira peynirin içindeki kalsiyum bilmemne maddesinin bu taşlara sebep olduğunu söyleyip durdu. Ailecek bu uyarılara çok güldük.
Geçtiğimiz yıl 20’lik yaş dişlerimden birini çektirdim. 2 doktor neredeyse kiraz büyüklüğündeki dişi birkaç parçaya yararak 1 saatte çekebildi. Şöyle bir yorum geldi:
"Herhalde peynir ve süt çok tüketiyorsunuz. Diş de bir nevi kemiktir. Çok güçlü diş kökleriniz var!"Kısacası sevgili
Arman, peynir nefreti çok başka bir şeydir. Ben mesela ciğer de sevmem, ama bir misafirliğe gidip önüme ciğer koyarlarsa, mecburen yerim. Ama peynir öyle değil. Haftaya düğünüm var, tüm mönüyü peynirsiz hazırlatıyorum. Peynir eskaza ağzıma girerse, felaket bir öğürme içgüdüsü ve arkasından istifra...
Alya ne düşünüyor bilmiyorum ama bunların en en fenası da beyaz peynirdir!
Neyse ki, benim gibi peynir yemeyen insanlar varmış.
Bakınız: Cheesehaters@yahoo.com.
Birbirimize yanlışlıkla ağzımıza peynir attığımız anların iğrençliğini anlatıp gülüyoruz, peynir hakkında yorumlarda bulunuyoruz...
(Gaye.)SENİNKİ DE HAYAT MI?
Aman Allah’ım...
Okuduklarım gerçek mi?
Gaye, fena halde yanılıyorsun! Güzelim, sen neler kaçırdığını bilmiyorsun! Seninki de hayat mı? Aşk mı? Ben hayatımın en romantik ve erotik akşamlarına peynir ve şarap eşliğinde başladım... Kahvaltı dediğin de Ezine’siz olmaz. Ezine, peynirlerin beyaz prensidir. Hálá hiç üşenmem, her İstanbul dönüşü bir kalıp getiririm. Filipinli yardımcımız bile Ezine aşığı oldu. Hep getirsenize diyor. Kızarmış ekmek, domates, Ezine, hafiiif bir zeytinyağı... Tadından yenmez. Şimdi beni bir düşünce aldı, ya Alya da bu dönüşü olmayan yoldaysa... Yandık valla! Bu arada çok çok kutluyorum. Eğlenceli bir düğün ve mutlu bir evlilik diliyorum. Ne yalan söyleyeyim, yine de peynirsiz geçen 31 yılına üzülüyorum. Belki damat bey sana doğru yolu gösterir, ne dersin?