Paylaş
* Siz, bu kadar başarılı olmanızı neye bağlıyorsunuz? Formülü ne? Tutturuk olmak mı? Cesaret mi? Duyduğunuz heyecan mı? Kültür mü, birikim mi? Kendini ifade etme arzunuzun kuvvetli olması mı? Merak duygusu mu? Ne?
- Yaptığım işten, her zaman müthiş bir keyif aldım. Keyif aldıkça, üretkenliğim arttı. Daha iyi şeyler yapmak istedim. Başkalarının yapmadığı şeyleri yapmak istedim. Hep farklı alanlar aradım. Ortada bir başarı varsa, sebebi bu: Farklı olma arzusu. Belgesel yapmamın nedeni de bu, farklı olmaya çalışmak, farklı şeyler üretmek. Tabii tembel olursanız bunları yapamazsınız. Ben çalışkanım ve gücümü hep farklılıkta aradım.
* Bir sürü insan yetiştirdiniz. Hepsi de kendi çapında ekol oldu. Ama ben sizin hiç ortalıkta, “Onları da ben yetiştirdim!” diye kasım kasım dolaştığınızı duymadım, görmedim. Nasıl oluyor?
- Birlikte çalıştığım insanlara belki bir şeyler verdim ama emin ol, onlar bana daha çok şey verdiler. Birlikte büyüdük. Ve onlarla hep dost kaldım. Benim en büyük şansım, Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anat, Cüneyt Özdemir, Deniz Arman, Ali Kırca, Bülent Çaplı, Coşkun Aral, Savaş Ay gibi isimleri bulmak ve onlarla birlikte çalışabilmekti. Kamera arkasındakiler de var tabii, onları da unutmuyorum.
* Siz, kimlerden neler öğrendiniz? Hangi usta gazetecilerden...
- Pek çok insandan. Ama bana esas gazetecilik dersi veren, Abdi İpekçi ve Sami Kohen’dir. Onların katkıları bambaşkadır.
* Bu arada, size inanılmaz çamurlar atıldı. Ama hayatın akışı, hep sizden yana oldu. Düşmanlarınız, muhalifleriniz eskidi, siz hep taze kaldınız. Kendinizi zafer kazanmış gibi görüyor musunuz?
- Evet görüyorum. Meslektaşlarım da, devlet de bana zamanında çok çamur attı. Ben o zaman da yılmadım. Çünkü haklı olduğumu biliyordum. Tıpkı hastalığımla mücadele eder gibi, onlarla da ettim. Nehrin kenarında oturup seyrederken, bir bölümünün cansız geçtiğini gördüm. Bir başka bölümüyse, eskidi, emekli oldu. Ayaklarında terlikleriyle evlerinde dolaşıp ve fısır fısır konuşan insanlar haline geldiler. Eski yerlerini koruyamadılar. Bense hep tepede kaldım. Bundan dolay, kendimi savaşı kazanmış gibi görüyorum.
HABER İÇİN AİLEMİ BIRAKTIM
* Eşiniz Cemre Birand, sizi olağanüstü bir adam olarak anlattı. Şahane baba, şahane sevgili, müthiş gazeteci...
- Keşke öyle olabilsem Ayşe, ama değilim. Haber için gerçekten hepsini bıraktım gittim. Ben gazeteciyim, başka türlüsü elimden gelmedi. Asıl Cemre, eşi benzeri olmayan bir kadındır. O kadar yükümü aldı ki, anlatılır gibi değil. Onu, hayatımın şansı olarak gördüm, öyle gerçekten...
* Sizce evliliğinizin bu kadar iyi olmasının sırrı ne?
- Biz Cemre’yle ikimiz, karı-koca olmanın yanı sıra çok iyi arkadaşız. Karım, en iyi dostum. Bu önemli. Birlikte çok eğleniriz mesela. Birbirimizden hiç sıkılmayız. İhtiyacı olduğunda Cemre’nin yanında olamadığım zamanlar da oldu, onun ihtiyacı olan şeyleri veremediğim de. Pişman mısın dersen, evet pişmanım. Hayattaki en büyük korkum, onu kaybetmek. Bak işte o zaman hayatım kayar.
* İyi bir baba mıydınız?
- İyi baba değil belki ama sevecen baba. Umur’un büyüme döneminde, onu çok az gördüm. Çok az ilgilenebildim. Bu da içimde bir ukte. Galiba iyi baba olamadım o yüzden iyi bir dede olmaya çalışıyorum.
* Dede olmak rahatsız etmiyor sizi?
- Fikir olarak dede olmak sinir, ama torunuma müthiş bir düşkünlük içindeyim. Eskiden torun delisi olanlarla alay ederdim. Şimdi onlardan beter oldum. Kucağıma Umberto Ali’yi aldığımda en garip sesleri çıkarıyor, en komik suratları yapıyor ve onu eğlendirmeye çalışıyorum. Anlayacağın dedeliği kompleks duymama rağmen kabullendim.
Düşmanlarımın bir kısmı, ben nehir kenarında otururken, önümden cansız geçtiler, bir kısmı da emekli oldu, ayaklarında terlikleriyle evlerinde dolaşıyorlar. Ben ise hâlâ tepedeyim.
Galiba iyi baba olamadım, o yüzden iyi bir dede olmaya çalışıyorum. Umberto Ali’yi kucağıma alınca, en garip sesleri çıkarıyor, en komik suratları yapıyor, onu eğlendirmeye uğraşıyorum. Dedeliği kompleks duymama rağmen kabullendim.
Paylaş