İhaneti de kadınlardan öğrendim, sadakati de

O herhangi biri değil, Can Dündar. Bu sorulara çok güzel cevap verir diye düşünüyordum, tahminimden güzel konuştu.

Hem sofistike bir yanı var, hem de son derece doğal ve samimi. Kasmıyor, zorlamıyor, gibi olmaya çalışmıyor. Neyse o. Bir kere daha anlıyorum ki, kimse durduk yerde Can Dündar olmuyor. İnsanın birtakım özelliklere sahip olması gerekiyor. Onlar da, bir erkekte var ya da yok. Yani sonradan edinilemiyor. İyi ve beğenilen bir yazar olduğu kesin, bence iyi bir eş, iyi bir sevgili ve iyi bir baba da. Buyurun siz karar verin...
/images/100/0x0/55ea3a6cf018fbb8f872a838
İlk aşkınız sizin için hálá önem taşıyor mu? Ne açıdan?

- İlk aşkım, karşı bloğun penceresinde geceleri gördüğüm bir siluetti. Akşamdan kaloriferin üzerine tüner, benim pencereme doğru bakardı, ya da ben öyle sanırdım. Aslında belli belirsiz bir gölgeden ibaretti. Bazen "birlikte" sabahlardık o halde. Yüzünü hiç görmemiştim. Ama o yaşta bir kadında neyi hayal ettiysem ona giydirmiştim. Beni en iyi anlayandı o; benim en iyi anladığım... Zamanla o kadar benim oldu ki, onsuz yapamayacağımı hissettim. Bir akşam kaybolsa yıkılıyordum.

Ne kadar sürdü?

- Tanışana kadar... Hiçbir zaman hayalle hakikat örtüşmez ya; öyle oldu. Meğer bir serapmış gördüğüm... Diktiğim hayali elbise, tanıştığım kızın üzerine uymadı. Dikişler patladı. Üstüne üstlük penceredeki hayalden de oldum. Ta o zamandan biliyorum, aşkın, maşuktan bağımsız, aşığa ait bir şey olduğunu...

İlk aşkın, sonraki ilişkileri belirleyici bir özelliği var mı?

- Herhalde... İlk seyahat gibidir; mukayeseler onun üzerinden yapılır hep. İlk gidişte kaybolmamak için yola serptiğin pirinç tanelerini takip edersin sonraki yolculuklarda da... Şanslıysan, kaybolmadan yolu öğrenmene yardımcı olur. En çok nereleri sevdiğini keşfedersin. Çıkmaz sokakları daha iyi sezersin. Ne kadar ileri gidebileceğini, ne kadar süreceğini tahmin edersin.

Kadınlarla kolay ilişki kurabilir misiniz? Yoksa zor mudur?

- Her erkeğin bir zor dönemi olduğuna inanıyorum. Çünkü kadının erkeğe nikahsız haram olduğu inancıyla kültürlendik biz. Asırlarca birbirimizden ayrı kaldık. Dinimiz, töremiz, geleneğimiz, ebeveynimiz, çay bahçelerimiz, okul bahçelerimiz, kolluk kuvvetlerimiz, öğretmenlerimiz aşka tahammülsüzdü. Benim neslim kadını, köhne sinema perdelerinde Behçet Nacar’ın yatağında görüp tanıdı. O hengamede ne kadar görüp nasıl tanıyabildiyse artık... Bu kaskatı kaçgöçün birkaç kuşakta çözülmesi zor. Bu ülkede hálá otobüste kadınlarla erkeklerin yan yana gelmesi ürkütücü bulunuyor. "Bayan yanı koltuk" diye bir tarif var.

Siz de o kuşaktansınız, ama ilişkide zorlanmıyorsunuz...

- Benim şansım şu: Ben o "bayan yanı koltuk"larda büyüdüm. Çocukluğum hep kadınlar arasında geçti. Halalar, teyzeler, teyze kızları... Erkenden ve bilmeden yazıldığım faydalı bir kurs gibi. O yüzden kadın, tanıdıktır bana.

Peki kadınları anlayabilir misiniz? Yoksa onları çözmek, sizin için havuz problemi çözmekten zor mudur?

- "Baktı mı şıppadanak kadının ruhunu okuyan"lardan değilim. Keşke olabilseydim. Ama kadınlarla iyi anlaşıyorum. Ve sanılanın aksine, asıl kadınlar için erkekleri anlamanın zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadın ne istediğini bilir ve ona kilitlenir. Erkeğin canının ne zaman müşfik bir anne, ne zaman vamp bir cariye çektiğini kestiremezsiniz. Yanlış zamanda yanlış role soyunan bir kadın, "fazla anaç" veya "Amma da fettan!" diye damga yiyebilir.

Kadınlarla ilişkilerinizde, yazılarınızdaki kadar duyarlı mısınız? Yoksa duyarlı yazar, duyarsız erkek misiniz?

- Onu, beni bilen kadınlara sorman lazım.

Kadınlardan ne öğrendiniz?

- Hepsini aklamayacağım: İhaneti de onlardan öğrendim, sadakati de! İhaneti öğreteni terk ettim. Sadakati öğretene ibadet ettim.

Karşılıksız aşka kapıldığınız oldu mu?

- Evet. Ama karşılıksız aşk, karşılıksız çekten farklı olarak, kazandıran bir şeydir; yaratıcılığı kamçılar.

Aşk acısı çektiniz mi?

- Çektim, çekmez miyim, yazılarım şahidimdir.

Kişilik özelliklerinizin, alçakgönüllük, samimiyet, sakinlik ve sadeliğin kadınlarla ilişkinizde ne kadar etkisi oldu?

- Çok yararını gördüm. Asıl erkeklerle ilişkimde sorun yaratmıştır bunlar. Çünkü çoğu hemcinsimden farklı olarak, erkek sofralarının değişmez mönüsü sayılan futboldan, arabadan, silahtan hazzetmem. Küfürlü sofraları, kadınsız sofraları sevmem. Emir kipinde konuşmam, maço tipinde dolaşmam.

En büyük silahınız zekanız mı?

- Hayır. "Kadınca"yı biliyorum. Bu, öğrenilebilir bir dildir. Yeter ki niyet edin, emek verin. Konuşunca kadınlar sizi tanır ve severler.

Bir erkeğin "Kadınlara karşı hep dürüst oldum" diyebilmesi mümkün mü?

- Ya bir insanın diğerine?

Kadınları en çok hangi özelliğiniz çekmiştir?

- Çektiyse, kalemim... Onun her konuda dostluğunu, yardımını gördüm. Hakkını ödeyemem.

Kadınların hangi özelliği sizi çekiyor?

- Depremde bir şey dikkatimi çekti: İlk sarsıntıda evi barkı, çoluk çocuğu bırakıp balkondan atlayanların hemen hepsi erkekti. Biz, yiğitliğimize pek laf kondurmasak da, kriz anında gözüpek olan kadındır. Onların cesareti, kafalarına koydukları şeyler için ateşe yürüyebilmeleri büyülüyor beni. Tabii doğurganlıkları, yaratma yetileri, acıya dayanıklılıkları da... Bir de organizasyon yetenekleri... Gün boyu çalışıp akşam televizyon seyrederek fasulye ayıklarken bir yandan da çocukların ödevlerini takip edip, telefon faturasının son ödeme tarihini düşünebilmelerine, ertesi günü planlayabilmelerine hayranım. Haksız bir görev bölümü belki; ama evde rahat yazabiliyorsam, bunu eşimin organizasyon dehasına borçluyum.

Kadınların hangi özellikleri sizi hasta ediyor?

- İktidar yarışına girince dişleri, kulakları, bıyıkları uzuyor!

Hayatınızın herhangi bir döneminde, kadınları etkilemeye/ tavlamaya çalışan bir erkek/ yazar oldunuz mu?

- Her daim onların gözüne girmeye çalışmışımdır. Başta annemin. Sonra sevgililerimin, bugün eşimin. Yazılarımı önce eşim okur; beğenmezse baştan yazarım.

Kadınları nasıl tavlarsınız, bir kadına verdiğiniz en yaratıcı hediye nedir?

- Özel bir hediyeyi deşifre etmek yakışık almaz. Ama ilk denememi anlatayım: İlk aşkım için bir kaset yapmıştım. Önce kendi niyetimi dolaylı şekilde ima eden bir öykü yazdım. Sonra bunu kasete okudum. Ama kaydı bir hayli güç oldu: Bir yandan öyküyü yazdığım kağıttan okurken, arada esler verip el çabukluğuyla pikaba yerleştirip-değiştirdiğim 45’lik plakları teybe kaydediyordum. Bunu 70’lerin zavallı kayıt teknolojisiyle ve yorgan altında kurduğum ilkel stüdyoda yaptığımı düşünürsen yaratıcı olup olmadığını bilmem ama oldukça yıpratıcı bir tavlama sanatına sahip olduğum kesin.

"Hiç seks peşinde olmadım. Hep sevgi insanıydım" diyenlerden misiniz?

- Ben bu ikisini birbirinden ayırabilenlerden değilim.

Yaş ilerledikçe aşkı, ilişkiyi, evliliği algılamak hangi yönde değişiyor?

- Bir kompozisyon yarışmasında çocuklara aşkı tarif ettirmişlerdi. Kazanan tarifi hatırlıyorum: "Dedem babaannemin ayak tırnaklarını boyuyor; aşk budur işte" demişti bir çocuk... İnsan, zamanla ilişkinin kıymetini bilmeyi, sürmesi için emek vermeyi öğreniyor. Ve bazı ağaçlar, yaprak döktükçe daha iyi meyve veriyor.

Bu kadar yıllık evlilikten sonra, aşk hálá aynı seviyede mi? Ya da nasıl tanımlıyorsunuz aranızdaki duygusal bağı?

- "Aşksız nikahlar, nikahsız aşklar yaratır" derler. O yüzden aşkı hiç yitirmemeye çalıştım. Zamanla ilişki sığlaşmıyor, aksine derinleşiyor. Yeter ki siz, o derinliğe dalmaya niyetli olun. Aslında ilişkiyi kurmak kolay; sürdürebilmek zordur. İlişkiye girmek güdüseldir; sürdürmekse bilinçli bir çaba ister. Birlikte yaşadığınız insan için hem tanıdık, hem taze kalabilmek istiyorsak sürekli kendimizi yenilemek zorundayız. Ben kurduğum ilişkilerden çok, o ilişkileri inatla, imanla, aşkla sürdürebilmiş olmakla övünürüm.

Peki ne kadar cesursunuz ilişkilerinizde? Ne kadar risk alabilirsiniz? Ne kadar maceracısınız?

- Sevdiklerimi kaybetmekten çok korkarım. Maceramın sınır çizgilerini işte bu korku çizer.

Bir erkek yaşı ilerleyince "Hayat elimin altından kayıyor, son bir şey daha yaşayayım" hissine kapılır mı?

- Hayata yeterince bağlıysanız, sıkı tutunursanız hiç elinizden kaymaz. Son olduğunda da, onun son olduğunu bilmezsiniz ki zaten...

Orta yaş krizi sizi de vurdu mu?

- Hayatın güzel yanı, ne zaman ortasında olduğumuzu bilemememiz. "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder" diye yazan Cahit Sıtkı, 45 yaşında öldü. Her yaş, hakkınca yaşanacak. En doğrusu bu.

Sizi korkutan bir kadın tipi var mı?

- Çok güzel ve cüretkar olanlar.

Hiç hazzetmediğiniz kadın tipi...

- Muhteris olanlar.

Karınızla son zamanlarda yaşadığınız en romantik an?

- Hafta sonu bir film izlerken birbirimizin gözyaşını sildik.

Kadınlardan ne bulamadığınız zaman yoksunluk hissedersiniz?

- Doymak bilmez bir sevilme iştahım var. Çok şükür şimdiye dek yoksunluğunu hissetmedim pek.

İnsan kendini ne zaman erkek hissediyor?

- Kadın ona hissettirdiğinde...

İnsan kendini ne zaman baba hissediyor?

- Bebek, ana karnını ilk tekmelediğinde.

Oğlunuza öğretmeye çalıştığınız en temel şey?

- "Sen farklısın. Kimseye benzemek zorunda değilsin."

Hangi konularda birbirinize benziyorsunuz?

- Cebimde her daim bir not defterim vardır. Yıllardır aklıma gelen her şeyi o defterlere yazarım. Oğlum geçen gün bir yerde birlikte müzik dinlerken not defterimi istedi ve içine notlar aldı. Sonra okudu bana. İnanamadım yazdıklarına... Yazı sevdasının bir genetiği varsa; müteşekkirim ona.

Sizin gibi mi uyuyor, ona bakınca kendinizi mi görüyorsunuz?

- Her anne baba, çocuğunda biraz kendini arar; ama ben onda potansiyel olarak benden fazlasını görüyorum ve buna çok seviniyorum.

Çocuğunuza öğretmek için kafanızda sıraya koyduğunuz neler var?

- "Nasıl dünyaya geldim", "Tanrı var mı", "Gökyüzü neden mavi", "Deprem nasıl oluyor" dönemlerini geçtik. Şimdilerde, "Niye bazı ülkeler daha zengin", "Kızlar neden böyle davranıyor", "Neden artık Pink Floyd gibi müzik yapılmıyor", "Nazilerin derdi neydi" dönemindeyiz. Öğrendiğiniz ne varsa bu süreçte test ediliyor. Öğretmek için yeniden öğrenmeniz gerekiyor. Öğretirken baştan öğreniyorsunuz. Her gece uykudan önce bir şiir ya da öykü okuyoruz bir süredir. O sayede eski kitaplarımı yeniden okuyorum. Bütün CD’lerimizi i-pod’a aktarıyoruz; dinlediğim müzikleri yeniden anımsıyorum. Ondan da yeni müzikleri öğreniyorum bu arada... Bugünlerde hedefim, çocukları kuşatan kültür endüstrisinin tekelini kırıp, onu genelde yaşadığımız coğrafyanın, özelde Türk müziğinin, edebiyatının, mutfağının klasikleriyle tanıştırmak.

Neyi öğrettim diye mutlusunuz?

- Haksızlığa başkaldırmayı. Aklına yatmayan bir şey söylenince kazan kaldırmayı. İşerken klozetin kapağını kaldırmayı.

Bisiklete binmeyi öğretişinizi yazmıştınız bir keresinde...

- Öğretirken seleyi tutar gibi yapıp, hissettirmeden bırakmanız gerekiyor. Hep tutarsanız kendi başına süremez; aniden bırakırsanız düşer. Tıpkı hayat yolculuğu gibi: Her daim arkasında olduğunuzu bilecek; ama yolunu kendisi çizecek.

İnsanın çocuğuyla ortak bir tutkusunun, hobisinin olması nasıl bir şey?

- Paylaşmanın harikulade bir tadı var. Geçenlerde evde, annesinin hakemliğinde "Kekik kokusunun naneden farkı nedir?" konulu kompozisyon yarışması yaptık. 10 yıl önce iki avucunuza sığan varlıkla kalem yarıştırabilmek, kulaklığın iki ucunu paylaşıp şarkı dinleyebilmek, aynı kortta tenis oynayabilmek harika. Çoraplarımız, iç çamaşırlarımız karışmaya başladı şimdilerde... Bırakın hobiyi, buradaki ortaklık bile muhteşem.

En son ne zaman ağladınız?

- Sinemada... Uçurtma Avcısı filmini seyrederken.

En son ne zaman güldünüz?

- Az önce... Bu röportaj için fotoğraf çektirirken...
Yazarın Tüm Yazıları