Paylaş
Duyduğunuzda huzursuz olursunuz.
Kulağınız uğuldar, bedeninizde bir takım değişikler yaşarsınız.
O odayı, o mekânı acilen terk etmek, o sesten kurtulmak istersiniz...
BÜNYEM KALDIRMIYOR
İşte bana öyle oluyor.
Başbakan ekrana çıkınca, artık bünyem kaldırmıyor!
Kendimi iyi hissetmiyorum.
İki elimle kulağımı kapatmak istiyorum.
Çünkü o konuşunca, onun gerginliği bana sirayet ediyor.
Dengelerim bozuluyor.
Ya içime kapanıyorum ya birilerine bağırmak, hata ısırmak istiyorum.
Mutsuz oluyorum.
UÇUŞAN TEHDİTLER
Tamam biliyorum...
Başbakan da, bana ya da benim gibileri konuşmuyor.
Zaten bu iş, Gezi Parkı olayından filan çoooktan çıktı, tamamen “siyasi strateji” haline geldi.
“Ben şunu yaptım, ben bunu yaptım. Daha şunları yapacağız. Ben bu kadar mükemmelim. Ama onlar şöyle kötü, böyle kötü...”
Hissediyorsunuz ki, Başbakan, önüne gelen her şeyi, “yenmek” ve “yenilmek” kavramlarıyla değerlendiriyor.
Havada, sürekli tehditler uçuşuyor.
Kendi siyasetini onaylamayan herkes ama herkes, o tehditlerden nasibini alıyor.
Siyasetçiler, işadamları, gazeteciler, sanatçılar, sosyal medya, parktaki o gençler, pardon çapulcular...
Herkes haksız.
Bir tek o haklı!
HEP AYNI ŞEY!
Dün, artık bininci kez aynı şeyleri dinlediğimde ne yapacağımı şaşırdım.
“Nereye kaçsam?” dedim.
Bir de nasıl metinlerdir o yazılanlar?
Nasıl bir psikoloji içinde yazılıyor bu metinler?
Başbakan metinlere sadık mı kalıyor, emprovize mi konuşuyor?
Bilmiyorum bu soruların cevabını ama sürekli dozu artan bir baskı var.
Muhtemelen yorgun da.
Öyle tabii.
Aynı gün içinde bilmem kaç tane (5 miydi, 6 mıydı?) miting yapıyor, oradan oraya koşturuyor, kareli ceketiyle otobüslerin üzerine çıkıyor ve başlıyor onu bunu suçlamaya...
Önce CHP’ydi, sonra marjinal gruplardı, sonra çapulcular oldu, sonra yağmacılar-talancılar oldu, faiz lobisi oldu, en sonunda dış mihraklar da karar kılındı.
Ve o kadar çok şey söylendi ki...
Artık süzmek, sağlıklı bir değerlendirme yapmak da mümkün değil.
BİLİYORUM HAYAL
Belki uzayda yaşıyorum ama ben hâlâ komplekssiz siyasetçiler hayal ediyorum.
Tatlı, hafif küçümseyen ama babacan tavırlı, “Hoşuma gitti bu yaptıklarınız. Mesajınızı aldım. Tamamdır park sizindir. Durdurduk projeyi. Hiçbir şey, Türkiye’nin geleceğinden, yani sizlerden önemli değil” diyecek bir Başbakan...
Jean’ini çekecek Gezi’ye gidecek, oralarda dolaşacak, gençlerle sohbet edecek...
Ama biliyorum hayal...
Gittikçe de işin içinden çıkmak zorlaşıyor.
Hatta bu anlayışla, mümkün değil.
Bunu çözecek kişi Başbakan, o da çözmüyor.
Öyle bir niyeti yok.
Oysa Gezi’deki bu yeni gençler, bizi ne kadar mutlu etmişti.
Onların cesareti, modernliği, dayanışması, yardımlaşması, mizahı, kendileriyle dalga geçebilmeleri, yaratıcılıkları...
Hani hoşunuza gitmeyen kareleri zihninizde hoşunuza gidenlerle değiştirirsiniz ya...
Öyle yapıyorum.
Başbakan’ın konuşmaları siliyorum, yerine Gezi’deki gençlerin görüntülerini koyuyorum.
Benim için “yeni Türkiye” Gezi.
AK Parti ise “eski Türkiye”.
Artık söyleyecekleri hiçbir şeye inanmıyorum.
Ve yine Gezi’ye gidiyorum.
En azından oradaki gençler hakiki!
Dün Taksim’de yaşananlar senaryo muydu?
İSTANBUL Valisi Hüseyin Avni Mutlu, geceden başladı tatlı tatlı tweet’ler atmaya, “Yattım yatağıma uyuyamadım, kalbim sizlerle, bir gönül kırdıysak bin özür dileriz” mealinde.
Söylenecek tek söz işte “Dört dörtlük gönül adamı”!
Yattık kalktık, gördük ki, sabahın 7 buçuğunda canlı yayın araçları Taksim’de konuşlanmış vaziyette hazır.
Derken barikatların arasından molotofkokteylleri atılmaya başlandı.
Bugüne kadar molotofkokteyli Gezi olaylarının en sert çatışmalarında bile görülmemiş.
E şimdi haliyle insan huylanıyor, “N’oluyoruz?” diye. Huylandık tabii.
Uzun süre, sistit olmuş Toma’lar su fışkırttı.
Uzun süre, bu “sahne”ler izlendi canlı yayında.
Ve ardından defalarca, “Hiçbir şekilde Gezi’ye müdahale edilmeyecek!” anonsları.
Ve sonra fossssssss.
Anladık ki, yine sözlerinde durmadılar.
Yine gazla daldılar.
O gençlerin canına kastettiler.
Bir kere daha yazıklar olsun!
Paylaş