Hayatta en korktuğum şey benimle dalga geçilmesi

Bunca yıldır röportaj yapıyorum. İlk defa böyle bir şey geldi başıma. Saat de uygundu tabii, 20.00 civarı.

Kutup'la birlikte önümüze baştan sona donatılmış öyle bir masa dayatıldı ki, bu kadar olur yani. Aksi gibi 2 günlük şok rejimde değil miyim, sormayın o nedir diye, abuk sabuk şeylerden biri işte, al sana bir çelişki daha: Yesem mi yemesem mi? Kilo mu zevk mi? Uzun zamandır bu tür sofralardan uzak kalmışım zaten, her türlü börek, içi patatesli, içi peynirli, sonra mercimek köftesi, hepsi ev yapımı, ölürsün yani. Aklım bir oraya gidiyor, bir buraya...

*

Aslında onun aklının da olduğu yerde durduğu söylenemez. İclal Aydın'ınki de gidip geliyor. Onun da çelişkileri var. Son derece modern görüntülü bir kadın ama bir tarafı muhafazakar. Son derece dışa açık, herkesle her şeyi paylaşabilirmiş gibi duran bir kadın ama aslında kendi limanında demirli. Yaptıklarına bakarsan dünyanın en cesur kadını: sen 19 yaşında evlen, Almanya'lara git, 25'inde her şeye sıfırdan başla, kocayı ve bir ülkeyi terk et, tek başına geri dön, yeni bir hayat kur; ama konuştuğunda görüyorsun ki, bir tarafıyla da acayip korkak, daha doğrusu ürkek. Tevazusu da egosunu geriye çekmekten değil, gerçekten. En benzer yanımızsa güvensizlik krizlerimiz...

Yıllar önce TGRT'deyken onunla röportaj yapmamı istemiş, sevgili Elmas vasıtasıyla da iletmiş. Ben ne yapmışım? Salak gibi, ‘‘O kim ya? Tanımıyorum ki!’’ demişim. Bir oturmuş içine, kocasına ağlamış, o da ‘‘Sen merak etme, o kadar azimlisin ki, bir gün gelir burada seninle röportaj yapar’’ demiş. İşte bu röportajın ve İclal Aydın'ın hayattaki başarısının ana nedeni budur. İşareti Coelho'da bulursunuz:

‘‘Bir şeyi çok isterseniz bütün evren size yardımcı olur!’’

İclal Aydın, elde ettiği her şeyi hak etmiş bir kadın.

Onu izlemeye devam edin, daha pek çok şeye imza atacak.


Tahmin edemeyeceğiniz kadar ödleğim


Hayatınızda hálá korktuğunuz neler var?

- Nasıl yani? Bitmiyor ki korkular! Dolu var. En çok değişmekten korkuyorum. ‘‘Bayılıyoruz sana, harikasın, süpersin’’lere inanırsam bir gün diye üç buçuk atıyorum. Farkında olmadan ben de çok gıcık olduğum insanlar gibi davranmaya başlarsam. Belki de bu yüzden başarılarımı göremiyorum. ‘‘Aman böyle fani şeylere kapılma. Mütevazı ol’’ derken, kendimi geri çekiyorum, iyiden iyiye yok sayıyorum.

Bir tarafıyla çok muhafazakarsınız. Birilerine gerçekten dibine kadar bir şeyler anlattığınızı hayal bile edemiyorum...

- Yok anlatırım. Ama kötü şeylerden, beğenmediğim şeylerden söz etmem. İstemem onları konuşmak. Böyle bir yapım var. Ama bu bir Pollyanna'yım anlamına gelmiyor, ben de öfkelenirim, senede iki kez ciddi sinir krizleri geçiririm. De... Göstermem, paylaşmam, söz etmem.

Erkeklerle kolay ilişki kuran bir kadın mısınız?

- Flörtöz bir kadın değilim. Ben mesafeye inanırım. Evliliklerde bile bir karış mesafe olması gerektiğini düşünürüm. Biraz muhafazakar olduğum doğru...

Peki güzel kadın olmanın zahmetlerini çektiniz mi? Hani derler ya: Güzel olmasa program yaptırırlar mı ona, yazı yazdırırlar mı, kamera yollarlar mı...

- Hiç o kategoriye koymadılar beni. ‘‘Vay çok güzel kadın’’ filan hiç denmedi benim için. Ortalama bir güzelliği var dediler. İdare ediyor işte. Ben de hep öyle baktım. Ama tabii erkeklerin beğeniyle bana baktığını hiç görmedim mi? Gördüm.

Siz kendinizi güzel buluyor musunuz?

- Evet. Ama dışarıdan benim çok güzel bulunduğuma dair bir şey yaşamadım.

Yalancı mısınız siz!

- Hayır.

Peki tevazu oyununu abarttığınız oluyor mu?

- Kötü bir alışkanlık. Evet, yapıyorum. Abartıyorum. Garip bir endişe halinden kaynaklanıyor. Bunu yapmamam gerektiğini sıklıkla kendime söylüyorum. Özellikle son zamanlarda. Kim bana ya da yaptığım herhangi bir şeye iltifat etse, ‘‘Yok canım, çok sıradan bir şey’’ diyorum. Kendime ‘‘Senin bir takım özelliklerin olmasa, bunlar olmaz’’ diyemiyorum yani.

Yeteri kadar samimi olmadığınız oluyor mu?

- Oluyordur.

İnsanları mutlu etmek için rahatlıkla beyaz yalanlar söyleyebilecek biri gibi duruyorsunuz. Doğru mu?

- Doğru.

Peki kadife eldiven içinde demir yumruk var mı...

- Hiç ummazsın ama var. Çok çıkmaz ortaya. Sabırlıyım. Herhalde bastırıyorum. Ne var ki, dobralık denilen şey bende yok, bir insanın saçını fena bulduysam, saçın çok iğrenç demem mesela, ‘‘Sana yakışmamış’’ı hissettirmeye çalışırım. Ya da çok sevdiğim birinin aleyhinde konuşuluyorsa ‘‘Hayır arkadaş sen onun aleyhinde konuşamazsın’’ demem ama o konuşmayı kesmeye gayret ederim. Kimilerinin belki de hoşuna gitmeyecek ortalama bir uzlaşmacı tavrım var. Ama var ne yapayım. Tahmin edemeyeceğin kadar çekingen ve ödlek biriyim aslında. Mesele bu. Yoksa istemez miyim ben ‘‘Güzel olduğum için kamera yolluyorlar’’ demeyi, ölürüm bunu diyebilmek için. Ama içimde öyle güvensiz biri var ki, ‘‘Ya ben öyle zannediyorsam? Ya güzel değilsem? Ya birileri benimle dalga geçerse’’ diye ödüm patlıyor. Hayatta en çok korktuğum şey, aslında benimle dalga geçilmesi...

İyi de kitabı 70 bin satmış, televizyonda başarılı olmuş, hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaşmış, beğenilen köşe yazıları yazan birisiniz...

- İyi de sen bu soruyu sorarken bile ‘‘Acaba? Acaba?’’ diyorum. Salak bir endişe var bende. Basına girdikten sonra iç özgürlüğüm gittikçe kaybolmaya başladı: Şimdi böyle diyecekler, şöyle diyecekler. Allahtan Zafer Mutlu bir konuşma yaptı benimle: ‘‘Biz o sıcacık üslubuyla su gibi yazılar yazan kızla işe başladık. O birilerini anlatıyordu. Beni kim dinliyor gibi düşünmeden anlatıyordu. Seni üç beş tane gazeteci okumuyor. Tahmin etmediğin kadar çok insan okuyor. Onlar da şu anda sokakta. Tedirginliklerini bir kenara atarak yazacaksın, sonra bir gün çok geç olabilir...’’ Doğru bir uyarıydı, eskisi gibi yazıyorum şimdi. Falanca köşe yazarı böyle derse diye düşünmüyorum artık. Ellerinde satırlarla dolaşan yazarlardan korkmuyorum. Ya da korkmamaya çalışıyorum....


İÇİMDE BİRİ KONUŞUYOR

İçimdeki ikinci sesi keşfettiğim günü hatırlıyorum. Güneşli bir öğleden sonraydı, annem sofrayı hazırlıyordu. Melamin tabaklar vardı, Noramin miydi neydi adı, hani yeşil yapraklı. Camın önümdeydim birden şunu keşfettim: Konuşmadığım halde içimde biri şarkı söylüyor. Ağzımı tutuyorum söylemeye devam ediyor. Anneme gittim, ‘‘Anne, içimde birisi konuşuyor’’ dedim. ‘‘Saçmalama, olur mu öyle şey?’’ dedi. Ve senelerce o suçluluğu ve acıyı çektim: ‘‘Sustuğum halde bu konuşuyor! Ne olur konuşmasın!’’ Çok sonraları kendi iç sesimi keşfettim. O hiç susmuyor biliyor musun, geceleri rüyalarımda bile yazılar yazıyor...


Zeynep Lal'i dinlemeye hazırım ben. Kızıma yapabileceğim en büyük iyilik bu. Bizim anne babalarımız, kendi olmadıkları şeyleri biz olalım istediler. Doktor olamadılar, doktor olalım istediler. Hep bir şeylere zorladılar bizi. Kurslara git, kolej sınavlarına gir. Ben oyuncu olmak istiyordum ve bunun için çok büyük kavgalar verdim. Oysa ben kızımı dinlemeye hazırım.


5 tane yakın kız arkadaşım var. Hamile olduğumu öğrenince hepsi birbirinden habersiz şunu söylemiş: ‘‘Allah korusun, ola ki ayrılırsa ya da ona bir şey olursa, ben bakarım!’’ Akıl almayacak bir sahiplenme. Duyunca çok ağladım. Zaten ben 9 ay boyunca ağladım. İbrahim Tatlıses gibi. Mutlu olunca, duygulanınca... Bir acımak, bir acımak. Her şeye, kendime ve bütün dünyaya. Neyse şimdi azaldı.
Yazarın Tüm Yazıları