Paylaş
Aman Allah’ım bu ne alçakgönüllülük!
Network benim ilk göz ağrım.
30’larımın başındaydım.
Artık 12 yıl olmuştu İstanbul’a geleli, uyum sağlamıştım. Kendimce bir tarz yapmıştım. Kentli bir işkadını gibi görünmek istiyordum. Ama sıkıcı da olmak istemiyordum. Flörtöz durayım, çok da laubali olmayayım. Amaaaa çok da para ödemeyeyim.
Çünkü yok.
İşte o yıllarımın gözdesiydi Network.
O elbiseler, o takımlar, o ceketler cuk diye oturuyordu.
Sonra yıllar geçti, Dubai-Alya- Malya derken, ilk göz ağrımla aramıza mesafe girdi. Çünkü başka bir hayat tarzına kaymıştım, artık kentli işkadını filan değildim, çiçekli, uzun, yazlık, rahat elbiseler, ya da askılı kısa elbiseler, parmaktan geçme terlikler tercih ediyordum.
İstanbul’a geldiğimde ayıp olmasın diye koyu renk bir şeyler giyip idare ediyordum, Dubai’de tekrar o yazlık halime dönüyordum.
*
Gelin de kadere inanmayın…
10 yıl sonra Network için Londra’yım.
‘Erkek yüzü’ Patrick Petitjean ile röportajdan sonra, bir başka ‘havuç’la karşı karşıyayım:
Sienna Miller.
İlk duyduğumda Network’çülere “Dalga mı geçiyorsunuz!” dedim. “Yoo” dediler, “Böyle bir hayalimiz vardı. Madem 11’inci yılımız, öyle bir isimle anlaşalım ki, gerçekten fark yaratsın, iddialı olsun, ses getirsin. Sienna’ya teklif ettik, o da kabul etti…”
“Vay çok havalıymış!” dedim.
Sienna Miller, dünya çapında bir stil ikonu, Arzu Kaprol’ün tasarladığı kıyafetleri görüyor ve kabul ediyor.
Bir tasarımcı-oyuncunun, bir başka tasarımcının ürünlerinin yüzü olmayı kabul etmesi gurur verici bir şey.
Tabii karşılığında aldığı para da hatırı sayılır bir şey ama tek sebebin bu olduğunu zannetmiyorum.
*
Sienna beni acayip şaşırttı.
Bir insan bu kadar mı alçakgönüllü olur.
Nihayetinde dünya çapında bir oyuncu, hiç mi kasmaz kendini, hiç mi burun kaldırmaz, bir parça bile olsa…
Galiba dünyada bir tek Türk starları yanlarına yaklaşılmayacak kadar
hava basıyor.
*
Önce Porgy’le tanıştım.
Sienna’nin köpeği.
Çenesi sakallı, ufak, gri, kısa tüylü
bir şey.
Güzel olduğunu söylemek zor.
Ama Sienna’nın kıymetlisi.
Porgy’e laf söyletmiyor.
Porgy, yaşlı, kır saçlı, ağırbaşlı bir adam gibi, insanın önünde duruyor, uzun uzun gözünüzün içine bakıyor.
Konuştu konuşacak.
Kız hakkındaki ilk fikrim o zaman oluşuyor.
Yeryüzünde bin tane havalı köpek cinsi varken, onun köpeği bile cins değildi, bu da bana iyi geldi.
Ufak tefek bir kadın, ben kendimi yine Gulliver gibi hissettim.
Ve incecik.
Tahta göğüslü, bence çok güzel ama o bundan şikayetçi.
Bıcır bıcır anlatan bir kız.
Çok güzel kirpikleri var, “Bunlar gerçek mi?” diye çekmek istiyor insan, “Çek çek, gerçek” diyor.
Jude Law hakkında soru sormam yasaktı ama tahmin edersiniz ki ben yine de zorladım, hiç renk vermedi.
Zaten üç-beş gün sonra da ayrılık haberi geldi.
Doğru mu, değil mi bilmiyorum.
Bildiğim, tatlı, komik, bir kadın olduğu...
Network’ün de onu ‘yeni yüzü’ ilan ederek iyi bir şey yaptığı…
Tebrikler! Bir Türk firmasının, Network’ün yüzü oldunuz! Teklif gelince ne hissettiniz?
- Heyecanlandım. Ama tedbiri elden bırakmadım, önce giysileri görmek istedim. Ve bingooo, çok beğendim. Ölçüm, benim de giyebileceğim kıyafetler olmasıydı.
Aksi takdirde kabul etmezdim. Sonra
ekiple tanıştım, “Bu işbirliği eğlenceli olacak” dedim.
Demek ki tek motivasyonuz para değildi...
- E doğrusu itiraf etmemi istiyorsanız, teklif edilen rakam da gerçekten iyiydi. Ama ben şimdiye kadar bir sürü şeyi de reddettim. Para önemli bir unsur ama her şey değil, aklıma yatmasa hayatta kabul etmezdim. Çünkü ismim o ürünlerle özdeşleşiyor, o yüzden de beni yansıtabilecek şeyler olması önemli.
Siz ilginç giyinen bir kadınsınız. Tarzınızı nasıl açıklarsınız?
- Vintage parçaları toplayıp, yeni parçalarla karıştırmayı seviyorum. Eklektik bir tarz... Tabii beğendiğim tasarımcılar da var, onlardan giyinmeyi de seviyorum. Ayrıca kız kardeşimle birlikte kurduğumuz kendi moda markamız da var. Daha önce yapılmamış şeyler yapmaya çalışıyoruz. Güzel bir jean üzerine özel dikilmiş şık bir ceket mesela... Bayılırım! Aksesuvarlar ve takılarla da bu tarzı tamamlıyorum.
İnsanın kız kardeşiyle çalışması nasıl bir şey?
- Dışarıdan bakınca zor gibi görünüyor ama biz iyi bir ikiliyiz. Kıskançlık yok, rekabet yok. Tarzlarımız birbirinden tamamen farklı, bu yüzden birbirimizi tamamlıyoruz.
Aranızda kaç yaş fark var?
- Benden üç yaş büyük. St.Martin’s’te moda okudu. Trikolarımız onun eseri. İkimiz de yaratıcı olarak çalışıyoruz. Tabii harika bir tasarım ekibimiz de var. Yine de her sezon öncesi, iki hafta boyunca, silüetlerin, kumaşların, renk paletlerinin, baskıların üzerinden geçeriz. Ben genellikle 10 avangard parça hazırlarım. Öteki klasik parçaları diğer tasarımcılar yapar,
trikolar daha önce de söylediğim gibi Savannah’a ait.
Küçükken nasıldınız? Farklı şeyler giymeye çalışan bir çocuk mu?
- Hem de nasıl! Bir dönem saçlarımı pembeye bile boyamıştım. Çok çılgın bir tarzım vardı. Değişik renklerde spor ayakkabılar giyerdim, biri kırmızı, diğeri yeşil... O zamanlar bunun çok havalı olduğunu zannederdim. Bir dönem hippi kıyafetleri, bir dönem görülmemiş yeni şeyler... Giydiklerimle kendimi yaratıcı bir şekilde ifade etmek hoşuma gidiyordu ama tasarımcı olmak aklımdan bile geçmiyordu. Bir şekilde kendi kendine oluverdi.
Siz aynı zamanda bir moda ikonusunuz.
- Yok ya, öyle mi algılanıyorum?
Evet, dergilerde sürekli “Sienna şunu giymiş, bunu giymiş” diye yazıyorlar...
- Ama ben kendimi öyle görmüyorum. Ben bir aktristim. Hissettiğim şey bu. İnsanların kıyafetlerinize olumlu tepki vermesi hoş bir şey. Ne var ki çok da önemsemiyorum. Bir dönem giyim tarzınız beğenilir ama sonra modanız geçiverir. Benim giysilerim insanların ruh hallerine uygun olduğu için, o giysileri benimsediler.
Küçükken olmak istediğiniz kişi misiniz, ünlü olmanın peşinde miydiniz?
- Hayıııır! Hiçbir zaman ünlü olmayı düşünmemiştim. Ve en çok da şöhretle başa çıkmakta zorlandım. Ama, yalan söylemiş olmayayım, aktrist olmayı ve sevdiğim işi yaparak para kazanmayı hayal ediyordum. Bu hep yapmak istediğim şeydi, başardığım için şanslıyım. Ama daha çok var: Büyük yönetmenlerle daha güzel filmler çekmek istiyorum.
Hangi yönetmenler mesela…
- Oooo çok var! Mesela Wales Anderson, Almodovar... Bu arada Londra’da üçüncü oyunumu oynamak üzereyim, muhteşem aktörlerle çalışıyorum.
İNSANIN TELEFONUNUN DİNLENMESİ FELAKET BİR DUYGU
Sienna Miller olmak nasıl bir şey? Sadece iyi yanları mı var? Kötü yanları yok mu?
- Çok fazla kötü bir yanı yok. Paparazziler hariç. O, benim için çok büyük problemdi...
“Di”... Bitti mi yani?
- Bitti çünkü kanunlar değişti. Artık yaptıkları şeyler, yasalara aykırı. Londra’da benim fotoğraflarımı çekemiyorlar. Hayatım çok daha kolaylaştı. Ama hakikaten zorlu bir savaştı.
Çekemiyorlar mı? Nasıl engelliyorsunuz?
- Resmen İngiltere’deki yasaların değişmesini sağladım. Benim sayemde kanunları değiştirdiler.
Ama yine de sizi tele objektifle uzaktan-muzaktan çekebilirler. Nasıl mani olabilirsiniz ki… Fark etmeyebilirsiniz bile...
- Pardon haklısınız, yanlış söyledim: Çekebilirler ama basamazlar. İzinleri yok, hakları yok. Amerika’da çekebilirler, yayınlayabilirler ama burada değil.
Nasıl yapabildiniz peki?
- Mücadele ettim. Hayatım yaşanılmaz hale gelmişti. Bu gerilimle yaşayamayacağımı fark ettim.
Ama hâlâ fotoğraflarınız çıkıyor, ne zaman, nerede çekiyorlar?
- Belki Amerika’da, belki başka ülkelerde, belki de eskiden kalma fotoğraflar onlar. Ya da havaalanında, ha bak orada izinleri var...
Sizin yazılıp çizilen bir imajınız var. “O ben değilim” dediğiniz oluyor mu?
- Maalesef! Celebrity’ysen bunu yaşamak zorundasın, oyunun kuralı bu. Nasıl olsa yazmak istediklerini yazıyorlar. O yazdıkları sayesinde gazeteler, dergiler satılıyor. Bu sistemi kırmak çok zor. Dürüst olmak gerekirse, çok da fazla önemsemiyorum artık. Ama o kadın ben miyim? Çoğunlukla değilim. Umurumda da değil. Çünkü ben kim olduğumu biliyorum.
Telefonlarınızı hâlâ dinliyorlar mı?
- Bu konuda konuşmam yasak çünkü dava sürecinin tam ortasındayız. 50-60 kişilik bir grup insanın telefonlarının dinlediği kanıtlandı, aralarında ben de varım. Bu konuda size ancak şunu söyleyebilirim, bir insanın dinlenmesi felaket bir duygu!
HAYALİM EGE VE AKDENİZ SAHİLLERİNDE YELKEN AÇMAK
Türkiye’ye hiç gelmediniz mi?
- Ne yazık ki hayır! Ama gelmek için sabırsızlanıyorum. Özellikle İstanbul’u görmek istiyorum. Bütün kültürlerin ve dinlerin kesiştiği o büyüleyici şehir hayallerimde! İnanılmaz etkileyici olduğunu duydum. Ha bir de Ege ve Akdeniz sahillerinde yelken açıp dolaşmak var. Sahil şeridiniz de çok güzelmiş.
Evet, mutlaka Mavi Tur’a çıkmalısınız...
- Evet, bir arkadaşımdan duydum Mavi Tur’u. İnşallah en kısa zamanda fırsat bulurum. Kültürünüz, mimariniz, çarşılarınız muhteşemmiş, çok sık duyuyorum. Güzel takılar, güzel halılar almak
için de ideal!
DOLGUN GÖĞÜSLERİM OLSUN İSTERDİM AMA YOK
Network’ün elbiselerinde en çok neyi sevdiniz?
- Kumaşlar çok kaliteli, büyüleyici. Özellikle omuzlardaki boncuk detaylı siyah elbiseler harika. Eğlenceli ve flörtöz...
‘Flörtöz’ iyi bir tanımlamaymış... ‘Seksi’den daha iyi.
- Daha çok çalışan kadınlar için giysiler var ama gerçekten şık giysiler. Bir de modası geçecek şeyler değil, seneler sonra da giyebilirsiniz. Eğlenceli bir koleksiyon.
Köpeğiniz de burada...
- Evet, adı Porgy. Hiç ayrılmıyoruz.
Sakallı, yaşlı bir amca gibi duruyor.
- Ay öyle söyleme, çok üzülüyorum, sadece öyle görünüyor! Progy yaşlı rolü yapıyor. Daha yedi yaşında. Genellikle yavru köpek gibidir. Bugün hava kötü ya, o yüzden huysuz. Tüyleri grileştiği için herkes ona olduğundan daha yaşlı muamelesi yapıyor.
Şu an evdesiniz diyelim. Yalnızsınız. O gün iş yok, tatil. İdeal ev gününüzü anlatın...
- Uyanırım, bir güzel çayımı içerim, sonra kahvaltı ederim, yavaş yavaaaş, e-maillerime bakarım, sonra Progy’yle uzuuuun bir yürüyüşe çıkarım, dönünce koltuğa uzanırım, bütün gün yayıldıkça yayılırım...
Zor değil mi, hep güzel olmak, formda olmak, yeni trend yaratan ilginç biri olmak?
- Böyle bir zorunluluk hissetmiyorum. Ayrıca bu kadar disiplinli olabilecek kadar sabırlı değilim. Ben “Mutluysan zaten güzel görünürsün” diye düşünenlerdenim. Mutsuz olmaktansa form dışı olmayı tercih ederim.
LONDRA’DA KİMSE BAKMAZ
Hiç formunuzun dışında oldunuz mu ki!
- Aaa öyle demeyin... Kimse yeteri kadar formda değildir. Üç gün önce hayatımda ilk defa spor kulübüne yazıldım. Henüz başlamadım ama çantamda gerekli malzemeler var! Gitsem de gitmesem de o kulübe üyeyim ya, bana yetiyor.
Spora gittiğinizde insanlar ne yapıyor? Gözlerini dikip bakıyorlar mı?
- Henüz gitmedim. Ama burası Londra, öyle şeyler olmaz. Zaten ben de gittiğimde kulaklıklarımı takıp buhar odasına girmeyi düşünüyorum, biraz da yoga yaparım. Londra’nın baskılı hızlı temposunda iyi bir sakinleştirici.
Ruhunuzu beslemek için yoga dışında ne yapıyorsunuz?
- Çok kitap okurum. Londra dışında küçük bir evim var. Benim için sığınak gibi, şöminemi yakarım, kırmızı şarabımı alırım, yemek pişiririm.
Sözünü edemediğimiz ‘arkadaş’ da geliyor mu?
- Tabii ki... O, Progy ve diğer arkadaşlarımız... Rahatlamak ve şehirden kaçmak için ideal.
Vücudunuzun beğendiğiniz en güzel yeri neresi? Göğüsleriniz mi, gözleriniz mi?
- Ne göğsü? Var mı ki? Dolgun göğüslerim olsun isterdim ama yok. Şuramı beğeniyorum diyebileceğim bir yerim
yok galiba. Ama kirpiklerimin uzun olduğunu söyleyebilirim.
Çok mütevazısınız...
- Yok değilim, gerçekleri söylüyorum.
Peki ya evlilik, çoluk çocuk?
- Bir gün mutlaka.
SEKİZ YAŞINDA YATILI OKULA VERDİLER
Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
- Harikaydı! Annemle babam çok özel insanlardır.
Ne iş yaparlar?
- Annem yoga öğretmeni. Babam finans sektöründeydi; idiler...
Oooo siz yogada filan iyisinizdir o zaman?
- Yok değilim. Çok küçükken yatılı okula gittim. Bizimkilerden erken koptum yani. Ama şikayetim yok, yatılı okulda güzel arkadaşlıklar kurdum.
Kaç yaşındaydınız?
- Sekiz.
E küçükmüşsünüz bayağı. Niye yatılı verdiler?
- İngiltere’de çok yaygın bir şeydir.
Disiplin için mi?
- Bilmiyorum. Ama bir kötülüğünü görmedim.
Yaratıcı bir çocuk muydunuz?
- Evet, oldukça artistik. Haliyle matematik ve fizikte de felakettim...
Sürekli güzel olmak nasıl bir duygu?
- Her zaman öyle hissetmiyor insan, kimsenin de hissettiğini sanmıyorum. Şu anda olduğu gibi mesela. Ayrıca herkes gibi ben de berbat evrelerden geçtim. Hiçbir açıdan göz kamaştıran bir çocuk değildim.
Erkekler pervane değil miydi yani etrafınızda?
- Hayır, değildi.
Biliyorum adını anmayı çekindiğim (Jude Law) sevgiliniz hakkında soru sormam yasak. Kağıt bile imzalattılar. İzninizle bir tek masum soru sorabilir miyim?
- Hadi, peki sor...
Bu gezegende yaşayan kadınların dörtte üçü, birlikte olduğunuz adama tapıyor! Bu kötü bir şey mi, harika bir şey mi?
- Ben onu, diğer kadınların gördüğü şekilde göremiyorum. O benim için normal biri. Çok iyi tanıdığım bir insan. Ona tapan kadınlar gibi algılayamıyorum yani.
AYAKKABI FETİŞİSTİYİM
O zaman konuyu değiştiriyorum: Ayakkabı mı, çanta mı?
- Kesinlikle ayakkabı! Ben ayakkabı fetişistiyim. Ayakkabılar, benim zayıf tarafım. Ayakkabı satın almayı başka her şeye tercih ederim.
Yüksek topuklu mu?
- Botlar, yüksek topuklular, her türlü ayakkabı!
Depresyonda olduğunuzda ayakkabı mı alıyorsunuz?
- Depresyonda olmasam da alırım! Genellikle depresif bir insan değilim. Ama eğer terapiye ihtiyacım varsa, o zaman kesinlikle ayakkabıcılara koşarım.
Evinize hırsız girse, gardırobunuzun hangi parçasını çalarsa ölürsünüz?
- Annemin 60’lı yıllardan kalma vintage bir Missoni elbisesi. Onu alırsa mahvolurum...
Anneniz hâlâ yogaya devam ediyor mu?
- Kendi kendine yapıyor. Artık öğretmiyor.
Gardırobunuz nasıl? Giysiler için ayrı bir yeriniz var mı?
- Hayır. Tamamen dağınık. Beni strese sokuyor.
Kendinizle ilgili iyi bir şey söyleyin...
- Seksi severim. Kendimle dalga geçebilirim. Çok spontanım. Gerçi bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Açık sözlüyüm. Bir de çok sadığım. Bin yıldır aynı insanlarla çalışıyorum. Basın danışmanım mesela, 10 yaşından beri arkadaşım.
Paylaş