Karabaş ve Migros

Ne zaman Yalıkavak Migros’a gitsem onları görüyorum, şahane bir şekilde devrilmiş uyuyorlar.

Selam veriyorum.

Şöyle bir kafalarını kaldırıyorlar, sonra uyumaya devam ediyorlar.

Tembellik haklarını kullanıyorlar.

O kadar şeker görünüyorlar ki, bana uzuuuun yaz öğleden sonralarını hatırlatıyorlar.

Onlar dünyanın en zararsız en şeker iki köpeği:

Karabaş ve Migros.

Bugüne kadar da kimseye havladıkları görülmemiş.

* * *

Benim çok hoşuma giden bir manzaradır.

Bir mekanın kapısında, paspasında uyuyan kediler, köpekler. Birden bire orası gözümde şahsiyet kazanır.

"Huzurlu bir yer ki, bu hayvanlar burayı ev gibi benimsemişler" diye düşünürüm.

Taksim’deki The Marmara Oteli’nin önünde de vardır mesela.

İnsanlar yanından nehir gibi akar geçer, o köpekcik istifini bozmaz, kıvrılarak uyumaya devam eder.

* * *

Bu iki kafadar tam olarak Migros’a bitişik olan "Pottery Home"un önünde yatıyorlar.

İçeri girince bir türlü kopamadığım bir butik, çok güzel seramikleri var.

Sahibi de Tamer Örek, dünyanın en zarif, en kibar adamı.

O da Karabaş ve Migros’u çok seviyor, tıpkı Yalıkavak’ın bütün yerli-yabancı ahalisi gibi...

Aşılarını ve bakımını Animana Veterinerlik Merkezi’nden Fulya Massizzo yapıyor, bir sürü insan da mama getirip, götürüyor.

Ama şimdi ne oluyor dersiniz...

Bir tek yazı ile bu kimseyi ısırmamış, kimseye zarar vermemiş iki hayvanı oradan sürüyorlar.

Akşam yazarı Sedat Sertoğlu’nun yolu, Gündoğan’dan Yalıkavak’a giderken Migros’a düşüyor, bir de ne görsün Migros’un önünü köpekler basmış (!), yemiyor içmiyor, bir yazı döşeniyor.

Tatsızlık istemeyen Migros yönetimi de, köpekleri oradan yollamaya karar veriyor, birini Migros’ta çalışanlardan biri alacak, diğerini de Türk vatandaşlığına geçmiş Amerikalı bir hanım Rosmary Taramantano.

İyi tamam da bütün bunlara ne gerek vardı?

Neden köpekler, yerlerinden yurtlarından koparılıyorlar?

Bir tek insan şikayetçi oldu diye mi?

Bir tek köşe yazarı "Hoşuma gitmedi bu ne biçim şey!" diye yazı yazdı diye mi?

* * *

Sedat Sertoğlu müşteri ise, ben de müşteriyim.

Üstelik ben Migros’a neredeyse her gün gidiyorum, çünkü orada oturuyorum ve o köpekleri ondan daha fazla görüyorum.

O köşe yazarıysa, ben de köşe yazarıyım.

O rahatsız olmuş.

Ben olmadım.

O gönderilmelerini istiyor.

Ben istemiyorum.

E ne olacak şimdi?

Madem bir tek yazıyla o köpekleri göndermeye kalkıyorsunuz, o zaman bu yazıyla da lütfen yerlerinde kalmalarını sağlayınız.

Teşekkürler.

YİNE TİJEN YİNE OĞULCAN
Geçen gün panik içinde...

"Tijen’i aramalıyım!" dedim.

Oğulcan’ın annesi Tijen Güden. Nerede? N’apıyor? Oğulcan’la ilgili son durum ne? Evden çıkarıldılar mı? Kafalarını sokacak bir yer buldular mı? Boşandığı kocadan haber var mı?

Telefonunu çevirdim, o anda tam da şunu düşünüyordum: Adamlar, zaten hep en zor durumda bırakıyorlar kadınları. Evliliği, acıyı, zartı zurtu taşıyamıyorlar, dayanamıyorlar, anasını satayım çekip gidiyorlar. Bir sürü böyle vaka biliyorum, kadın kanser mi oluyor, ailenin başına bir felaket mi geliyor, kadın çakı gibi ayakta, adam dağılmış vaziyette, sonra da vınnnnnnnnnnn.

Elbette bunun tersi bir sürü örnek vardır, ama şurası gerçek ki erkekler kadınlara göre çok daha dirayetsiz ve güçsüzler.

"Alo" dedi Tijen ve hemen arkasından "Ayşe sen misin? Nereden haber aldın?"

"Neyi?" dedim.

"Son durumu" dedi.

"Yoo hiçbir şey bilmiyorum" dedim.

"Öylesine, kendiliğinden mi aradın?"

"Evet."

"E sana malum oluyor o zaman!"
dedi.

* * *

Bana malûm olan hiçbir şey yok, o kadar zor şeyler yaşıyor ki, sıkıntıda olduğunu tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.

Evden çıkarılmış, para yok, pul yok, iki çocukla annesinin evine sığınmış, annesi de kanser tedavisi görüyor, belli sürelerde kemoterapiye gidip geliyor.

"Annem bile olsa, sığıntıyız neticede, en çok bu zoruma gidiyor" dedi ve ağlamaya başladı. "Kemoterapi görüyor, dinlenmeye ihtiyacı oluyor, küçücük bir evde dipdibeyiz. Şimdi de gelinlerin evindeyiz. Anlayacağın bir orada, bir burada..."

"Koca?"

"O gitti. Aşkla başlayan evlilik tamamen bitti. Taşıyamadı, kaldıramadı. Ama sen onu bırak, daha kötü bir şey var başımızda. Bir süredir ayak bileklerinin arkası morarıyordu Oğulcan’ın. Allah Allah bu nedir derken, dün doktor geldi, ’Ya dolaşım bozukluğu ya da kalbinde sorun var bu çocuğun’ dedi..."

Bakar mısınız felakete...

Bir bu eksikti!

* * *

Tijen’in yaşadıklarına en az benim kadar üzülen ve ona destek olmaya çalışanlardan biri de Anneyizbiz’den Özlem Aysoy. Geçtiğimiz hafta sonu Büyükada’da ve Heybeliada’da bir kermes düzenledi, orada Tijen’in yaptığı takı ve havluları sattı.

Amaç Tijen için üç beş kuruş kazanmak.

Öğrendim ki, bir de bir bankada hesap açmışlar, şu ana kadar 1.531 YTL para toplamışlar.

Yardımcı olmak isteyenler bana e-mail atıp banka hesap numarasını alabilirler.

Ama bu böyle olmayacak.

Bu kadının kafasını sokacak bir eve ihtiyacı var.

Aklına bir yol gelen var mı?

Birileri bana "2000 kişi bankaya 50 YTL yatırsa, 100 bin YTL eder, bu kadın da bir ev alır" demişti. O zaman "Olur mu canım, kim denetleyecek, ben hiç anlamam öyle şeylerden. Böyle bir sorumluluk da alamam" demiştim.

Fikirlerinizi bekliyorum.

HAMİŞ: Hikmet Yücetürk’ün Geriş Yalısı Çökertme Caddesi 109 numaradaki güzel lokantasının adı, Çarşamba günkü yazıda bir hata sonucu Hidavent olarak çıkmıştır. Doğrusu Nihavent olacak. Sevgiler, saygılar.
Yazarın Tüm Yazıları