Hıncal Uluç@69 Hiçbir dönemimde seks birinci sırada olmadı hatta ikinci ve üçüncü de değildi

Bir saat geç gittim randevuya. Bir önceki röportaj, trafik, vesaire. Eve, yüreğim ağzımda girdim.

Salondaki bordo kanepede boylu boyunca uzanmış bir adam buldum. İlk dikkatimi çeken yüzünden fışkıran sağlıktı. Çok iyi görünüyordu. Kadın olsa, estetikten, botokstan, dolgudan filan şüpheleneceğim. O kadar diri bir yüz vardı karşımda. Gençleşmiş. Fotoğraflarından ve ekrandaki halinden daha genç görünüyor. Bir de özgüven her zamankinden daha fazla tavan yapmış durumda. Çok eğlendik, çok güldük. En azından ben. Her zamanki nev-i şahsına münhasır adam. Onunla yapılan her röportaj farklı oluyor. Lafı dolandırmadan söyleyeceğini dan diye /images/100/0x0/55eaa12af018fbb8f88c8955söylüyor. Bir sürü şey konuştuk. Artık bir kısmı yarına. Merak edersiniz diye, bir tek bizim meseleyi konuşmadık. Çünkü o konuda yol alabilmemiz mümkün değil. Ama benden farklı düşünmesi onu sevmeme engel değilmiş. Özlemişim. Görünce fark ettim...

Hıncal @ 69... Hayatınızın bu döneminde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

- Daha huzurlu ama daha mutlu değil... Mutluluğun yalnız başına yaşanabileceğine inanmam çünkü. Zaten ikisi bir arada olmaz. Mutlu olmaya başladığında, huzurun kaçar. Kaybetme korkusu başlar. Korkularım yok. Ne işimi kaybetmekten ne ölmekten korkuyorum. Kaybedeceğim diye korktuğum bir tek şey vardı, onu da kaybettim zaten.

Bu kadar mı koyuyor yalnızlık?

- Evet bu kadar koyuyor. Edebiyat yapıyorum zannediyorlar ama değil. Yalnızım ben. Evin önünde arabayı park ettiğimde, ışıkların yandığını görmek istiyorum, kapının ziline basmak istiyorum, içeride birisinin olmasını diliyorum.

Tamam yalnızlıktan bu kadar şikayetçisiniz ama hiç mi "Acaba sorun bende mi?" diye kuşkulanmıyorsunuz?

- Kuşkulanmaz mıyım? Geçenlerde birileri "Bir insan 35 sene aynı kişiye aşık olabilir mi?" diye sordu. "Yanlış insana soruyorsunuz, ben aşkın ne kadar sürebileceğini bilmiyorum ki" dedim. Bilmiyorum gerçekten, çünkü hiçbir aşkımı bitirmedim...

Nasıl yani? Hiç kimseden ayrılmadınız mı?

- Hayır, karım dahil bütün sevgililerim beni terk etti. Onlar beni terk ettiğinde, benim onlara aşkım ilk günkü gibi devam ediyordu. Bunun içinde bir seneliği de, 6 seneliği de, 10 seneliği de var. İnsan hayat boyu terk edilince düşünmeye başlıyor tabii herhalde bende bir kusur var diye. Baksana taa Amerika’lardan gelmiş kadın bile beni bırakıp gitti...

Sizce kadınların sizi terk etmesinin nedeni ne?

- Bilsem... Lanet kadınlar giderken söylemiyorlar ki! Ama hepsi beni sevdi onu biliyorum. Benim onları sevdiğim kadar sevdiler beni.

Acaba çok mu bencilsiniz, ondan mı oluyor?

- Olabilir. Neticede terk edilen ben olduğuma göre, demek ki kusur bende...

Cinselliğin, tutkunun, o yüksek adrenalinin yerine koyduğunuz şeyler var mı?

- Benim için hiçbir dönemimde cinsellik birinci sırada değildi. Hatta ikinci ya da üçüncü sırada da değildi. Belki de o yüzden kadınlar beni terk ediyor.

Cinselliğe yeteri kadar meraklı olmadığınız için mi?

- Ben seks peşinde koşmuyorum.

Herkes koşar. Siz neden koşmuyorsunuz...

- Bir erkek tipi vardır, seni yemeğe davet eder, ilk andan itibaren aklında sadece seni yatağa atmak geçtiği için, seninle yediği yemeğin tadını da alamaz, seninle birlikte gittiği konserin de keyfine varamaz. Öyle biri değilim. Ben yaşadığım anla ilgiliyim. Şimdi seninle oturup konuşurken, bu sohbetin hazzını, "Hadi Hıncal yemeğe gidelim" dersen de, o yemeğin hazzını yaşarım...

Evet ama sıkıcı değil mi bu?

- Canım, o yemekten sonra bir şeyler yaşarsak, onun hazzı da ayrı tabii. Tamam yemek bitti, hadi onu eve götüreyim de... Böyle bir şey aklımın köşesinden geçmez.

Sizce bu iyi bir şey mi! Birbirimizden hoşlanıyorsak, niye sadece yemek yiyip şarap içeceğiz? Sadece sinemaya, konsere gideceğim bir adamı ben ne yapayım?

- Bunun iyi bir şey olduğunu söylemiyorum. Ben buyum diyorum. Söylüyorum. Bir kadınla yatarsam itiraz olmaz ama yatmazsam da olmaz...

Yoksa seksüel dürtülerinizin çok kuvvetli olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?

- Bilmiyorum. Sana ne hissediyorsam onu söylüyorum. Bir kadınla öpüşürken illa onu yatağa atayım diye düşünmüyorum. Boğaz’ın kıyısında el ele yürümek de bana yetiyor. Bir tarihte genç bir sevgilim vardı, bakireydi. Uzun sürdü ilişkimiz. Ama hiç yatmadık. O süre zarfında başka biriyle de yatmadım. Cinsellik, yatmak değil, onu anlatmaya çalışıyorum. Benim için bir bakışta bile cinsellik olabilir. Dokunmak da cinselliktir. İlle de bir şeyin bir yere girmesi gerekmiyor. Benim için beraber olmak önemli...

Herkes için öyle de. Bir de seks var hayatta, tutku var...

- Benim önceliğim bu değil. Hayatım boyunca da olmadı...

Biriyle hem deniz kenarında yürüyüp hem de tutkuyla sevişmek isteyebilirsiniz...

- Onu karşımdakinin istemesi lazım. Çılgınca sevişmelerim de oldu. Ama o daveti aldığım için oldu. Hiçbir kadını hiçbir şeye zorlamadım. Hiçbir kadından talebim de olmadı. Evlenme teklifini bile Holly yaptı. Ben yapamam. Çünkü çok gururlu bir adamım.

Bir ilişkideki en boktan şey gurur değil mi?

- Yine de iftihar ediyorum. Çok gururluyum ve reddedilmekten nefret ediyorum.

Çünkü korkuyorsunuz...

- Hayır, çünkü reddedilecek adam olmadığımı biliyorum. Kendime inancım tam. Onun için reddedilmekten nefret ediyorum. Kimseye beni reddetme fırsatını vermem. O yüzden bir şey de talep etmem, ya reddederse...

İyi de fazla gururlu olmak birtakım şeyleri kelimelere dökememeyi de beraberinde getirmez mi? Hep karşınızdakinin sizi anlamasını beklemek zorundasınız...

- Valla, kahramanı Cyrano de Bergerac olan birinden başka ne bekliyorsun? İlkokulu bitirdiğimde babam hediye etti, başucumda duruyor.

Babanız hayatınızı mahvetmiş!

- Bilmem artık... Bana şunu hissettiren sevgilim de oldu: "Hıncal, gelirim evine, otururum, ama beni en fazla öpersin. Cinsellik benim için buraya kadar!" Ben onu da kabul ederim...

Bu size yetiyor mu yani?/images/100/0x0/55eaa12af018fbb8f88c8957

- Yetiyor. Mesele boşalmak değil ki, onun başka yolları var. Başka birine tarif edene kadar neden hoşlandığını biliyorsun, en iyisini yaparsın. Ama iş boşalmak değil. Benimle yatağa giren kadın, bazen sıkılıyor. Ne zaman o iş olacak diye. Çünkü ben, seks yaparken ön sevişme denilen şeyden çok zevk alıyorum. Saatlerce bir kadınla hiç birleşmeden sevişebilirim.

Şu anda cinsellik hayatınızda ne kadar yer teşkil ediyor?

- Hiçbir zaman çok etmiyordu ki, şimdi de çok etsin. Herhangi bir azalma yok. Çünkü gençliğimde de azgın değildim.

AYDIN BEY’LE DE EL SIKIŞIRIM

Türk medyasının Recep Tayyip Erdoğan’ın tekeline girmesi ne kadar tehlikeliyse, bir başka yayın grubunun tekeline girmesi de aynı derece tehlikeli. Yanlış anlaşılmasın, Aydın Doğan’la hiçbir sorunum yok. Aksine Hıncal Uluç olarak bugün bu yaşam düzeyine sahipsem, bunda Aydın Bey’in rolü çok büyük. Onun gazetelerinden teklif almasaydım, Sabah beni bu düzeye asla getirmezdi. Yani ona çok şey borçluyum, kendisini çok da severim. Ama ben bir gazeteyi ancak mutsuz olduğumda terk ederim. Sabah’ta şimdilik öyle bir şey yok. Bir de tabii Aydın Bey’in gazetelerinden birine gidersem, başımın dik durabilmesi lazım. Başımın dik durabilmesi için de gidebileceğim bir başka Hürriyet’in olması lazım. Bu gazete şu anda Sabah. Sabah bu tirajıyla ve yayınıyla devam ederse, ben Aydın Bey’le de el sıkışırım, neden olmasın? Ama Vatan’ın çıktığı gün Sabah’ı bırakıp gitmek uygun olmazdı...

20 YIL SONRA HAVAALANINDA HOLLY İLE KARŞILAŞINCA NE HİSSETTİM

Eski eşiniz Holly, 20 yıl sonra niye Türkiye’ye geldi? Sizinle tekrar beraber olmak için mi?

- Holly beni terk ettikten sonra iki yıl deliler gibi dönsün diye bekledim. Ona gidiş dönüş bileti almıştım. "Ne kadar eminsin kendinden böyle" dedi. Hiç aramadı. Hatta evlendi, çocuk doğurdu. Zaten ayrılmamızın sebeplerinden biri de buydu. O, çocuk istiyordu, ben istemiyordum. "Zamanı değil" diyordum. Yılarca her Christmas’ta annesini babasını aradım, onun haberlerini de aldım. Ama onunla hiç konuşmadım. 20 yıl sonra telefon çaldı, Holly. "Türkiye’ye gelmek istiyorum" dedi, "Bana ev ve iş bulur musun?"

Siz ne dediniz?

- Ne diyeceğim, "Bulurum" dedim. Ve gittim onu havaalanından aldım. O karşılaşma anı çok önemliydi. Ne var ki bir şey hissetmedim. Yine de evini tuttum, işini buldum. Her öğlen birlikte Ortaköy’de yemek yedik...

Ne kadar kaldı?

- Bir buçuk yıl kadar. Giderken "Bir şey hissetmiyorsan, neden Türkiye’ye dönüşümü kolaylaştırdın, ev buldun, iş buldun?" diye sordu. Ben de "Sen beni tanımamışsın Holly" dedim, "O zaman da, şimdi de..."

Peki sizin için bir şey ifade etmiyorsa, neden yazılarınızda sürekli o var...

- Annemi ve babamı çok erken kaybettim. 30’umdan sonra yalnız yaşamaya başladım, geriye kalan 39 sene için sapına kadar mutlu olduğum seneler 12’yi geçmez. Bunun 8’i Holly ile yaşandı. Beni terk edip gitse de, bana ihanet etse de, beni bıraksa da... Bana çok güzel 8 sene yaşattı. O 8 seneyi yaşatan kadını nasıl yok sayarım?

Bu memleket bitti... Benim hiç umudum kalmadı...

Ne olacak bu memleketin hali?

- Valla bana sorma. Moralini bozarım, çok kötü her şey...
/images/100/0x0/55eaa12af018fbb8f88c8959
Umut verici bir şeyler söylersiniz diye düşünmüştüm.

- Fena halde yanıldın. Hiç umudum kalmadı. Gör bak daha neler olacak. Benim "sentel" ve "gentel"lerim o zaman anlayacak Hanya’yı Konya’yı...

Kim o "sentel" ve "gentel"ler...

- Senteller saf enteller; genteller ise geri zekalı enteller. İki grubun da bu ülkenin bu yola girmesinde çok büyük günahı var. Hálá olup bitenin farkında değiller.

İyi de sizin gazete, o eleştirdiğiniz kişilerle dolu. Hiçbirine cevap yazmıyorsunuz. "Öyle değil kardeşim gerçek bu. Bu ülkeye kötülük yapıyorsunuz!" demiyorsunuz...

- Ayşe, anlamıyorsun galiba. Hakikaten iş bitti. Yazsan da faydası yok...

Ay yapmayın...

- Valla öyle. Bundan sonra yazacaklarım, insanları sadece daha mutsuz ve umutsuz eder. Bu konuyu artık düşünmek bile istemiyorum. Ben 1950 ve 1960 arasını da yaşadım, bütün bölünmüşlükleri de... Bu ülkenin nereye gittiği görüyorum...

E o zaman uyarmak gerekmiyor mu? Bir araya gelmek, kadınları uyarmak, onlara çağrı yapmak...

- Bitti diyorum artık. Olan oldu. Büyük bir egoizm içinde şunu bile yazdım, "Yaşım 70. Genç olsam çeker giderdim." Gerçekten öyle, kalmazdım bu ülkede." Daha ne diyeyim?

Bu kadar umutsuz görüyorsanız çok fena...

- Evet. Hıncal Uluç’a yakışmayacak bir şekilde umutsuzum. Ama her gün bu konuyu yazmıyorum, insanları tamamen moralsiz bir hale getirmek istemiyorum, arada bir, burama geldiği zaman...

Çok sık bu meseleye değinmemenizin çalıştığınız gazetenin politikasıyla alakası yok yani...

- Yok tabii. Boşa kürek çekmek olduğunu biliyorum ondan yazmıyorum. Türkiye’de işin farkında olan ve bunu ısrarla yazar tek köşe yazarı var: Ertuğrul Özkök. Ama o da bilsin ki, onun yazması da işe yaramayacak. Hiçbir işe...

Sizin gazetedekiler, hatta Radikal 2’deki arkadaşlar, bilerek ya bilmeyerek kötülük yapıyorlar yani bu memlekete...

- Hem de nasıl. İki yıl içinde her şey anlaşılacak. Keşke, yanılıyor olsam. Keşke, iki yıl içinde bunlar bana, "Hıncal Efendi, dediklerinin hiçbiri olmadı!" deyip yüzüme tükürseler, o zaman dünyanın en mutlu adamı olurum. Onlar hiçbir şeyin farkında değil, onlar yaşamadılar. Din, başka bir şey. Dağın tepesinden kartopunu yuvarladığın zaman, nerede duracağı ve kimi ezeceği belli olmaz. Bazen üç adım sonra taşa takılır durur, bazen beş adım sonra bir kayaya. Orada da durmazsa yandın, çığ olur, çığın önünde de kimse duramaz. Bizimki de o hesap, artık duracağı yok. Ilımlı İslam, laik İslam... Hadi canım sen de. Onlar delmeye başladılar. Geçen akşam Mehmet Ali Birand’ın 32. Günü’nde bir öğrenci ayağa kalktı ve "Hepinizi yargılayacağız" dedi. Nerede yargılanacak? Şeriat Mahkemesi’nde. Hiçbir şeyin farkında değil benim entelim!

20 yılın içinde Türkiye’nin resmi mi değişecek?

- Ne 20 yılı. Çok iyimsersin, iki sene iki!

Hayat tarzımızda etkisini görecek miyiz sizce?

- Göreceğiz tabii. Sen Dubai’desin gelmezsin ki zaten! Gelme de.

Dalga geçmiyorsunuz değil mi?

- Hayır, iki senede Türkiye’nin nereye gittiğini herkes görecek. Artık hiç umudum yok. Kartopu yuvarlandı. Yuvarlayanlar da ne yaptığının farkında değil. Zannediyorlar ki kontrol edebilirler. Edemezsin...

ONLAR BANA TAHAMMÜL EDİYORSA BEN NİYE ETMEYEYİM

Sabah Gazetesi’nin durumuyla sizinki birbirine ters orantılı. Sabah, ne kadar hükümet yanlısıysa siz de o kadar Kemalist, ulusalcı, laiksiniz...

- Ahmet Çalık ihaleyi kazandıktan sonra beni yemeğe davet etti. Sabah’ın Recep Tayyip Erdoğan gazetesi olmayacağını, yazılarıma da kimsenin dokunmayacağını anlattı. Ben de "Bugün bunları konuşmak için erken, yaşayıp göreceğiz" dedim, ayrıldık. Valla, ben ne düşünüyorsam aynı şekilde yazıyorum...

Yok, bu konuda eskisi kadar sık ve ağır yazmıyorsunuz...

- Hadi canım sana öyle geliyor, hálá çok ağır yazılar yazıyorum. En ufak bir müdahaleyi bırak, ima bile yok. O zaman ayrılmamı gerektirecek bir sebep de yok. Ha, o yemekte anlatılanın dışında bir gazete olur da bana baskılar başlarsa, biz de Bab-ı Hükümet’ten çekiliriz...

Yani "Hükümetin gazetesi oldu Sabah" lafları sizin hiç mi sinirinize dokunmuyor?

- Yazılarıma karışmadıkları müddetçe hayır. Umurumda bile değil. De ki devletin gazetesi ve bundan sonra da öyle olacak. Öyle bir gazetede, muhalif bir yazarın, neredeyse tam sayfa yazı yazması, üstelik gazetenin geri kalanının yazdıklarının tam tersini iddia etmesi güzel değil mi? En kötü ihtimalle şöyle düşünmem gerekiyor: Onlar, bana tahammül ediyorsa, ben onlara niye etmeyeyim?

KATAR’A GİTSEYDİM O SAATİ GERİ VERMEZDİM

Hiç rahatsız olmuyor musunuz bu tür eleştirilerden: "Bir yere gider para ödemez, beleşçidir..."

- Yok canım niye rahatsız olayım? Ben kendim yazıyorum "Para ödemedim arkadaş!" diye. O yazıyı yazarken, ertesi gün kimin sazan gibi atlayacağını da biliyorum.

Tam tersiniz düşünenler de var: "Hayatım boyunca para ödedim. Yine öderim. Ödememek kanıma dokunur..."

- Onlara da saygı duyuyorum, hiçbir itirazım yok. Ama ben öyle değilim. Mesela Katar seyahatine gitseydim, o saati alırdım. Niye geri vereyim? Fatih Altaylı, Sabah’ın genel yayın müdürüyken bir tartışmamız oldu. Fatih, yılbaşı hediyelerini yasakladı. "Benim hediyelerime kimse el süremez" dedim. Ben alırım. Çünkü benim için dünyanın en mutlu olaylarından biri hediye almak ve hediye vermek. Bana kişisel olarak geldiğini hissettiğim hiçbir hediyeyi kimseye vermem.

İyi de o hediyeler, ikramlar size mi, köşenize mi? Nasıl bu ayrımı yapıyorsunuz?

- Hissediyorum. Bir tek ölçüm var, alamayacağım bir şeyi teklif ediyorlarsa, gücümü aşan bir şeyi, ha o zaman dururum, almam. Ama bugüne kadar öyle bir hediyeyle karşılaşmadım. O yüzden de herhangi bir hediyeyi reddettiğimi hatırlamıyorum.

İnsan o hediyeyi kabul ettikten sonra kötü bir şey de yazamaz...

- Ben yazarım. Kimse bana hediye yollayarak bir şey elde etmedi bugüne kadar. Canımın istediği şeyi yazarım.

Yine de para ödemeden çıkınca bir yerden, rahatsız olmuyor musunuz?

- Hayır. Sen bir yer açtın diyelim. Seni hiç tanımıyorum, gelirim mekanında yerim. Çünkü beni davet etmişsin, sonra da çıkar giderim, bundan daha doğal bir şey yok. Ama ikinci kez geliyorsam ve yine para ödemiyorsam bu ayıp. Ama 40 yıllık arkadaşımın dükkanında tabii ki para ödemek aklımdan geçmez. Ertekin mesela, o da bu evde yaşıyor, ben de onun dükkanında yaşıyorum. Ya da Erol Kaynar. Tabii ki Salomanjesi’nde kahvaltı yapacağım. Para mı ödeyeceğim? Aklımdan bile geçmez. Okurum beni tanıyor, ben de onları tanıyorum. Gerisi umurumda bile değil. Bir de ben tuhaf adamım. Beni Kuzey Kutbu’na davet ettiler, gittiğim en güzel davetlerden biriydi, ama onların burnundan getirdim. Yani biri beni bir yere çağırıyorsa, onlar bana bir şey lütfetmiyor, ben giderek onlara lütfediyorum. Beni satın alabilecek seyahat yok.

BU MASAJ KOLTUĞUNU EVE GELDİĞİMDE BULDUM

Bu masaj koltuğu kesin hediyedir size...

- Evet. Eve geldiğimde buldum. Yasemin’le konuşmuşlar, eve bir tane koymuşlar, şahane bir şey. O kadar sevdim ki, beş kişinin almasına sebep oldum. Bir tane de kardeşime hediye ettim.

"Kabul etmemeliyim"i hiç düşündünüz mü?

- Yok canım. Niye? Söylüyorum Katar’a gitsem, o saati de alırdım. Mesela Kanuni Sultan Süleyman sergisi için ABD’ye gittiğimizde, otel odamızda Sakıp Sabancı’nın hediyesi bir saat bulduk. Kimse geri vermedi. Bir sürü gazeteci davetliydi. Bütün üst düzey gazeteciler.

Peki bu masaj aletini yazdınız mı?

- Evet. 50 bin lira da ceza ödedim. Sağlık aletiymiş. Reklama giriyormuş. Bu alet bana 50 bin liraya patladı yani.

Yazınca, reklamını da yapmış oluyorsunuz...

- Evet yaparım. Niye yapmayayım? Bu bir hizmet. Çok iyi bir servis yaptığımı düşünüyorum. Çok güzel bir alet var diye anlatıyorum. Hiçbir sakıncası olmadığı gibi vatandaşa hizmet. Bu tür şeyler umurumda değil. Rahmetli babam, "Oğlum şerefli adam yoktur. Fiyatı bulunamamış adam vardır" derdi. Benim de fiyatımı henüz bulamadılar, o yüzden şerefli olmaya devam ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları