Kafası delinirken beni teselli etti

Beyin ameliyatı izlemek mi?
Şaka herhalde! Şaka değilse, delirmiş olmalılar. Ama ciddiyse, can atarım. Can atmak da ne kelime, ölürüm, tutmayın beni…

Haberin Devamı

Hayatta en merak ettiğim şeylerden biri…
Ufuk Güldemir öleceğini anladığı anda, “Başıma gelecekleri, bir gazeteci refleksiyle merak ediyorum” demişti, ben onu anlıyorum, her şeyi merak edebilir insan…
Manyaklıksa manyaklık.
Ama boru mu, beyin ameliyatı bu, hangi gazeteci “hayır” diyebilir?
Hayatın boyunca, kaç kere böyle bir şeye tanık olabilirsin ki?
Kalbim küt küt atmaya başlıyor.
Fakat korkuyorum da.
“Salak mısın niye korkuyorsun?” diyorum kendime, “Sen değilsin ki beyin ameliyatı olacak olan. Sen sadece izleyeceksin!”
Annem de beyin ameliyatı oldu, anevrizmalarına klips takıldı, çok şükür her şey yolunda gitti ama ne çektiğimizi ben bilirim…
Beyin en gizemli organ.
Kapalı kutu.
Nasıl yapacaklar ki ameliyatı?
Karpuz gibi açacaklar mı?
Aman Allahım!
İçini görecek miyim?
Antalya’da Profesör Alper Demirbaş’ı organ nakli yaparken izlemiştim, ameliyathaneler kutsal yerler, orada başka bir hayat var.
İnsan bedenin içi de büyüleyici.
Renkler, sıvılar, organlar…
Galiba büyük zevk alıyorum izlerken.
Hayatla ölüm hep yan yana ama orada daha çok yan yana sanki.
Ben neler düşünüyorum…
Allahım aklıma mukayyet ol!

Haberin Devamı

Kafası delinirken beni teselli etti

İSTERSENİZ ONUNLA KONUŞABİLECEKSİNİZ

“Ayşe Hanım, Ayşe Hanım, orda mısınız?”
“Evet” diyebiliyorum, “Bir an dalıp gittim de…”
“Hastamızın adı Ünzile Tavlı, 55 yaşında. Şikâyeti, yedi yıldır Parkinson’a bağlı ciddi boyutlarda el ve ayak titremesi. Artık hayatına devam edemiyor. İnsan içine çıkamıyor. Kendini bir dağ evine kapatmış. Son çare olarak Profesör Hakan Oruçkaptan Hoca’ya geldi. Ameliyat, Ünzile Hanım uyanıkken yapılacak…”
İşte o anda “Neeeee?” diye patlıyorum.
“Ameliyat sırasında hastanın bilinci açık mı olacak!”
“Tabii tabii” diyor, “Titremenin ortadan kaldırılıp kaldırılamadığını birebir görebilmek için hastanın uyanık olması gerekiyor…”
“Dalga geçiyorsunuz!” diyorum.
“Hayır” diyor, “Siz de o esnada, kendisiyle konuşabileceksiniz isterseniz…”
“Çok isterim” diyorum.
Ama birden aklıma geliyor, söylüyorum:
“Ama ben yazdıktan sonra başınıza iş açılmasın. Sonra ‘Bu kadını niye ameliyathaneye aldınız?’ demesinler.”
Gülüyor:
“Hayır, efendim olur mu? Hastanın, doktorun, hastanenin, herkesin izni var.
Dahası geçenlerde Amerika’da UCLA’de 39 yaşındaki bir hasta, aynı ameliyatı oldu. O da titremeler yüzünden gitar çalamıyordu. Adı Carter’dı. Doktorlar, beynine elektrot yerleştirmeye karar verdi. Ameliyat, Twitter’dan ve Vine’dan saniye saniye yayınlandı. Ameliyatın sonunda da Carter, eline tutuşturulan gitarı tekrar eskisi gibi çalmaya başladı. Tüm dünya da buna tanıklık etti. Merak etmeyin yani, burada uygunsuz bir durum yok.”

UZAY ÜSSÜ GİBİ HASTANE

Haberin Devamı

Kafası delinirken beni teselli ettiUlus’tayım, Liv Hospital.
Uzay üssü gibi.
İlk dikkatimi çeken şey koku oluyor. Daha doğrusu kokusuzluğu. Burası, hastane gibi kokmayan hastane.
İnsan vücudunun kendini iyileştirme yeteneğinden ilham alınarak tasarlanmış.
Koridorlar damar gibi, sanki damarların içinde yürüyorsun, tavanda da hücreler var, aydınlatmalar o şekilde.
Ultra modern, tasarım harikası bir otel gibi. Kadronun yüzde 60’ı özel, yüzde 40’ı Hacettepe, Cerrahpaşa, Çapa gibi üniversite hastanelerinden gelen hekimlerden oluşuyor. Yaş ortalaması 40.
Birazdan izleyeceğim beyin ameliyatını yapacak hoca da profesör Hakan Oruçkaptan, Hacettepe kökenli.
Koridorda görüyorum.
Ben çok karizmatik bir adam görünce, nefesi kesilen kadınlardanım.
Artık o adamlardan da çok fazla yok etrafta. Ama Oruçkaptan öyle. Sadece Türkiye’nin en iyi beyin cerrahlarından değil, bir de inanılmaz yakışıklı.
Belki de cerrahlar insana yakışıklı geliyordur, orasını bilemiyorum.
Duruşu daha çok kural tanımaz bir sanatçı gibi.
İnsana muazzam bir güven veriyor.
Ünzile Tavlı’yı anlıyorum, ben de beynimi teslim etmek için onu seçerdim.
“Ameliyathanede görüşürüz” diyor.

HER ŞEY KÜÇÜK ORHUN İÇİN
Ameliyathaneye iniyoruz.
Girişinde bir bekleme salonu var.
Ünzile Tavlı’nın ailesi karşımda.
Pırıl pırıl bir aile.
Sanki güneş ışığı var üzerlerinde.
Biri veteriner, diğeri öğretmen, 30’larında iki kızı var.
İlkokul öğretmeni eşi ve Tavlı’nın en yakın arkadaşı da orada.
Herhangi bir tereddütleri yok.
Yüzde yüz bir teslimiyet.
Ve her şey, aslında küçük Orhun için.
Orhun, Ünzile Tavlı’nın torunu.
2 yaşındaki afacan, anneannenin elinin neden durmaksızın titrediğini bir türlü anlayamıyor, ona sürekli, “Yapma anneanne, yapma!” diyor.
Hatta elini tutuyor, titremesini kesebilecekmiş gibi.
Bir keresinde de anneannesi torununa mama yedirirken elinde tuttuğu kaşık, titremeler yüzünden dişine çarpınca Ünzile Tavlı’nın siniri bozulmuş, kendini dağ evine kapatmış.
Bir yıl sonra eski sağlığına kavuşabilmek umuduyla burada, kendini Hakan Oruçkaptan Hoca’ya teslim ediyor…

Haberin Devamı

Kafası delinirken beni teselli etti

BİR MİLİM OYNASA FELÇ OLACAK

Üzerimizi değiştirdik, hazırız, ameliyathaneye giriyoruz.
Galiba o görüntüyü hayatım boyunca unutamayacağım.
Film karesi gibi.
Ünzile Tavlı, benim için o andan itibaren Ünzile Teyze oluyor.
Ameliyathanenin ortasındaki masada yatıyor.
Omuzları açık.
Kafasına, sabit kalmasını sağlayan bir aparat takılmış, pergel gibi bir şey.
Çok önemli bir aparat o.
Beyinde inmeleri gereken merkezin tam yerini onun sayesinde buluyorlar.
Bir de kafasının hareket etmesini engelliyor.
Bir milim bile oynasa, Ünzile Teyze’nin vücudunun bir tarafının felç olma riski var.
Yanına gidiyorum, “Merhaba” diyorum.
Gülümsüyor.
Hayret ediyorum.
Bilinci açıkken beyin ameliyatı olacak ve gülümseyebiliyor.
Dahası, benimle sohbet ediyor.
Hakan Hoca bu ameliyatlardan 300 tane yapmış, onun için yeni değil ama benim ilk beyin ameliyatım ve bacaklarım titriyor.
Ameliyathane masasındaki Ünzile Teyze’nin cesaretini görünce, kendimden utanıyorum.
O esnada kolunun ve ayağının ne kadar çok titrediğini fark ediyorum.
Titremek ne kelime, zelzele oluyor sanki.
Elini tutuyorum, biraz azalır mı diye.
Ne mümkün!
Biz sohbet ederken, ameliyathane örtülerinden bir paravan yapıldı.
Ünzile Teyze’nin kafasının arkası o paravanın arkasında kaldı.
O örtülerin ön tarafında Ünzile Teyze’yle konuşabiliyorsunuz, arkada ameliyat yapılıyor…
Sürreel bir görüntü…

ŞİMDİ DE KAFATASI DELİNİYOR

Bisturiyle Ünzile Teyze’nin kafa derisi kesiliyor.
Kanıyor.
Sonra bir cihazla, elektrik akımı ısıya çevrilerek, kanama durduruluyor.
Havada bir yanık kokusu.
Şimdi kemik dokudalar.
Kafatasında yani.
Bir aletle, kafatası deliniyor.
Of ki ne of.
Kafasında metal 1 TL büyüklüğünde bir delik açıyorlar.
Daha sonra o deliği, iyice törpüleyerek düzgün hale getiriyorlar.
İçeriye bir şey düşmesini engelliyorlar.
Elektrik süpürgesiyle çeker gibi, temizledikleri kemik parçalarını aspiratörle çekiyorlar.
Resmen Ünzile Teyze’nin kafasında minik bir kuyu var.
Altında beyin zarı... Şimdi ulaştılar ona.
Adı Dura. Merhaba Dura...
Kafası delinirken beni teselli ettiSonrası beyin...
Bu noktadan sonra önemli olan, sorun yaratan merkezin yerinin tam olarak tespit edilmesi.
İçeriye, ucuna elektrotlar bağlı çubuklar yollanıyor.
O çubuklar kuyunun içinde ilerlerken benim içim eriyor.
Paravanın önüne geçiyorum, “İyi misin Ünzile Teyze?” diye soruyorum.
“İyiyim, iyiyim evladım” diyor, son derece rahat.
Bilse arkada neler oluyor, aklı gider!

BİLGİSAYARDAN BEYNİN SESİ GELİYOR

Hoca bilgisayara geçiyor.
Ve sinir akışını izliyor.
Gergin bir bekleyiş hâkim.
Bir de çok acayip; bilgisayardan, insandan bağımsız bir varlıkmış gibi, beynin sesi geliyor, fışşğhhhhhğğğğğhhhh…
İnsanın içi bir tuhaf oluyor.
İşte o anda her şeyin, akan bir enerji olduğuna inanıyorsun.
Hah hoca buldu aradığı noktayı…
Titremeleri yaratan hatalı noktayı…
Radyo frekans dalgasıyla lezyonlar oluşturdu.
O da ne!
Hoca, Ünzile Teyze’nin elini kolunu hareket ettirmesini istiyor.
Titremelerinde gözle görülür bir azalma var. Hadi biraz daha. Çubuk o noktada oynadıkça, titremeler iyice azalıyor. Ve bir an geliyor, titremeler tamamen duruyor.
İşte o an ağlamaya başlıyorum.
Emre’nin (Yunusoğlu) de gözleri doluyor.
Dolmayacak gibi değil.
Bu, bir mucize!
Gözümün önünde Parkinsonlu Ünzile Teyze bir masaya yattı, beynine bir kuyu açıldı, içine ucuna elektrotlar bağlı çubuklar yollandı.
Ve titremeleri durdu…
Bu bir mucize değil de ne?..

Haberin Devamı

Kafası delinirken beni teselli etti

"TORUNUMU KUCAĞIMA ALMAK İÇİN SABIRSIZLANIYORUM"

Ünzile Teyze, Balıkesir’in Dedeağaç Köyü’nden.
Babası pehlivan, savaşçı bir adam, aydın bir insan. Kızlarının üzerine titreyen bir baba, Onları, hep kendi ayakları üzerinde duracak şekilde yetiştirmiş. Almanya’ya işçi olarak gidiyor, sonra geri dönüyor.
Ünzile, elinden her iş gelen kızı. Kardeşlerini bile doğurtan o.
Baba-kız çok düşkünler birbirlerine.
Babası kollarında vefat ettiğinde de herkes korkarken, çenesini bağlayan, ellerini birleştiren ve bütün gece onunla oturan da o.
Rol modeli babası, ona çok hayran.
Bir de köyün öğretmenine!
Zaten o öğretmenle de evleniyor. Mutlu bir hayatı oluyor. Ünzile Teyze, anaokul çocuklarına servis şoförlüğü yapıyor. Arabanın lastiği patladığında o değiştiriyor.
“Abla bırak bu işleri, git evinde yemek yap!” diyenlere gülüyor.
40 yaşında çocuk gelişimi okuyor çünkü hayatı çocuklarla geçiyor, onları daha iyi anlayabilmek istiyor.
Böyle cesur, dirençli, mücadeleci bir kadın o...

Haberin Devamı

Korkmuyor musunuz?

Kafası delinirken beni teselli etti

- Yok evladım, korku morku yok. Üç saat buradayız, sen de benimle yaşayacaksın…

Kafanız bir pergele sıkıştırılmış durumda? Sıkıntı basmıyor mu?

- Hayır, iyiyim. Bir şey hissetmiyorum. Doktoruma güveniyorum.

Çok cesursunuz, ben kaçıp giderdim valla… Resmen uyanıkken beyin ameliyatı oluyorsunuz…

- Evet ama bu hastalık hayatımı o kadar sıkıntıya sokuyordu ki yedi senedir, inan her şeye razıyım. Yeter ki bu titremeler dursun. Biz kadınlar cesuruz, her şeyi yapabiliriz, korkma sen de hiçbir şeyden…

Ne tatlısınız, siz beni yatıştırıyorsunuz! Ne kadar ağır fiziksel sorunlar yaşadınız?

- Titremeler günden güne arttı. Artık insan içine çıkamıyordum. Durdurmak da mümkün değildi. Ne telefonda konuşabiliyordum ne televizyon izleyebiliyordum. Yüzümün sol tarafı tamamen uyuşuyordu. Başımın sol tarafından, yanardağ gibi ateş fışkırıyordu. Allah kimseye vermesin.

Ne tür tedaviler gördünüz?

- Bir sürü doktora gittim. Psikiyatride iki ay yattım. Üç hafta da nörolojide...Tahlillerde hiçbir şey çıkmıyordu. En sonunda, kızım gibi olan bir doçent var, dedi ki, “Ben seni sadece Hacettepe’den profesörüm Bülent Elibol’a teslim edebilirim” dedi. O da beni Hakan Hoca’yla tanıştırdı. Onu görünce tamam dedim, altıncı hissim kuvvetlidir. Bana öyle bir güven verdi. İnsanların kişiliği de yüzüne vuruyor zaten. Nasıl güzel yüzlü baksana. Bana her şeyi, bütün riskleri anlattı. Çok açık davrandı…

Herhangi bir acı hissediyor musunuz?

- Şu anda hiçbir acı hissetmiyorum.

Torununuz da çok memnun olacak değil mi?

- Evet. 2 yaşındaki Orhun, “Yapma anneanne!” dedikçe çok üzülüyordum.

Hiç durmuyor muydu elinizin ayağınızın sallanması?

- Hayır, hiç durmuyor. Sonunda kas yoruluyordu.

Yürürken falan?

- O zaman da oluyordu. Omuzdan kasılıyordu. Uyuyabilirsem iyi, o zaman duruyor. Bir de araba kullanırken. Ama sürekli de uyuyamam ve araba kullanamam ki…
(Üç saat sonra… Son sorumu soruyorum…)

Ünzile Teyzeee, farkındaysan titremelerin durdu ne diyorsun?

- Allah diyorum başka ne diyeyim! Doktoruma minnet duyuyorum. Torunumu kucağıma almak için sabırsızlanıyorum…

Kafası delinirken beni teselli etti

İnsanın beyin cerrahı olması için biraz psikopat olması gerekiyor

Ameliyathanede, fonda Vivaldi’nin ‘Dört Mevsim’i çalıyor.
Ama Profesör Hakan Oruçkaptan duyuyor mu duymuyor mu, ondan bile emin değilim.
Çünkü işine son derece konsantre olmuş vaziyette.
Hiç öyle, “Küçük dağları ben yarattım” havası yok.
Oysa inanılmaz zor ve ince bir iş yaptığı…
Bir milimlik hatanın bedeli inanılmayacak kadar ağır…
Felç mesela, ötesi var mı?
O zaman düşünüyorum, bizim yaptığımız da iş mi?
Hekimler müthiş bir saygıyı hak ediyorlar.
Normal insanlar değil onlar, en azından bazıları Tanrı’nın yansıması…
Ama Hakan Oruçkaptan, alçakgönüllülükten ölecek bir Ankaralı cerrah.
Asla kabul etmiyor böyle iltifatları, övgüleri…
Ona göre o işini yapıyor.
Fotoğraf çektirmekten hoşlanmayan, utanan, sıkılan biri o.
Bana uzun uzun Ankara ve İstanbul cerrahları arasındaki farkı anlatıyor.
Yedi ay olmuş İstanbul’a taşınalı, alışmaya çalışıyor.
Diplomat bir eşi ve iki kızı var.
“İnsanın beyin cerrahı olması için biraz psikopat olması gerekiyor” diyor, beni güldürüyor.
Kendisiyle yaptığım röportaj buraya sığmadı, devamını salı günü okuyabilirsiniz…

Yazarın Tüm Yazıları