Paylaş
“Tamam, baba, senin sevdiğin adam, sen onun peşinden git. Ama beni de anla, benim bir hayatım var burada” dedi.“Hem orada arkadaşım yok” dedi.“Buradaki okulumu çok seviyorum” dedi. “Benim dansım var” dedi, “Jimnastiğim var” dedi, “Aktivitelerimden geri kalmak istemiyorum” dedi.“Mutsuz olurum” dedi, “Hep surat asarım!” dedi.Altın vuruşu da şöyle yaptı:“Ben zaten ergenim. İyi olmaz çevre değiştirmem. Bana inanmıyorsan pedagoğa filan sor ‘yapma’ diyecektir. ‘Bir yıllığına çocuğun düzenini bozmayın’ diyecektir!” dedi.Gerçekten de 11 yaşındaki küçük canavar haklı çıktı. Birkaç uzmana danıştım, “Bu yaşta, arkadaşlar, çevre, okul çok önemli. Bir yıl için çocuğa köklü bir değişim yaşatmaya değmez!” dediler.Bir tek ilkokulu okuduğu okulun, IICS’in müdürü, ki orası yabancı bir okul, müdürü de yabancı, heyecanla “Aaaaa harika bir fırsat! Mutlaka değerlendirin. Alya’yı bizim okuldan mezun edelim ama bir yıl Hindistan tecrübesi ona şahane gelecektir. Kişisel gelişimi için de, kendine güveni için de. Dünya vatandaşı olduğunu fark edecek, ‘Ben her yerinde yapabiliyorum!’ diyecek. Şiddetle tavsiye ederim. İlk günler hayatınızı zindan edecek, ‘Beni niye getirdiniz buraya?’ diyecek ama insanın güvenlik alanından çıkması iyidir. Değişim iyidir. Farklı kültürler iyidir. Müthiş zenginliktir!” dedi.Ama olmadı...Sevgilimle kızım arasında kaldım, bir türlü cesaret edemedik.Ömer’le bir yıl boyunca sadece iki-üç hafta birkaç gün görüşebildik.İstanbul’a gelmesiyle gitmesi bir oluyordu.O gidince ben de deli gibi çalışıyordum.Ama nereye kadar?Eskiden hem çalışan hem sevişen bir kadındım ben.Bir yıl boyunca sadece çalışan kadın oldum!Sonunda “Yeter ya!” dedim.Ölümlü dünya, niye yalnız bir hayat yaşıyorum?Niye geceleri sevdiğim adamın kollarında uyumuyorum?Sonunda canıma tak etti, Alya’yı da kaptığım gibi Mumbai’ye geldim.Alya’ya ne mi dedim?“Anne-baba buna karar verdi, böyle olacak! Bu kadar. Bir yıl Hindistan’dasın. Senin için iyi olacak. Ama şimdi fark edemiyorsun!”
Fotoğraf temsilidir.Hindistan macerası öncesi arkadaşlarımızın bize bir photoshop sürprizi.
Geçen cumartesi apar topar Mumbai’ye uçtuk. Gelişimiz anlı şanlı oldu. 4 büyük bavul, iki de yavru! İki tane de uçağa kabin valizi, etti mi size 8 bavul!
Ömer ve Alya, hamal gibi seyahat ettiğim için benden utanıyor. Benimse hiç umurumda değil. Bir bavul yiyecek getirdim arkadaşlar! Biliyorum, bunu da anlamıyor insanlar, “Sen manyak mısın?” diyor, ama benim Ezine keyfim var, bazen keçi seviyorum, bazen koyun... O şiir gibi beyazpeynirleri, üçe kestirip bir güzel vakumlattım. E sonra kaşar, lor, köy peyniri, Allah ne verdiyse vakumlattım...
Şimdi zeytin getirmeden olur mu? Olmaz! Bunun çiziği var, yeşili var, siyahı var, minicik olanları var... Hepsi vakumlandı.
Sevdiğim ekmekler var, mutlaka Hindistan’da da vardır ama ben tedarikli kadınım. E pirinç, bulgur filan da taşıdım. Alya bulgur pilavını çok seviyor ama Adana usulü, o farklı, daha ince. Anne değil miyim tabii ki yemek yapacağım, tabii ki tüm bunları taşıyacağım... Buzlukta içliköfteler vardı, her Adanalı kadının evinde olur, onları da kaptım, babaanneden donmuş mantı vardı, onu da...
Biz vardığımızda, saat sabah 5 olacaktı. Eve gideriz, şöyle dökünürüz, duş-muş. Ben şahane bir pazar kahvaltısı hazırlarım. O sırada Mumbai’de domates, salatalık, nane, sivribiber filan mı arayacağım? Mecburen sebze olayına da girdim, Ömer’i uçurayım diye, minik domatesler, Çengelköy hıyarı, maydanoz, fesleğen de koydum bavula. Aaaa en önemli şeyi yazmayı unuttum. Simit. Hem taze aldım, hem dondurulmuş. Kısacası bavullar bir güzel doldu!
Bu arada, business filan uçtuğumuzu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Ekonomi tabii, bir yıl ayda iki kere git-gel yapacağım, sponsorum filan da yok, batarım... Çok uçmaktan Elite kartım var, fazla kilo hakkı demek bu, buna rağmen demesinler mi, “54 kilo fazlanız var!” O da çok ciddi bir fazla bagaj parası yapıyor. Ölecektim!
İnanmayacaksınız (inanın!), havaalanının orta yerinde açtım bavulları, 54 kiloyu ayıkladım. Alya sanırım kendini bıçaklamak istedi utancından. O, kulağında kulaklıklar cool bir ergen ya, annesiyse yere oturmuş bavul ayıklıyor... Beni tanımıyor gibi davrandı.
Neyse ayıkladım: Bir sürü kitap götürüyordum, onları bıraktım, tabii ki yiyeceklerden asla feragat etmedim! Bu arada Mumbai’ye taşıdıklarımın arasında sadece yiyecek yok; abajur ve halı da var. Elbette Hindistan’da da vardır ama nerede bulacağım ilk günlerde. ‘Ev’ dediğin şey benim için önemli, içime sinmeyen bir yerde yaşamak istemem. Acelem var benim. O mekânı hemen eve dönüştürmeliyim.
Başka neler taşıdım?
Raflar, 25 tane çerçeve, onlara uygun siyah beyaz fotoğraflar, 15 yastık, hepsi mavi-lacivert ve beyaz tonlarında, şamdanlar, aile albümleri, duvar aksesuvarları...Ve tabii seramikler... Bir yıl önce Bodrum’da yaşayan genç sanatçı Gezin Kurtaran’ı keşfettim, müthiş seramikler yapıyor, onun tabaklarında, çanaklarında kahvaltı yapmaya bayılıyorum. Bodrum’daki evde var, Mumbai’de de olsun istedim. Üşenmeden taşıdım.
Alya bana, “Baba çok kızacak!” dedi. “Boş ver sen babayı!” dedim, “Sana hayat dersi: Erkekler başta her şeye karşı çıkar. Yenilikten korkarlar. Biz kadınlar kadar cesur değiller. Bak, biz otelde yaşıyoruz. Orayı acilen eve çevirmemiz gerekiyor. Aylarca ruhsuz bir otelde kuruyalım mı? Bu götürdüklerimizle evi giydireceğiz. Sen ve ben... Suç ortağıyız. Tamam mı? Hemen arkadaşların odana gelsin istemiyor musun?” “Arkadaş” deyince akan sular duruyor.
“Tamam” dedi.
Bu arada Alya’nın arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğraflarını polaroid havasında siyah-beyaz bastırdım, ince uzun teller aldık, duvara monte edince çamaşır ipi gibi oluyor, üzerine tahta mandalla takınca havalı duruyor, bunları düşündük birlikte, odasına da yastıklar, yatak örtüleri, duvarına asacağı panolar... Kendimizce gitmeden onun odasını dizayn ettik.
Alya’yla ilişkimiz Muson yağmurları gibi. Günlük güneşlikken birden yağmur bastırıyor, o işte bana sinir olduğu anlar, sonra tekrar güneş açıyor, barışıveriyor, “Seni dünyada her şeyden çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?” diyor. Onun ergen halini de çok seviyorum. Çocuk yetiştirmenin her şeyi güzel, kavgaları da.
İstanbul’dan iki şeyi unutmamamız gerekiyordu: 1-Alya’nın teddy bear’i. Ayıcığı yani. Ki artık lime lime oldu. Geçenlerde fark ettim, delinmiş, çaktırmadan diktim. 2-Benim yastığım. 11 yaşında olmasına rağmen ayıcığından ayrılamaması onu rahatsız etmiyor. Çünkü önündeki örnekte, annesi 47 yaşında ama yastığından ayrılamıyor!
Bu yastık meseli açılmışken, geçen sene eylülde Singapur’a gittik ve felaket! Dönüşte yastığımı orada unuttum. Dev bir otelde, ah benim güzel yastığım, nasıl unuttum seni... Perişan oldum, hayatım kaydı, dengem bozuldu, uyuyamaz oldum.
Gerçek mutluluk çekirdek aile olmak
Biliyorum, normal bir insanın beni anlaması zor. Yastığın da hiçbir özelliği yok, hatta iğrenç olduğunu söylüyor bizimkiler. Ama işte o, benim yastığım... Hüzünlerim, sevinçlerim, gözyaşlarım, 20 yıldır beraberiz... Herkes alay ediyor ama Küçük Prens’in gülü gibi benim için...Veee Singapur’da kaldı. İşte o yüzden sevgilim bir tane... Biraz söylendi ama ne yaptı etti, o yastığı, kargoyla Türkiye’ye getirtti. Şimdi o da Mumbai’de bizimle birlikte...
Size zaman zaman cumartesileri Hindistan hayatımızdan kesitler sunacağım. Gelelim bu haftada olup bitenlere...
1- O kahvaltı var ya süper oldu! Ömer, “Alyacım, anne hep haklı!” dedi. Simitleri ve beyazpeynirleri afiyetle mideye indirdi.
2- Otel-evimiz minicik ama güzel. İki odalı, i açık mutfaklı, salonlu bir ev gibi. Her şeyi yerleştirdim. Bayağı yaşayan bir ev oldu. Mis kokuyor, mumlar yakıyorum, hep güzel müzik çalıyor. Duvarlar ailemizin fotoğraflarıyla süslü. Nikâh tazeleme fotoğraflarını mutfağa astım. O kadar hızlıyım yani.
3- En önemlisi, gelmemek için bin dereden su getiren Alya okulunu çok sevdi. Okul da şahane çıktı. Burada farklı bir sistem var. Her derse farklı hoca giriyor. Dersler 1.5 saat. Bu süre konsantrasyon için daha iyiymiş. Günde 4 tane, bir buçuk saatten ders işliyorlar. Hocalar bir yıl boyunca nasıl bir eğitim vereceklerini anlattılar. Teknoloji dizaynı gibi bir ders alıyor mesela, dil sanatları, edebiyat, matematik, fen bilimi. Seçmeli derslerini belirledi: Dans, duvar tırmanışı, yüzme, futbol. “Gelecek sene de kalabiliriz burada!” dedi, o kadar memnun yani. “Yok artık!” dedik.
4- Biraz evvel de iki arkadaşıyla geldi. Biri Hintli, biri İngiliz. “Akşam kalabilirler mi?” dedi. “Anneleri izin veriyorsa kalabilirler!” dedim. Şimdi üç kız içeride bangır bangır müzik dinliyor.
5- Galiba en çok, tekrar full time anne olduğum için mutluyum. İstanbul’da olduğum sürede daha çok Ayşe Arman’ım, onun da havalı bir tarafı var. Ama burada anne ve sevgiliyim. Ve ‘çekirdek aile olmanın’ tadı başka. Sabahları çocuğumuzun öğlen yiyeceklerini hazırlıyoruz. Alya’nın giyeceği gömleği ütülüyorum. Gerçek mutluluk bunlar... Her akşam sevgilime sarılıp uyumak da en şahanesi... Dur ben gidip yine sarılayım... Sizi kucaklıyorum ve namasteeee diyorum!
Paylaş