Hiçbir şey egomu sarsamaz

İnsan, birini ne çok sevdiğini, onun yokluğunda daha iyi anlıyor. Benimki de o hesap. Ardı ardına sağlık sorunları yaşayan, bir süre yazılarına ara veren, sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi, tam gaz yeniden devam eden Hıncal Uluç, kim ne derse desin kendini özletti...

6-7 kilo vermiş, epey incelmiş ama yine de zıpkın gibi. "20 dakika geç geldin!" diye söylenmeyi ihmal etmiyor. O, hep aynı adam. Gururlu, mağrur, kalabalıklar içinde ama yalnız. "Yaşlandınız mı?" diyorsun, "Ne münasebet!" diyor. "Korkuyor musunuz?" diyorsun, "Hayır, ben korkmam!" diyor. Size bir şey itiraf edeyim mi? Tüm bunları kabul etse, belki de ben yıkılacaktım! Epey zaman aldı ama ben Hıncal Uluç’un egosuna alıştım. Hatta ona yakıştığını bile düşünüyorum.../images/100/0x0/55ea4bd8f018fbb8f876aa4a

Nedir bu başınıza gelenler?

- Sorma, bu koltukta yatmış gazete okuyordum. Doğrulurken, koluma korkunç bir sancı girdi. Ters bir hareket yaptım, sinir sıkıştı zannettim. Önce gazetedeki doktora, sonra fizyoterapist bir arkadaşıma gittim, ağrı kesici ve kas gevşetici verdiler. Yine de kıvranıyorum. 40 yıllık dostum Erol Kaynar, benden habersiz Azmi Hoca’dan randevu almış, "İtiraz kabul etmiyorum, Florence Nightingale’e gidiyoruz" dedi. Gidiş o gidiş. Ne röntgen ne tomografi, ne elle temas... Azmi Hoca beni dinledi, "Sinir sıkışması filan değil, sende boyun fıtığı var" dedi. Üç yerde olduğunu tespit etti, kararı kesindi: Ameliyat.

Peki anjiyo?

- Ha o ayrı mesele. Her sene İntermed’e gidip check-up yaptırıyorum ve nedense anjiyodan kaçıyorum. Gerekçem de hazır: "Aslanlar gibi koşup oynuyorum, spor yapıyorum, demek ki kalbimde bir şey yok!" Bu tür şeylere hiç itibar etmeyen Filiz Hoca, Azmi Hoca’yı arıyor, "Ben bu adamı iki senedir kovalıyorum, siz yakalamışken anjiyoya da ikna edin" diyor.

Sonra?

- Sonra... Kalbi besleyen ana damarlarından biri yüzde 95 tıkalı çıktı. Tıkansaymış hastaneye yetişebilme şansım yüzde 20 imiş.

Allah yüzünüze bakmış...

- Aynen, "Acılarınıza teşekkür edin" denir ya, bu işte. Kol ağrısı, kalbimdeki korkunç tehlikeyi haber verdi.

Anjiyo, ağrı veriyor mu?

- Alakası yok. Hiç bir şey hissetmiyorsun, 15 dakika filan sürüyor. O kadar hızlı, seri.

Niye yaptırmadınız bunca yıl boyunca bu kadar kolaysa?

- Hıyarlığın ölçüsü yok da ondan!

Peki stent?

- Ben de sordum, "Ne zaman takacaksınız?" dedim. Meğer o 15 dakikanın içinde takmışlar bile. Stentin bedene alışması için 3 hafta gerekiyordu, boyun fıtığı ameliyatı için o üç haftanın geçmesini bekledim.

Uğur-muğur yapmaz mısınız ameliyata girerken...

- Hayır. Ben öyle bir adama benziyor muyum?

İnsanın aklından hiç mi geçmiyor: "Ya ölürsem?" diye...

- Benim aklımdan hiç geçmez. 32 yaşında 15 günlüğüne diye hastaneye girdim, bir yıl kaldım. 39 kiloya düşmüştüm, o zaman ölmediysem, şimdi hiç ölmem.

Tehlikeli bir ameliyat mı?

- E tabii. Mikroskop altında yapılan bir ameliyat. Fıtık, beyne giden atardamara da yapışık, milimetrik kaysa beynin gitti, bitkisel hayattasın ya da sinir gitti, kolun bacağın tutmayacak. Açınca görüyor ki diğer iki fıtık da problemli görünyor, onları da alıyor, yerine üç tane titanyum koyuyor.

Havaalanında ötecek misiniz bundan sonra!

- Evet çok hassas ayarlı cihazlarda maalesef öteceğim!

Ferzan Özpetek bir keresinde, "Bazen gece tuvalete kalktığımda gözüm aynaya takılıyor, ’Kim bu yaşlı adam?’ diye hayretle bakıyorum" demişti. Siz hiç böyle hissetmiyor musunuz?

- Bu tür şeyleri hiç düşünmüyorum ben. Üzgünüm istediğin cevapları vermeyeceğim. Önemli olan, düşündüğünü yazabiliyor musun? Yazabiliyorsan sorun yok. Ambalajını beğenmeyen seni küçük kızına almasın.

Bu arada sevgili durumları nedir?

- Etrafımda eskisi kadar kız yok.

Hastaneye hiç gelmediler mi?

- Geldiler ama eskiden daha kalabalık oluyordu etrafım. Ben de onlara daha başka gözle bakıyordum. Şimdi daha dostça bakıyorum. Bu demek değil tabii elimi eteğimi çektim. Bulursak buluruz, bulamazsak bulamayız...

Egonuzu sarstı mı tüm bu olup bitenler?

- Hiçbir şey benim egomu sarsamaz!

Aksi bir cevap duyarsam üzüleceğim zaten.

- Duymazsın, ben buyum!

Hep meydan okuyan bir haliniz var... Peki sürekli performans sergilemek, oradan oraya yetişmek ve laf yetiştirmek... Yormuyor mu sizi?

- Sen dalga mı geçiyorsun? Ben bir savaşçıyım. Savaşçılığımı yitirdiğim anda biterim. Meydan okumak beni ayakta tutan, yaşatan şey. Ben meydan okuyarak yaşadığımı hissediyorum. "Demek ki hálá gencim, demek ki hálá bende iş var" diyorum. Aslında yazar olarak savaşçılıktan hoşlanmıyorum ama meydanın boş olduğunu görüyorum. Terazinin bu tarafında 500 kişi var, diğer tarafında kimse yok. Bu dengesizliğe bir dur demek gerekiyor. Ben öfkeli biri değilim, yazılarımı ıslık çalarak yazıyorum ama mecburen bazen sesimi yükseltiyorum..

TAŞ YERİNDE AĞIRDIR

Ciner’in Gazetesi’nin provalarını gördünüz mü?

-Evet. Onlarla görüşüyorum. Matbalarını da gezdim, pek beğendim. Gazetenin provalarını da gösterdi Fatih, farklı bir şey yapmaya çalışıyorlar. Yürünmemiş bir yol. Beni bir gazeteci olarak çok heyecanlandırdı.

Peki bu kadar beğendinizse neden gidip orada yazmıyorsunuz?

-18 senedir beni el üstünde tutan okuruma ihanet edemem.

Burada okuyan sizi orada da okumaz mı?

-Okuyan varsa niye bırakıyorum ki? Sen 18 sene bana muhteşem karılık yapmışsan, daha güzel bir kadın geldi diye ben seni bırakır mıyım? Ona bakarım ama seni bırakmam!

O zaman bizler de gitmeyelim hiç bir yere değil mi?

-Bak Ayşecim, şimdi ismini vermek istemediğim pek çok gazeteci Türkiye’de sırf bu yer değiştirmeler yüzünden olmaları gereken yerde değiller, ziyan olup gittiler. Taş yerinde ağırdır.

Günümüz medyasında parlak biri gelirse derhal kafasını eziyorlar

Yine en çok okunan köşe yazarı seçildiniz. Ne kadar büyük bir mutluluk?

- Çok büyük bir mutluluk! Mutluluk bir tespih gibidir. Ne kadar çok tanen varsa o kadar mutlusundur, bu tanelerin biri üç saniyelik olabilir, diğeri son yaşadığım ilişki gibi 6 sene. Hepsinin bir insana duyulan aşk olması da gerekmiyor. Benim tespihimde en çok yer alan şey, yazmak ve yazdıklarımın etkisini görmek. Bayılıyorum ben okurlarıma. Yüzlerce insan, "İyi ki tekrar yazmaya başladın" dedi. Bunların arasında "Hıncal Bey, sizden de yazılarınızdan da nefret ederim. Ama hastaneden çıktığınıza ne kadar sevindim anlatamam. Çünkü Allah’ın belası herif, sen benim hayatımın rengisin!" diyenler de oldu. Bundan iyi iltifat olur mu?

Gazete içindeki sataşmalarınızı hayretle okuyoruz da... Ne olacak bu Sabah’ın hali?

- Hiçbir şey olacağı yok.

Engin Ardıç sizin onunla ilgili yazdığınız yazıya cevap yazdı mı?

- Her gün yazıyor satır aralarında...

Emre Aköz için sürekli "Onu ben yazar yaptım!" diyorsunuz. Her seferinde bunu hatırlatmak biraz ayıp olmuyor mu?

- Bana öyle yazılar yazana müstahak! Ola ki Sabah’ı ilk defa okuyan okurlar vardır bilmiyorlardır, bilsinler. Hıncal’a dangalak diyen, Hıncal’a aşağılık diyen kimmiş öğrensinler. Allah’ın her günü beni Ergenekon savcısına ihbar eden yazılar yazıyor. Ben de, benim sayemde yazar olduğunu her seferinde kafasına kakacağım, ayıp mayıp değil.

Tüm bunlar size sevimsiz gelmiyor mu? Her şeyin tadı tuzu mu kaçtı?

-Hayır efendim, hiç bir şeyin tadı tuzu kaçmadı. Cehenneme kadar yazsınlar. Umurumda bile değiller...

Bu kadar umurunuzda değilse neden cevap yazıyorsunuz!

-Bazen ipin ucunu kaçırıyorlar, hadlerini bildirmek istiyorum. Bazen de kendi okuruma "İçiniz rahat olsun, bunlar benim duruşumu bozamazlar!" deme gereği hissediyorum.

Neyin savaşı bu?

-Bilsem. Ben kimseyle savaşmıyorum. Ahmet Hakan mesela, hakkımda yazmadık şey bırakmadı. Bir tanesine cevap verdim mi? Herhangi bir şey ima ettim mi? Sor Ahmet’e... Ben düşünce özgürlüğüne inanan bir adamım. Ben herkesi eleştiriyorum. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin, seninle ilgili neler yazdım, Mustafa Denizli için de, öz be öz abim için de. Demek istiyorum ki Ahmet Hakan da benim hakkımda ne düşünüyorsa yazabilir. Bunlar sorun değil. Sorun Emre Aköz’ün dangalak diye yazması. Bana dangalak diyen kim? Benim köşe yazarı yaptığım adam!

"Peki bu gazetede ikimizden biri fazla" diye düşündüğünüz oluyor mu?

- Hayır, hayır. Şu lafı hatırla: "Aptallara kızmayın, dağları yüksek gösteren ovalardır!" Okur onun gibi adamlar var olduğu müddetçe farkı çok daha iyi anlıyordur.

Sizinki "fenafillah" mertebesi mi? Hayatınızda olmadığınız kadar özgür mü hissediyorsunuz kendinizi?

- Evet. Çünkü hiç ödün vermedim. 1 Kasım 1957’de gazeteciliğe başladığımdan bu yana, bana patronluk etmiş hiç bir insan, "Hıncal zam istedi, telif istedi" diyemez. Ya da "Teklif alıyor, ikide bir bizi tehdit ediyor..."

Tam da böyle yaptığınızı yazdı Engin Ardıç!

- Ben de "Kime yapmışım söyle. Bir kişi söylemezsen alçaksın!" dedim. Engin eski arkadaşım, beni tanır, o yüzden üzüldüm. Eleştirmek başka, yalan atmak başka. En ağırıma giden de, "Elini süremediği kızlara, sürdüğünü ima etti" diye yazdı. Bir tane örnek versin, varsa böyle bir örnek, bileklerimi keserim. Bir de arkadaşın yapıyor bunları sana. "Elini süremediği kızlara elini sürdüğünü ima eden adam" ne demek? Benim için Engin bitmiştir. Benim için iktidarsız dediler, beceriksiz dediler, aseksüel dediler, o güzel kızlarla gezmesinin sebebi kamuflaj, aslında erkeklerle yaşıyor dediler, hiç umurumda olmadı. Ama bunca yıllık arkadaşımın bile bile yalan yazması işi bitirdi...

Yeni genç parlak yazar var mı?

- Mutlaka vardır, hem de bir sürü. Sorun şu ki, yenilere kucak açan bir Ercan (Arıklı) vardı, o da gitti. Günümüz medyasında her yer tutulmuş, hem yönetimde hem köşelerde, parlak biri gelirse derhal kafasını eziyorlar...

KOCA BİR SAYFA İSTERİM

Sabah’taki en sevdiğim şey, bana koca bir sayfa veriyorlar. Ben biliyorum ki bana bunu başka hiçbir gazete vermez. Verecek olsalar şimdiye kadar verirlerdi. Bir sürü yere çağırıyorlar, "Sana şu kadar para" diyorlar, açık çeklerden söz ediyorlar. Aslında meseleye beni en ilgilendirmeyen yerden giriyorlar. Daha bugüne kadar beni davet edip, "Şu sayfanın tamamı seni olacak" diyen olmadı, oysa benim için önemli olan bu...

ORAY EĞİN

Oray’la çok sık konuşuyoruz. Hakikaten yazar kumaşı var onda. Hoşuma gitmeyen bir şey olduğu zaman açıp söylüyorum ama güzel yazdığı zaman da, "Bugün seninle iftihar ettim" diyorum. O çocuk büyük yetenek!

AHMET HAKAN

En keyifle okuduğum yazarlardan biri. Müthiş esprili, kalemi akıcı, ne yazsa okutuyor. Ama işte, takıntıları var. Hıncal Uluç takıntısı mesela. Hastaneye yatınca hakkımda bir günah çıkarma yazısı yazdı. "Telefon et benim adıma teşekkür et" dedim Yasemin’e çünkü hoşuma gitti. İlk kez bir yazısına reaksiyon verdim yani.

PERİHAN MAĞDEN

İlk ayrılmasında yazı yazdım, "Radikal’de okuduğum ender iyi kalemlerden biri, mutlaka devam etmeli" diye. Ama sonra Perihan’a bir şey oldu. Nasıl desem, üşüttü. İyice anlaşılmaz şeyler yazmaya başladı. Sonra bıraktım tabii okumayı...

NUR ÇİNTAY

Ercan Arıklı’ya "Nur’u Sabah’a köşe yazarı yapalım, Aktüel’in de başına getirelim" dedim. Ama Radikal’e gitti. Ve tuhaf bir şekilde benim kendisinden beklediğim performansı gösteremedi. Benim ölçüm biraz da şu, ister Radikal’de, ister Sabah’ta, ister Hürriyet’te ol, bir tek Allah’ın kulu senin yazından söz etmiyorsa boktan bir yazı yazmışsındır. Ama iyi, ama kötü, bir tepki gerekiyor. Radikal’de yazmaya başladığından beri bir kişinin bile Nur’un yazdığı bir yazı üzerine yorum yaptığını duymadım...

MUTLU TÖNBEKİCİ

Tuğçe Baran’ken daha iyiydi. Mutlu, Tuğçe gibi olamadı. Belli ki o ismin arkasında kendisini daha rahat hissediyordu ve her telden çalabiliyordu. Bana şu anda belli bir misyonun adamıymış, belli bir mesaj vermek için yazı yazıyormuş gibi geliyor.

ERTUĞRUL ÖZKÖK

Müthiş. Ben onun yerinde olsam sadece yazı yazarım. Türkiye’nin hiç tartışmasız en iyi kalemlerinden biri. Bayılarak okuyorum.
Yazarın Tüm Yazıları