Paylaş
Gözünü alamıyorsun, renk renk takım elbiseler asılı. Gömlekler, kravatlar, kazaklar, altta ayakkabılar...
Sporlar ayrı, şıklar ayrı...
Bir tarafta da, kombinlenmiş hazır duranlar var; hangi takımın içine hangi gömleği giyeceği, hangi kravatı takacağı, ayakkabısıyla hazırlanmış bile...
Her gün, “Ne giyeceğim?” diye debelenen benim gibi birinin aklı uçar tabii...
Uçuyor!
Kenarda bir yerde de bir ütü masası duruyor.
Sarıgül, her gün iki takım elbise değiştiriyor. Sabah giydiğini, 2’de çıkarıyor. O takım hemen havalandırılıyor, dinlendiriliyor, kumaş kendine geliyor. Sonra ütücü geliyor, takımı ütülüyor. Kombinci arkadaş da, onu yeni gömleklerle kombinleyip, tekrar Sarıgül tarafından giyilmeye hazır ediyor...
Ulus Platin Konut-ları’ndaki karşılıklı iki dairelik evinde, Sarıgül kendine böyle bir giyinme sistemi kurmuş!
Bir başka oda var, orada traş oluyor, 15 yıldır aynı kişi onu traş ediyor.
Bir başka odada da masaj yatağı gözüme çarpıyor.
Gerçi, “Metrosüksüel değilim, Erzincanlıyım” diyor ama kendine fevkalade özen gösterdiği ve çok bakımlı olduğu kesin.
O kadar çok şey anlattı ki, hepsini yayınlayabilmem mümkün değil, çünkü bu da sonuçta bir gazete, yer yok. Gerçekten hiperaktif, yerinde duramıyor, çabuk sıkılıyor, arada ayağa kalkıp bağıra bağıra konuşuyor, kendisiyle dalga geçiyor.
Muzip ve eğlenceli.
Telefonları hiç susmuyor, aynı zamanda ofis gibi kullandığı evi insanlarla dolup taşıyor, o geliyor, bu gidiyor...
Genelde insanlar otobiyografilerini ununu eledikten sonra yazar. Siz öyle yapmadınız. Bu, sizin kendinizi tüm Türkiye’ye tanıtmaya yönelik “siyasi strateji”niz mi?
-Alakası yok! Hakkımdaki bilgi kirliliğinin önüne geçebilmek için yazdım. Sen kendini anlatmazsan, başkaları yalan yanlış anlatır. Ben, beni benden dinlesinler istedim...
Başbakanlığı, aklınıza ilk sokan gerçekten Sakıp Sabancı mı?
-Aynen öyle! Seneler evvel, Mehmet Barlas’ın bir programına davet ettiler. Meğer konukları tek tek alıyormuş, benim sırama da var. Oysa, bir saat sonra nikâh kıymam lazım. Baktım, rahmetli Sakıp Sabancı da orada. Çare yok, sırasını almak için rica ettim. Utana sıkıla dedim ki, “Ağam, sana kurban olayım, gençlerin düğünü var. Bir kere evleniyorlar. Saat olarak dardayım. İzin verirsen, iki-üç bir şey konuşayım da gideyim!” O da beni çok şaşırtan bir şey söyledi, “Gardaşım, inşallah seni ileride başvekil olarak göreceğiz. Ben sende o enerjiyi, ışığı görüyorum! Sana yer vermeyek de, kime verek!” Ciddi manada, başbakanlık fikrini ilk defa kafama sokan Sakıp Ağa’dır. Onun gibi bir insan sarrafı bunu demişse, bir karşılığı vardır muhakkak!
Hayat üniversitesi hocalarınız kim?
-Hüsamettin Özkan, başhocam. Onunla konuşmadan hiçbir iş yapmam. Bana bir şey dediği zaman da “Neden, niçin” diye soru sormam. Bilirim ki o benim için doğru söyler...
Kitapta diyorsunuz ki, “Hep sahici kalmaya kendime söz verdim!” Siz gerçekten sahici misiniz?
-Yüzde 100 sahiciyim! Yapmacık bir işim olmaz. Sevenim vardır, sevmeyenim de vardır. Ama kim ne derse desin, delikanlı adamım. Söz verirsem, ölümüne yaparım.
Şişli Belediye Başkanlığı’nda Şişli’de çok öne çıktınız. Yaptığınız değişikliklerin içinde sizin için en önemli olanı hangisiydi?
-Okullar. “Seçilirsem, bütün devlet okullarını, özel okul ayarına getireceğim” demiştim. Gerçekten de yaptım. Okullarımız, depreme dayanıklı değildi. Çünkü 50 sene önce yapılmıştı. Yaklaşık 30 okulu yıkıp, sıfırdan yaptım. O 12 derslik okullar 50 derslik okullar oldu. Şimdi hepsinde fen laboratuvarları, bilgisayar laboratuvarları, spor salonları var. Bununla ilgili de 3 bakandan takdirname aldım.
Bir de, markaları Nişantaşı’na getirebilmek için çok uğraşmışsınız...
-Evet, çünkü bir ülke, markalarıyla güç kazanır. Paris’e gittiğinizde hangi caddeyi geziyorsunuz? Champs Elysees, Londra’da Piccadilly. Peki turistler, İstanbul’a geldiği zaman en çok hangi caddeyi geziyor? Tabii ki Abdi İpekçi’yi. Orası, bizim Champs Elysees’miz. Bunun için çok uğraştım ben. Orada, bütün markaları bir arada görebiliyorlar. İleride imkânım olursa, her ilçede, marka cadde yapmak isterim. Bağcılar’da, Esenler’de, Sarıgazi’de neden olmasın? Paris’e gittiğinizde nehir var ama dibi gözükmüyor. Oysa, bizim Boğazımız var ama biz bunu pazarlayamazsak anlamı yok. Ben de bunu yapmaya adayım. Çok da heyecanlıyım.
Bu enerji nereden geliyor?
-Ben hiperaktifim, bitmez tükenmez bir enerjim var. Ama tabii ki halktan geliyor! Tüccarın sermayesi para, siyasetin sermayesi halkın gücüdür. Halkın gücü arkanızdaysa koşarsınız, coşarsınız, coşturursunuz...
Doğurmamış olsaydı, 3-4 sene daha fazla yaşayabilirdi!
İlk eşiniz Hülya, akciğer kanserinden vefat ediyor, 27 yaşında kucağında bir bebekle kalmak nasıl bir duygu?
-Hayatımın en büyük trajedilerinden biri. Annesi vefat ettiği zaman Emir 2.5 yaşındaydı. Rahmetli annem ve babam Emir’e baktılar. Ben milletvekiliydim, Ankara’ya gidip geliyorum. Çok zor oldu tabii.
Kanser olduğunu öğreniyor, yine de size çocuk doğurmak istiyor. Doktorlar, bunun sonunu yaklaştıracağını söylüyor ama takmıyor. Onu engellemeye çalışmadınız mı?
-Söyledim. “Yapma, etme” dedim, ama “Sana bir evlat vermek istiyorum!” dedi. Doğurmamış olsaydı, 3-4 sene daha fazla yaşayabilirdi.
Gayrimüslimlere otobüslerle tur
Şişli’de otobüslerle gayrimüslimlere tur düzenlediğiniz doğru mu?
-Evet. Onları Selçuk’a Meryem Ana’ya gönderiyorum. Dileyen yurttaşlarımızı da Çanakkale’ye. Her cuma sabahı, 20 otobüsüm de Edirne Selimiye Camisi’ne gider. Mahallede anons edilir, “Gitmek isteyenler, saat 9’da hazır olsun” diye. Eskiden bir arkadaşımız bu işleri organize ediyordu, baktım ki bu yolla, herkes kendi tanıdıklarını getiriyor bu gezilere, vazgeçtim, şimdi herkese anons ediyoruz, artık dost, tanıdık yok, kim isterse geliyor...
Benim için kılık kıyafet önemli
Sabahın çok erken saatlerinde uyanıp, herkesi aradığınız, hatta taciz ettiğiniz doğru mu?
-Evet, ben çok erken kalkarım. Sabah 6’da başlar benim günüm, erken uyanamayanlara da sinir olurum. Önce mutlaka oğullarımı ararım. Sonra 12’ye kadar yoğun çalışırım. 12-2 arası enerji ya da bilgi alacağım bir dostumla, öğle yemeği yerim. 2 ile 3 arası mutlaka uyurum. Nerede olursam olayım. Herkese de tavsiye ederim. Sonra gece 11’e kadar, full enerji devam eder günüm. Haftada beş gün spor yaparım, Hakan Hoca gelir, 4 km koşarım, 350 hareket yaparız. Son 15 yıldır aynı kilodayım: 89.
Sporu evde mi yapıyorsunuz?
-Ulus’ta oturuyorum. Kar-yağmur yoksa, buradan Galatasaray Adası’na, oradan Hisar’a yürüyüp, geri dönüyorum. Tartıda kilomda artış görürsem, mutlaka duruma el koyarım. Haftada, birkaç kere de masör gelir.
Giyinme odanız muhteşem. Bir kadının bile böyle düzenli değildir...
-Aaaa benim için kılık kıyafet çok önemli! Bakımlı bir insanım. Her gün iki takım elbise değişirim. Sabah giydiğim takım 2’ye kadar üzerimdedir, 3’ten gece 11’e kadar da başka bir takım giyerim.
Niye? Ne zorunuz var?
-Ne demek ne zorunuz var! Hepimizin kendine özen göstermesi gerekiyor. Toplumun önündeki insanların daha da çok. Bazen bir okula gidiyorum, “Aaaa başkan geldi!” diyorlar. Oradaki çocuklar için ben bir rol modelim. Her şeyimle onlara örnek olmak gerekiyor. Nereye gideceksem, ona göre giyinirim. Düğüne gidiyorsam, mutlaka takım elbise, kravat. Ama cumartesi sabahı, Teşvikiye’ye bir yere gideceksem, kravatlı olmam komik olur, o zaman spor giyinmem gerekiyor. Giyeceğim renkleri bile gideceğim yere göre ayarlarım.
Ben, şu günde iki takım değiştirmeye taktım! Ütüsü bozulan o ilk giydiğiniz takımı ne yapıyorsunuz?
-Çıkarıyorum. O takım, bir hafta giyinme odamda, askıda dinleniyor. Kumaşının çekmesi lazım çünkü. Sonra ütü yapan arkadaşımız -ki bana Vitali Bey’den yadigâr- ütü işlerini çok iyi bilir, herkes bu takımları ütüleyemez, ütüsünü yapar. Ve asar. Tekrar giyilmeye hazır hale getirir. Sonra başka bir arkadaşımız gelir, o takımın, hangi gömlekle, kravatla tekrar giyileceğini kombinler.
Şaka yapıyorsunuz!
-Hayır! 30 tane, 40 tane kravatın olabilir, gömleğin olabilir ama onları hangi takım elbiselerle giyeceğini bilmiyorsan, neye yarar? Benim her sabah uyandığımda, hemen giyip çıkabileceğim kombinlerim her zaman hazırdır. Sıra sıra asılıdır. Böyle bir sistem kurdum kendime, hiç vakit kaybetmeden giyinir, çıkarım evden.
Kıyafetlerinize siz mi karar veriyorsunuz?
-Kıyafetlerimin çoğu Ed-wards’da dikiliyor. Orada Gökhan var, gelip ölçülerimi alıyor ve dikiyor elbiseleri. Çocuklarım Ömer ve Emir’den de çok yardım alıyorum.
Bir de Edwards hikâyesi var kitapta...
-Ya evet. Ben de bütün bu anlattığım şeyleri, zaman içinde öğrendim. Anamdan doğduğumda bilmiyordum. Kendimi geliştirdim. Rahmi Bey’in her yıl düzenlediği bir partisi vardır. Kuru fasulye partisi. Yıllar evvel, bana da davet geldi. Üzerine de bir not iliştirilmiş. “Casual kıyfatle katılın” diye. “Casual da ne?” diye bakıyorum davetiyeye! Sordum soruşturdum, meğer “rahat gündelik kıyafet” demekmiş...
Ne olduğunu öğrenince, siz de Rahmi Koç’a bir jest yapmaya karar veriyorsunuz...
-Evet. Madem beni de davet etmiş, ben de onun hoşuna gitsin diye İngilizler gibi giyinmeye karar veriyorum. Onun önem verdiği ünlü İngiliz markası Edwards’a gidiyorum. Mavi üzerine krem çizgili ceket, koyu bej pantolon, açık mavi bir gömlek ve spor ayakkabılar alıyorum. Çuval dolusu da para veriyorum. Zannediyorum ki acayip şık oldum. Fakat bir sorun var.
Nedir?
-Alışık olduğum bir kesim değil, nasıl desem biraz dar geldi giydiklerim. Sıkıntı veriyor, içinde acayip ter döküyorum ama bir yandan da çok havalıymışım gibi geliyor. Davet, Koç Müzesi’nde. Evden çıkarken oğlum Emir hayretler içinde baktı, “Baba, gerçekten böyle mi gideceksin?” dedi. “Sen anlamazsın!” dedim, yürüdüm gitti.
Eeeee?
-E’si davette bir dostum geldi yanıma, kulağıma eğildi ve “Ne bu kıyafet ya!’ dedi. O zaman anladım ki, gerçekten bir terslik var. Gerçi Rahmi Bey, “Çok şık olmuşsun” dedi ama ben o fasulye partisinde 10-15 dakika kaldım, fırladım, eve döndüm. Oh be üzerime rahat bir şeyler giydim. Gerçekten casual! Çıkardığım ders de şu oldu: Her kıyafet taşıyabilene! O giydiklerim, Rahmi Bey’in üzerinde muhteşem duruyor ama Erzincanlı Mustafa Sarıgül’de öyle durmuyordu! Bir daha da İngilizler gibi dolaşmaya kalkışmadım!
YARIN :
Sarıgül’ün kitabı ‘Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla’dan anekdotlar.
Paylaş