Paylaş
20. yüzyılın o en hüzünlü şiirinde.
Evet, nisan ayların en zalimidir.
Ama Adana’da değil, Adanalılar için değil.
Portakal çiçekleri “misss” gibi açmışken, sokaklar şahane kokarken, bizim hüzünlü olmamıza imkân yok!
Biz, kıpır kıpırız.
Sevinçliyiz.
Heyecanlıyız.
Çocuklar kadar şeniz.
Nefesimizi tuttuk, “Portakal Çiçeği Karnavalı”nı ve karnavala katılacak misafirlerimizi bekliyoruz.
Dünyanın her yerinden gelecekler...
Gelsinler...
Onları, sokakları portakal çiçeği kokan Adana’da kucaklamaya hazırlanıyoruz.
RACONU VARDIR ADANALININ
Üç gün kaldı, beni bir heyecan sardı.
Gelenlere bizim memleketi nasıl anlatmalı, nasıl tanıtmalı?
Yaşar Kemal’in “sarı sıcağından” mı bahsetmeli?
Pamuk’un “beyaz”ını mı tarif etmeli, göstermeli, pamuk kültüründen mi söz etmeli?
“Bu narenciyenin turuncusunu başka yerde göremezsin!” mi demeli?
Konuya, cömertlikten, delikanlılıktan, ağalardan, çiftçilerden, hatta kadın çiftçilerden mi girmeli?
Bu toprakların hep “ilk”lerin çıktığı topraklar olduğunu mu söylemeli?
Yaşar Kemal’leri, Orhan Kemal’leri, Yılmaz Güney’leri, Abidin Dino’ları, Suna Kan’ları mı anlatmalı...
Bilimde, sanatta, sporda, siyasette bir sürü “ilk” bu şehirden çıktı mı demeli?
Yoksa meseleye, “Rocanu vardır Adanalı”nın diye mi girmeli?
En iyisi alıp, kebaba gitmeli!
Romanlara, filmlere konu olan Adanalılık kavramının derinine kebap eşliğinde inmeli...
Bir de acılı şalgam varsa yanında...
Oh ne âlâ!
KEBAPTAN İBARET DEĞİLDİR
Bazen, “Adana kebaptan mı ibaret?” diye soruyorlar.
Değil tabii.
Çok daha zengin, çok daha derin.
Kebabın Allah’ı bizim memleketimizde yenir o ayrı.
Ama tabii ki Adana kebaptan ibaret değildir!
İşte “Nisan’da Adana’da” sloganıyla duyurusu yapılan karnaval biraz da bunu anlatıyor.
Adana kültürü üzerine başka bir “farkındalık” yaratmaya çalışıyor.
Fikir babası, Ali Haydar Bozkurt’a binlerce teşekkür.
Bir Adanalı olarak, Adana’ya bu karnavalı armağan etmekle büyük hizmet yaptı.
Gerçekten “vizyoner” olduğunu kanıtladı. O aslında kendinden yola çıktı; nisanda Adana’ya geldiğinde, üzerine bir tişört geçirip, ayağına Convers’lerini giyip, memleketinin portakal çiçeği kokan sokaklarında dolaşmaktan ne kadar keyif aldığını anlattı.
“Portakal çiçekleri bu şehrin sembolü, bunu iyice vurgulamalıyız” dedi.
Ve elinden geleni yaptı.
Şimdiden, “Nisan’da Adana’da” bir marka oldu.
Artık her sene, nisan ayında, portakal çiçeklerinin açılma tarihine göre, hep birlikte bu karnavalı kutlayacağız.
Her şeyin başlangıcı bebektir, ama ben inanıyorum ki, bu karnaval büyüyecek, her yıl daha da serpilecek, güzelleşecek.
Bu arada en az Ali Haydar Bozkurt kadar çabalayan iki kişi daha vardı.
Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk.
Ve Adana Valisi Hüseyin Avni Coş.
Onlara da teşekkürler.
Emeğe geçen herkese teşekkür.
Cumartesi karnavalda görüşmek üzere.
Hoşça kalın, portakal kokuları içinde kalın!
Emek sineması ve biber gazı
Bir taraftan, sanatçılara Kürt meselesinde arabulucu olsunlar, akillik yapsınlar diye ricada bulunacaksın, “Siz bu meseleyi çözersiniz, haydi göreyim sizi” diye sırtlarını sıvazlayacaksın...
Sonra da sanatsal başka bir konuda duyarlılığını gösteren sanatçılara, yazarlara, çizerlere, sinemaseverlere, Emek-severlere biber gazı sıkacaksın!
Böyle bir rezillik ancak Türkiye’de olur.
Yazıklar olsun!
HAMİŞ: Biber gazını yemiş zor durumdaki insanlara su satmayan bir firmaya, Mado’ya ise diyecek söz bulamıyorum.
Otel, otel değil, Biri Bizi Gözetliyor Evi, yuh diyorum! (*)
CUMARTESİ günü hurriyet.com.tr’ye “Ayıplı Otel” diye bir yazı yazdım.
Özetle, Şeyda Coşkun ve Ergin Ataman’ın görüntülerini veren oteli kınadım.
Topa tuttum.
Bunun bir rezalet olduğunu söyledim.
“Gitmeyin o otele!” dedim, “Odalarında kalmayın, uyumayın, sevişmeyin. Bugün bunu yapan, yarın kim bilir neler yapar? Maazallah balkonunuzdan girer, odanıza kamera koyar! Her şey beklenir onlardan...”
Gerçekten felaket bir şey!
Bizim bu noktada tartışmamız gereken, o iki insanın neden orada olduğu değil -o mesele onları ilgilendirir- bir otelin nasıl böyle bir şey yapabildiği?
Bu buluşma, ikisi de kamuoyunun tanınan simalarından olduğu ve erkek evli olduğu için, dünyanın her tarafından “magazin haberi”.
Bayılıyoruz “Yakalandılaaaar!” haberlerine.
Ve basıyoruz.
Yok öyle yağma, “Sen basmasan, ben okumam...”
Sen okumayı sevdiğin için ben basıyorum!
Kaç kere tıklandığını biliyor musunuz o görüntülerin?!
Çünkü bu eleştirilerle gelenler de oldu, “Sadece otel değil, basın da suçlu” diyenler.
Bu da tartışılabilir, ama o zaman magazin anlayışımızı A’dan Z’ye sorgulamamız gerekiyor.
Ve sizi temin ederim, beğenin beğenmeyin, katılın katılmayın dünyadaki pek çok gazete bu haberi basardı.
Beni şu aşamada daha çok ilgilendiren, otelin bu olaydaki rolü.
Bunun altında nasıl bir tezgâh, tertip var ki bu görüntüleri verebiliyor ya da bunun sızmasına izin veriyor?
Hiç mi utanma yok bunlarda?
Sesini çıkarmaması da ayrıca ilginç!
Belli ki kapansın gitsin bu mesele istiyor.
Ama bence bir özür ve açıklama borçlular.
Sadece o çifte değil, hepimize...
Çünkü, bir otelin tüm güvenilirliğini yerle bir eden bir şey bu.
Kendimi açıkta hissederim ben o otelde.
“Biri Bizi Gözetliyor Evi”nde hissederim.
Hepimiz bir özür bekliyoruz...
HAMİŞ: Pek çok tweet geldi. Tartışmanın sadece Twitter’da kalmasına da gönlüm razı olmadı. Görüşlerin bir kısmını burada da yayınlıyorum. İşin profesyonellerinden de görüş bekliyorum. Oteller, turizmciler, size sesleniyorum...
(*) Yazının başlığına ilham veren Hasan Basri’ye teşekkürler. Onun tweet’inde okudum bu lafı, tam benim hissiyatımı anlatıyordu, o yüzden başlık yaptım.
Görüntüleri veren meslektaşlarımdan utanıyorum
- Şeyda Coşkun’la Ergin Ataman görüntülerini veren otel acilen özür dilemeli. (Yakup C.)
- Taksim Meydanı’nda büyük bir otelin satış-pazarlama müdürü olarak o görüntüleri veren otelci meslektaşlarımdan utanıyorum! (Başak K.)
- Onu bilmem de, bence bizdeki kafayla o otelin müşteri potansiyeli artar. Aha buraya yazıyorum! (Hasan H.)
- İyi diyorsunuz, otel suçlu ama bunu yayımlayan gazetenizin hiç mi suçu yok? Her ahlakdışı kaydı basmak gazetecilik midir? (Taylan B.)
- Otelin adını da yazın da, insanlar görsün. Bunun ameliyathane görüntülerini dağıtmaktan hiçbir farkı yok. (Gülçin Y.)
- Görün bakın, tek savunmaları, “Güvenlikte bu görüntüyü servis eden elemanı işten çıkardık!” gibi bir açıklama olacaktır. (Aksel A.)
- Savcılar, yasaları harekete geçmeli ama nerede. (Ahmet T.)
- Özel hayat denilen bir şeyin olmaması, güvenerek gittiğin otelin bile bunları yapması korkutucu! (Güneş.)
- Ben bir şirkette üst düzey yöneticiyim. Böyle bir şey olsa bizde, çalışan kalmaz, olaya karıştığı düşünülen herkes kovulur. (Emre A.)
- İnsanların özel hayatlarının kasetlere alınıp, siyasi malzeme olarak kullanıldığı bir ülkede bunların yaşanması doğal. (Gizem S.)
- Burada yanlış olan, o görüntülerin verilmesi. Otel, mahkeme kararı olmadan nasıl verir?! Parayla mı, tehditle mi? (M.)
- Birçok ünlü ismin “1 saatlik“ görüşme adı altında, o otelde konakladığını biliyorum. Neden basına sızdırılan Şeyda Coşkun olmuş? (Gökçe S.)
Paylaş