İçerde yatmamız devleti ahtapot gibi saran gizli yapıyı ortaya çıkardı

Levent’te bahçeli bir ev.

Haberin Devamı

Heyecan içinde zili çalıyorum.
İşte karşımda Soner Yalçın.
Gülümsüyor.
Bir süre afallıyorum, çünkü onu en son mahkemede görmüştüm. Yaşadığım sahnenin gerçekliğine inanmam biraz zor oluyor.
O ise çok neşeli, dalgasını geçiyor.
Gençleşmiş, kilo vermiş, saçları değişmiş.
“Eski Soner” diyeceğim ama değil…
Eskisinden daha açık sözlü birini buluyorum karşımda. Bir perde kalkmış gibi. Rahatlamış, aklından ve kalbinden geçen her şeyi söylüyor.

*

Bu arada yaşadığı ev beni çok şaşırtıyor.
Ev, dekorasyon dergilerinden fırlamış gibi. Bütün tasarımı sevgilisine ait. Çok modern bir ev. Her köşesiyle ayrı uğraşılmış.
Belli ki Soner de eviyle gurur duyuyor. En çok kütüphanesini seviyor, yüksek duvarların tamamı kitapla kaplı ve bir duvarı cam, minik bir bahçeye bakıyor.
Bu evde sadece beş ay yaşayabilmişler, sonra Soner iki sene yok…
Ama şimdi karşımda ve ben onunla konuşuyorum…
Yaşananları yeniden gözden geçiriyoruz…

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eb0553f018fbb8f8a5cf44

İki yıldır içerideydin, artık özgürsün. Kendini nasıl hissediyorsun?
- İyiyim, enerjiğim. Ama bir kırılganlığım da var. İçeride kalanlar yüzünden. Buradayım, ama aklım hep onlarda…

Hayatında değişen bir şeyler var mı?
- Olmaz mı? Eskiden bilgiye ve zekâya önem verirdim, artık benim için önemli olan, ahlak ve vicdan. Siyasi görüşü ne olursa olsun, yeter ki vicdanlı olsun…

“Hiç çıkamayacağım buradan” diye düşündüğün oldu mu?
- Hayır. Girdiğim günden itibaren, “Bir gün gelecek bu kapı açılacak” dedim, iki yıl sonra da açıldı. Tabii benim şöyle bir avantajım var: Sol mahallenin çocuğuyum, bizim kültürümüzde cezaevi, üniversitedir. Düşüncelerinden dolayı içeri girmek onurdur.

Yani ‘kahraman’ gibi mi hissediyorsun kendini?
- Asla! Ben o sözcükten korkarım. Hayatta hiç kahraman filan olmak istemedim. Benim mesleğim gazetecilik. Öyle de kalmak istiyorum. 170 yıllık basın tarihinde, meslektaşlarımız çok büyük bedeller ödedi, o bayrağı yere düşürmediysem ne mutlu bana…

Haberin Devamı

Gençleşmiş duruyorsun…
- Öyle mi? İçeri girerken söz verdim, kendimi bırakmayacağım, buradan güçlü bir şekilde çıkacağım, her gün spor yapacağım diye. Sürekli yürüdüm. İki yolu var yürümenin, bir Türk usulü gidip gelme, bir de Rus usulü olduğun yerde dönme. Ben Rus usulünü benimsedim. 10 küsur kilo verdim.

Saçın da değişmiş…
- Gözaltı, tutuklama derken, berbere gidemedim. Cezaevinde Adanalı bir kalpazan vardı, o kesti. Ben aslında, hayatım boyunca tanınmak istemedim. İsim olarak bilinebilirsin ama tanınmak başka bir şey. Ama artık yüzüm de tanındı, “Sakalımı mı kessem acaba?” dedim. Kalpazan berber, “Abi sakalını hayatta kesmem. Ama sana kalpazan modeli bir saç keserim!” dedi. Cezaevinde adli suçlarda da vahim şeyler yaşanıyor. Bu berber çocuk neden yatıyor biliyor musun? Dosyası kayıp! Mahkeme diyor ki, “Ben Yargıtay’a gönderdim”, Yargıtay ne dese beğenirsin: “Bende dosya mosya yok!”

Haberin Devamı

Ne tür bir klostrofobi oluyor?
- Aslına bakarsan olmadı. Kendimi hiç cezaevindeymişim gibi hissetmedim. Bu ülkede her şeyin bir bedeli var. En ağırı da hakikatin peşinde koşmak. Ama Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, Çetin Emeç’in, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Musa Anter’in, Hrant Dink’in yanında başıma gelenler ne ki? Onlar, ‘sırf gerçeğin peşinde koştular’ diye kuytu köşelerde öldürüldüler. Ben iki yıl içeride yatmışım çok mu…

Çok sakin anlatıyorsun her şeyi. Hiç mi ağlamadın, duvarları yumruklamadın?
- Cezaevinde ağlanmasına karşıyım. Bağıra çağıra ağlamak, bize uymaz. Biz gözyaşı dökeriz. Onurlu olan budur. Ama tabii ki gözyaşı döktüm, nasıl dökmem? Şimdi bile bunları anlatırken gözlerim doluyor. Beni kurtaran okumak ve yazmak oldu.

Haberin Devamı

Türkiye’de bir gazetecilik var, bir de ‘başarıya endeksli gazetecilik’

İçeriye neden girdiğini de bilmiyorsun, neden çıktığını da. O zaman aynı şeyler tekrar başına gelebilir. Korkuyor musun?
- Korkuyorum. Ama ben hep korkuyorum. Üstelik bu benim başıma yeni gelmiyor ki. 93’te Binbaşı Ersever bana kimlerin nasıl öldürüldüğünü, Yeşil’in kimleri nasıl katlettiğini anlattığında da korktum. Sonrasında Binbaşı Ersever’i öldürdüler, nüfus cüzdanını bana gönderdiler ve “Seni de öldürürüz” diye tehdit ettiler, kaçtım saklandım. Ama yine de kitabımı yazdım. Gazeteciliğin gereği bu. Diğeri, ‘başarı endeksli gazetecilik.’ Başarı endeksli gazeteci, bunları görmez…

Haberin Devamı

Tahliye olduğunu nasıl öğrendin?
- Mahkeme bizi cezaevi aracıyla gönderiyor, tahliye varsa, yolda öğreniyoruz. Yalçın Küçük, Hanefi Avcı ve ben, araçtaydık. Üçümüze tahliye bekliyordum. Hanefi Avcı indi. Tık yok. Yalçın Küçük hocamla kaldık. Jandarma teğmeni bana dönüp, “Gözünüz aydın!” dedi. “Hocam?” dedim, “Yok” dedi, “Sadece size…”  Koğuşta 45 dakika gözyaşı döktüm…

Utanıyor mu insan?
- Hem de nasıl! Kabul edemedim. İki kişiyle kalıyordum Oktay Yıldırım ve Turhan Özlü, beni sakinleştirmeye çalıştılar. “Boş ver sen çıktın işte, ona sevin” dediler. Ama sevinmek ne mümkün, Oktay Yıldırım beş buçuk yıldır yatıyor, Turhan Özlü Ulusal Kanal’ın Genel Yayın Yönetmeni, onun suçu da basın toplantısı yayımlamak…

Bunu okuyanlar diyecekler ki, “İyi de bu davalardan içeride yatan herkes mi suçsuz!”
- Ben senin aracılığınla, bu davaların eski savcısı Zekeriya Öz’ü istediği televizyon ekranında, istediği dosyayla tartışmaya çağırıyorum. Hodri meydan!

İnsan içeride çetele tutuyor mu? Arayanlar, aramayanlar, haber yapanlar, yapmayanlar, destek olanlar olmayanlar, korkanlar çekinenler…
-Felaket dönemlerinde gerçek dostlarının kim olduğunu anlıyorsun. Aslında derdim ne samimiyet ne arkadaşlık. Umursadığım tek şey, gazeteciliğin bu kadar aşağı çekilmesi. Bu ülke buna layık değil. Niye basın özgürlüğü ayaklar altında olsun?

Ben peygamber miyim?
Mutlaka hatalarım vardı!

Neden senin başına geldi? Sadece gerçekleri yazdığın için mi? Senin yaptığın bir yanlış yok mu?
- Gazeteci olarak mutlaka hatalarım vardı. Olmaz olur mu? Ben peygamber miyim? Bunu gazeteciler, aramızda tartışmalıydık. Terör mahkemesinde değil…

Sen içeri girdiğinde “İyi oldu, hak etti diyenler” oldu, çünkü bir sürü insanın canı yandı Oda TV yayınları yüzünden. Çıkarken büyük çoğunluk sana haksızlık yapıldığı konusunda hemfikirdi…
- Ben belgesiz konuşmam, yazmam. Adamı yok ederler bu meslekte. “Oda TV benim hayatımı karartı” diyenler bir örnek göstersinler bana. Böyle diyenlerin kaçı dava açmış? Açmış mı? Ama haklı oldukları bir şey var. Bizim de özeleştiri yapmamız lazım. Okuyucu mektupları bazen hakaret içeriyordu. Kabul ediyorum. Bazen gözden kaçtı ve pespaye yazılar yayımlandı. Fethullah Gülen dava açtı. Neden? “Fetoş” yazıldı diye. Haklı. Kimsenin bunu yapmaya hakkı yok. Bunu diyemeyiz ama Fethullah Gülen’le ilgili haber yapabiliriz. O da Abdullah Öcalan da Türkiye’nin iki önemli figürü. Onları yok sayarak habercilik yapılamaz.

/images/100/0x0/55eb0554f018fbb8f8a5cf46

Gerçeği yazmak teröristlikse, yazın kardeşim: Soner Yalçın teröristliğe devam edecek!

26 yıllık gazeteciyim. Gazetecilik alanında yaptıklarımı eleştirebilirsiniz. Tarzımı, üslubumu, yazılarımı, kitaplarımı ama Allah aşkına, terör örgütüyle benim ne alakam olabilir! Tam altı ay, bu medyanın bazı kanatları tarafından ‘kadın satıcısı’ olarak gösterildim. Ne kadar ayıp! Bu iftiranın yanında, cezaevinde yatmak nedir ki? “Birileri de bunun bir gazetecilik davası olduğunu görür herhalde” diyorsun, görüyor ama üç beş kişi. Öyle bir korku, öyle bir sindirme harekâtı yaratılmış ki... Ben işte buna isyan ediyorum. Bir yanardağ kadar öfke doluyum. Öfkem bazı meslektaşlarıma. Bu tertip bugün bana, yarın onlara olabilir. Bu, Soner Yalçın davası değil ki, basın özgürlüğü davası. İşte Yalçın Küçük. 75 yaşında, Yale’den bilmem ne üniversitesine kadar bulunmuş. Böyle bir akademisyeni nasıl içeride tutabiliyorlar? Doğu Perinçek’le mahkemelik olmuşum, 17 yıldır görüşmüyorum, “Elime fırsat geçti şimdi onu ezeyim, kinimi kusayım” der miyim? Elinizi kalbinize koyun ve söyleyin, İşçi Partisi’nin ve Doğu Perinçek’in terörle ne alakası var? Profesör Doktor Fatih Hilmioğlu, bir rektör, bir kalp cerrahı, binlerce insana hayat vermiş ve bu insan maalesef kanser, 21 yaşındaki çocuğunu eliyle toprağa verdi. E yeter be kardeşim! Bu adamı, iddianamede, toplantı yapmakla suçluyorsun. Genelkurmay, “Böyle bir toplantı yok” diyor. Diğer rektörler geliyor, “Böyle bir toplantı olmadı” diye tanıklık ediyor. Bu ısrar, bu zulüm niye? Niye biz, bir avuç gazeteci bunu dert etmiyoruz? Biz nasıl bu kadar korkağız? Ben bunları kabul etmiyorum. Etmeyeceğim de. İnsanları sarsmak istiyorum. Bir başka profesör, hastane kurmuş Mehmet Haberal. “Toplantı yaptı.” Yapsa ne olur, yapmasa ne olur! O da hasta. Ölünce mi, “Neden bunlar yapıldı?” diyeceğiz? Bunları görüp bilip de yokmuş gibi yaşamayı beceremiyorum. Bu aptallıksa, bu aptallığa devam edeceğim. Gerçeği yazmak teröristlikse, yazın kardeşim Soner Yalçın teröristliğe devam edecek!

TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN EL ELE

Artık enerjimi bu ülkedeki toplumsal barışa harcamak istiyorum. Bu tertip, sadece Oda TV’ye yapılmadı, Deniz Baykal’a da yapıldı, 10 MHP’liye de yapıldı. Bu tertibi yapanlar aynı zamanda Başbakan’ın odasına o böceği koyanlar!
Kontrgerilla’ya karşı ölümü göze alarak haberler yapmışım, faili meçhulleri, Yeşil’i yazmışım, JİTEM’i ortaya çıkarmışım, daha Susurluk çetesi ortada yokken, Behçet Cantürk’ün nasıl öldürüldüğünü yazmışım. Bu derin yapılara karşı mücadele etmiş biri olarak söylüyorum ki aynı türden yapılar bugün de var. Poliste, adliyede ve medyada. Oysa ikinci gizli bir hükümet olmaz, ikinci bir devlet yapılanması olmaz. Olmamalı. Bunlar, devlet gücünü arkalarına alarak insanların hayatını karartıyorlar. Hepimiz karşı çıkmalıyız, toplumsal barış için elele vermeliyiz.

TÜRKİYE’NİN EN ŞEFFAF ADAMI BENİM

Şöyle bir rol paylaşımı yapmışsınız, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, İbrahim Balaban. Sen hangisiydin?
- Ben Nâzım Hikmet’tim. Çünkü o öğreten. Barış Pehlivan’la Barış Terkoğlu da gazeteciliği benden öğrendiler, o yüzden.

İnsanlar sokakta seni görünce ne yapıyor?
- Herkes çok sıcak davranıyor. Geliyorlar, sarılıyorlar, “Siz haksızlığa uğradınız, sizi seviyoruz” diyorlar. Bir kere kahvaltıya gittik, para almadılar. Benim hayatımda böyle bir şey yoktu. Yolda birileri çevirsin, bir şeyler söylesin, artık var. Her şeyimi kamuya açtılar. Benim hayatımda sır mır kalmadı. Şu an Türkiye’nin en şeffaf adamı benim!

Türkiye’yi aydınlığa götürecek olan kadınlar

Kadın arkadaşların sana müthiş destek verdiler. Ne diyeceksin?
- Sadece benimle ilgili değil, Balyoz’da da Ergenekon’da da en büyük desteği kadınlar verdiler. Onlar tehlikeyi sezdiler. Kadınlar, gelen karanlığın, en çok onları ezeceğini biliyor. Herkes olayın bir ucundan tuttu. Bence Türkiye’de şu an en güçlü hareket kadın hareketi. Kadın hareketini örgütleyen bir siyasi parti çok büyük güç haline gelir. Türkiye’yi aydınlığa götürecek olanlar da kadınlar.

İnsanın sevgilisi onun için mücadele edince, aşk daha da mı güçleniyor?
- Evet, kesinlikle. Aşk böyle de bir şey değil mi?

Avukatın ve eski eşin de seni çok destekledi…
- Evet sevgilim de eski eşim de aydın insanlar. Meseleyi biliyorlar, görüyorlar ve vicdanlılar.

Aren’in iki yıl sonra babasıyla yılbaşısı nasıl geçti?
- Güzel geçti. Özel bir şey yapmadık, evdeydik. Aren bize şömine yaktı. Sonra da bir gazeteci arkadaşlarımıza gittik. Feza da vardı, Aren de vardı, Halide de vardı. Yeni yıla öyle girdik. Hepimiz. Benim çıkmama Halide ne kadar sevindiyse, Feza da o kadar sevindi.

Gelelim Aren’e. Onu nasıl bıraktın, nasıl buldun?
- Beni en fazla yaralayan oğlum oldu. Ben bir bebek bıraktım, çıktığımda genç bir adamla karşılaştım. Oysa giderken çizgi film izliyordu, çıktığımda oturaklı, meselelere vâkıf biri olmuştu. Tabii çok üzüldüm, çünkü bebekliğini yaşamadı. Çocukların gözlerindeki ışıltıyı yok ettiler. Bunu kabul etmek çok zor…

En çok Deniz Baykal hayal kırıklığına uğrattı

Seni en çok kim hayal kırıklığına uğrattı?
- Tabii ki Deniz Baykal! Ve beni arıyor. Hiç kusura bakmasın telefonlarına çıkmayacağım. Ben ona inandım. Kişilik olarak tanımam ama birkaç kere yan yana gelmişliğimiz var. Medyaya yeni gelmiş birkaç yeni yetme çocuğa Baykal, “Soner’in arkasında kim var?” demiş güya, öyle söylediğini tahmin etmiyorum gerçi, ama çıkıp da “Ben böyle bir şey söylemedim. Tanırım, gazetecidir” demedi. Şimdi nasıl gelip de geçmiş olsun diyecek? Ben içi dışı bir adamım. Gözyaşı da dökerim, sinirlenirim de... Bunları insani buluyorum. Bütün bu Ergenekon ve Balyoz davalarında içeride olanların ortak özelliği ne biliyor musun? Bunlar, iyi insanlar ve heyecanlılar. Tuncay Özkan, medyada birçok insanla kavgalıdır, benimle de öyleydi, konuşmuyorduk ama iyidir, gazetecidir. Mustafa Balbay, dünya tatlısıdır, o da heyecanlıdır. Gazetecilik için didinen insanlar bunlar.

/images/100/0x0/55eb0554f018fbb8f8a5cf48

GÜÇ SARHOŞU OLDULAR

Sen bir sürü ‘suç’ işledin ama en büyüğü ‘okyanus ötesi’ne dokunmak mı ?
- E birileri dokunulmazlık istiyor. “Dokunanı da yakarım” diyor. Biz bunu kabul edemeyiz. Daha önce de kendini böyle görenlere dokunduk. Nice bakanlar, başbakanlar geldi geçti. ‘Güç sarhoşu’ oldular. Açıkça söylüyorum, ibadetini yapan adamın, tanrıya hangi yöntemle nasıl yakaracaksa yakarsın, kapısının önünde nöbet tutarım ama bunun dinle, imanla alakası yok. Bu resmen siyaset. Siyaset yapacaklarsa parti kursunlar. Gizli yapılarla, dün nasıl savaştıysak bugün de savaşırız...

Sence içeride yatman, bu ülkenin geleceği için bir işe yaradı mı?
- Yaradı tabii. Hepimizin yatması yaradı. Bu devlete zehirli bir ahtapot gibi dalbudak salmış o gizli yapı ortaya çıktı. Bunu devletin içinden söküp atmak, siyasi iradenin gücüne bağlı. Siyasi irade ya bunu atar “Böyle şey olmaz!” der ya da yok olup gider. Türkiye şimdi bu noktada, ya Türkiye kazanacak ya okyanus ötesi...

Korkan gazetecilerin hiç haklı yanı yok mu? Senin yaşadıklarını yaşamak istememelerini insani bulmuyor musun?
- Buluyorum, korkan insanı anlarım. Ama o zaman de ki, “Korkuyorum.” E o zaman da bu mesleği bırak. Çünkü başka türlü bir gazetecilik olduğuna inanmıyorum. Nasıl tüm bu olanlara gözünü kapatabilirsin ki?

 Sence sizin dava, Ergenekon ve Balyoz nasıl şekillenecek?
- Bunlar siyasi davalar, siyaset çözecek. Mahkemede filan çözülmez. Zaten orada bir mahkeme olduğuna da inanmıyorum.

İnsanların aklında bu röportajdan en çok ne kalsın istersin?
- Türkiye’de gazeteciler de var! Sadece bu kalsa bile yeter. Bir gazeteciyi, gerçeği yazdı diye bir tertiple içeri attılar. Çıktı ve gazetecilik yapmakta ısrar ediyor.

Sana bunu yapanlar başka şeyler de yapabilir…
- Söylüyorum hep, korkuyorum. Ama başka türlü bir gazetecilik bilmiyorum.

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Yazarın Tüm Yazıları